Kaç gündür “bunu mutlaka yaparlar” diyordum, yaptılar. Lazımdı çünkü. O kadar doktor, akademisyen, avukat filan ortaya çıkıp ‘savaş kötüdür’ gibi şeyler söyleyince, ‘yerli’ ve ‘milli’ sanat cephesini harekete geçirmeden olmazdı: Toplayın bizim çocukları, hep onlar konuşuyo lan!
Sınırdaki sanatçı darbesi ağır oldu hakikaten ama alışmaya çalışıyoruz. Referandum ‘Şeytan’lığından tecrübemiz var ne de olsa. Ama hakkını yememek lazım; bu defa kadro çok kuvvetli; ‘taş fırın erkeği’ bile orada! “Ünlüler sınırda!” başlığıyla vermiş bir gazete haberi. Survivor gibi! Ünsüzler var bir de mesela, onlara genel olarak ‘Mehmet’ diyorlar ve aralarından bazıları kırmızı beyaz kumaşlara sarılmış olarak geliyor bu tarafa…
Muhtemelen planlanan bu kadar değildi. Daha birçok kişiye telefon edilmiş ve ‘basurum azdı’, ‘oğlanın matematik sınavı var’ gibi bahanelerle vatan görevinden ‘çürük raporu’ alanlar olmuştur. Ertuğrul Gazi yoktu mesela, öteki de ‘Payitaht’ çekimlerini bırakamamıştır, bir diğeri desen ‘Buğday’dan sonra ‘Börülce’ projesinin senaryosuyla meşgul…
Neyse, moral bozmaya gerek yok; az olsun öz olsun, bu kadarı da yeter! Bu kadarı bile sınırın öte yanında panik yaratmıştır. Düşün, Ceceli beni çekyatta uzanırken bile canımdan bezdiriyorken sınırda nasıl bir etki yapmıştır kimbilir!
Mutlaka korkunç günahlarımız olmalı; Tanrı bizi fena cezalandırıyor!
Bu arada, Onur Hoca bu yazı yazılırken hâlâ gözaltındaydı, Serpil gözaltında ve açlık grevinde, yarın sabah kim hangi hücrede uyanacak hiç bilmiyoruz. Doktorları daha yeni bıraktılar. Kardiyoloji profesörü Taner ile Psikiyatri Profesörü Raşit, artık şöyle anılara sahipler: Bir gün biz Vatan’da sorgulanırken…
Yıllar önce, 1982’de, patlamış ayak tabanlarım iyileşsin diye koridorda dolaştırılırken, memleketimdeki meslek lisesinin fizik öğretmenine rastlamıştım; sarışın mavi gözlü bir adamdı. Dayaktan kaldırıp kaldırıp, “Hoca şimdi bu gemiler batmadan nası suyun üstünde yüzüyo” diye soruyorlardı ve o da büyük bir ciddiyet ve sıyırmış bir kafayla Arşimet’in hamam hikâyesini anlatıyordu. İnanmayacaksınız ama karşısındaki, tellakla fiziğin ne ilgisi olduğunu da soruyor ve sonra yine dayak başlıyordu. Hayatı boyunca ‘suç’ işlemiş biri olarak, hep üzülmüşümdür böyle insanlara. İnsan ‘la hadi ben bir şeyler yaptım, bu gariplere niye eziyet ediyorlar’ diye düşünüyor haklı olarak… Yüzyılın Ceza Profesörü Sulhi Dönmezer’in Rıfat Ilgaz için yazdığı ‘Bilirkişi Raporu’nu okuduğumda da üzülmüştüm: “Her ne kadar sanık Hababam Sınıfı derken okul sınıflarını anlatıyor gibi görünse de, aslında toplumsal sınıfları kastediyor olup…”
Tarih böyle ama işte… Bir zincir gibi halkalar birbirine ekleniyor. 1950’den bu yana kaç tane Ceza Kanunu hazırlanmışsa, kim kaç yıl yatmışsa içeride, rahmetlinin hepsinde emeği vardır! Tanrının garip yöntemleri var böyle; ‘imtihan dünyası’ndan geçerken eziyetimiz artsın diye bazılarına uzun ömür veriyor!
Bir başkası mesela, Rektör Vekili filan hem de, adını Efrîn’e atılan bombaların üstüne yazmışlar geçen gün. Gurur verici fakat kalıcı değil. Neticede bomba dediğin ambalajında durduğu gibi durmuyor, patlıyor. Patlayınca da kan, irin, parçalanmış oyuncaklar, toz toprak derken yazılan yazının da bir anlamı kalmıyor. Hiroşima’ya atılan da mesela, püf! Toz oldu gitti üstündeki yazı. İsrailli okul çocuklarının füzelere yazdığı yazılar da öyle…
Şimdi var mı bilmiyorum, ben ilkokuldayken, Kızılay, Yeşilay filan zarflar dağıtırdı, eve götürürdük babalar içine para koysun diye. Benim babam hep boş gönderirdi geriye. Bir gün öğretmenim Kemal Bey, “Senin babanda da hiç milliyetçilik yokmuş” diye söylenmişti de milliyetçilik nedir bilmediğim halde çok üzülmüştüm. Benim babam pintiydi oysa, adam bana üç kuruş harçlık vermiyor Kızılay’a öldürsen vermez.
İbni Haldun unutmuş söylemeyi, kromozom da kaderdir. Hep babamdan ötürü! O gün bugündür bir sınır boyuna gidip bayrak sallayamadım! Adımı da her seferinde bombalara değil, iddianamelere yazdılar. Soy-sop sitesine baktım dün, orada da bi tane kahraman göremedim.
***
TTB bildirisinin en eksik yanı buydu işte. Raşit Hoca nasıl gözden kaçırdı bunu, şaştım kaldım. Savaş yalnızca bir ‘halk sağlığı sorunu’ değil ki. Şöyle yazılmalıydı bildiri: “Savaş bir akıl sağlığı sorunudur!”
M.Ender Öndeş*
*Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nde yayımlanmıştır.