Türkiye’de yaşanan orman yangıları ve sellerin yarattığı felakette iktidarın rolüne dikkat çeken TMMOB üyesi Mücella Yapıcı, “Bunun nedeni iklim krizi falan değil, kapitalizmin dünyada geldiği aşamadır ve bunun işbirlikçisi iktidarlardır” dedi.
Dünya’nın ve Türkiye’nin birçok yerinde “doğal afet” olarak sunulan orman yangıları, sel ve taşkınlarda yüzlerle ifade edilen can kayıpları yaşandı. Yerleşim yerleri ise ciddi zarar gördü. Orta ve Batı Karadeniz Bölgesi’nde meydana gelen sel nedeniyle resmi rakamlara göre en az 78 kişi yaşamını yitirirken, sayınının çok daha fazla olduğu belirtiliyor. Sıcaklığını koruyan bir diğer husus ise orman yangınları oldu. Yunanistan, İspanya ve Güney Afrika olmak üzere birçok yerde binlerce hektarlık orman alanı kül oldu. Türkiye’de de orman yangınlarında can kayıplarının yanı sıra ekosistem büyük zarar gördü. Bölgede ise askeri operasyonlarda çıkartılan orman yangınlarına müdahale edilmezken, yurttaşların kendi imkanlarıyla yangınları söndürmesine de izin verilmiyor.
Son süreçte yaşanan ekolojik felaketlerin nedenlerini ve buna karşı alınması gereken önlemleri Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) üyesi Mücella Yapıcı’ya sorduk.
Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde ormanlar yandı, kimi ülkelerde bu yangınlar devam ediyor. Binlerce hektarlık alanı küle çeviren yangıların çıkış nedeni nedir? Belirtildiği gibi salt iklim krizinden mi kaynaklanıyor?
Elbette iklim krizinin etkisi büyük. İklim krizinin neden olduğunu söylediğimizde, ancak iklim krizinin nedenini söylemediğimizde bu konuda dünyadaki sermayenin ya da kapitalizmin rolünü ihmal etmiş olursunuz. ‘Depremler fıtrattır’, Soma’daki olayda ‘madencinin fıtratıdır’ dendiği gibi sanki iklim krizi de bütün bu sistemin sakatlıklarını kapatan bir ‘fıtrat’ olarak kullanılıyor. Onun için ben iklim krizine bağlamayı doğru bulmuyorum. Bilimsel olarak baktığınızda dünyada 1970’lerden sonra başlayan süreç bunu iyi tanımlıyor. Kapitalizm, mekan ve ormanlar üzerinden kar etme, üretimden kopuk bir aşama güdüyor. Sadece tüketime dayanan ve dünyada tüketici bir toplum yaratma fikri var. Tabii, onun işbirlikçisi iktidarlar da var. Bunu kapitalizmin ağababalarından daha da iştahlı bir şekilde yapıyorlar. Bizim gibi ülkelerde yaşanan durumların nedeni aslında tam olarak budur diyebiliriz.
Son süreçte yaşanan orman yangıları nedeniyle herkeste bir korku var. Birçok yerde çeşitli gerekçeler önü sürülüyor. Sizce orman yangılarının nedenleri nelerdir?
Türkiye’de ya da dünyada orman yangınları sık yaşanıyor. Bu yeni bir durum değil. Özellikle Güneydoğu’da sürekli ‘güvenlik’ nedeniyle çıkarılan yangınlar var. Orada yaşanan çatışmalar bahane ediliyor. Bu nedenle bilerek yangın çıkarılıyor. Bir de yılardır Türkiye’nin güneyinde, turizm bölgelerinde otel açmak için yangınlar çıkarılıyor. Hatta bazen tarım alanı kazanmak için yangınlar çıkarılır. Bunlar hep kontrollü yangınlardır. Bir de tabi ki iklim meselemiz var. Dünyada 3,5 derece yükselen bir ısı var. Orman yangını ve seller gibi tüm bu hizmetlerin her birinin özelleştirilmiş olması, azgın bir madencilik meselesi olan HES’ler, bütün su havzalarımızın, derelerimizin, tarım alanlarımızın yapılaşmaya açılması iklim değişikliklerine maruz kalmamıza neden oldu.
Peki, bilim insanları ve uzmanlar yangın tehlikesine ilişkin ne gibi uyarılarda bulunmuştu?
Bilim insanları ve uzmanlar bugünlerin geleceğini, böyle giderse daha kötü günlerin bizi bekleyeceğine dair uyarılarda bulundu, bulunuyor. Ancak daha kötüyü gidiyoruz. Tabii, kapitalizmin işbirlikçisi iktidarlar ‘gölgesini satamadığı ağacı satar’ ilkesinden hareketle hiçbir şekilde bunu dinlemediler, dinlemiyor. İklim çalışanları, çevreciler, kadın hareketleri, sosyalistler ve ekolojistlerin uyarıları dikkate alınmadı. Müdahale etme mekanizmalarını devreye sokma, artırma yerine tam tersine yangınlarda gördük ki bütün bu savunma mekanizmaları yok edilmiş. Hatta daha da acıklısı orman söndürme işi özelleştirilmiş. Bu son yaşadıklarımız asla doğanın kabahati değil. Doğa kendi kurallarına göre yaşıyor. Biz ise doğayı öldürüyoruz. Aslında biz doğayı değil kendi kendimizi öldürüyoruz. Bunun nedeni de iklim krizi falan değil, kapitalizmin dünyada geldiği aşamadır ve bunun işbirlikçisi iktidarlardır.
Türkiye’de yangınlara müdahalede ciddi yönetimsel sorunlar yaşandı. Bunlar iktidarın bilinçli bir politikası olarak değerlendirildi. Bu yönetimsel bir tercih mi?
Yönetimin tercih ettiği politikalar buna neden oldu. Sonuç olarak şunu söylemek gerekir; evet bu yönetimsel bir tercihtir. Çünkü yönetim bütün bu felaketleri fırsata çeviren bir anlayışı benimsemiştir. Türkiye orman yangınları, afetler konusunda tecrübesi olan ve bu konuda örgütlenmesi olan bir ülkeydi. Fakat 12 Eylül 1980’den sonra liberal ekonomiyi yerleştiren iktidar, her yeri özelleştirdi. Şu anda bütün sağlık, eğitim, koruma hizmetleri ve afet yönetimi özelleşmiş durumda. İktidar belki de yangınları söndürmemeyi tercih etmemiştir. İktidarın aldığı tüm kararlar, ormanların imara açılması, orman alanlarında oteller yapılması, imara açılmayan orman alanlarını madenciliğe açmak ve maden kanununu bu kadar değiştirmek iktidarın siyasal tercihidir. Tabi bu durumun altında çok şey var. Mesela bir başka politik yanı da şudur; mağdur yaratıp sonra o mağdurlara yardım ediyormuş gibi görünmeye çalışıyorlar. O mağduriyet üzerinden sizi kendinize bağlayarak politik rant elde ediyorlar.
Antalya, Muğla gibi pek çok yerde yangınlar devam ederken, Dersim’de çıkan yangınlara müdahale edilmediği gibi söndürmek isteyen yurttaşlar da engellendi. Bölgede çıkan yangınları söndürmeye dönük eylemlerinin engellenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bölgedeki yangılara baktığımızda önümüze koskoca bir ‘güvenlik’ kavramı çıkıyor. Hasankeyf’i güvenlik adı altında yok ettiler. Ormanlar ‘içlerinde istemediğimiz gruplar saklanıyor’ diye ateşe veriliyor. Onlara ulaşmak için ormanlar yakılıyor, bu acizliktir. Burada suçlu olan orman, ormanın içindeki canlılar veya ekolojik sistem değil ki, siz oradaki grubu cezalandırmak için doğayı yakıyorsunuz. Bu kabul edilecek bir şey değil. Ama esas mesele bunun meşrulaşmış olması. Evet Dersim’deki yangında bölgeye girişe izin vermediler ama aynı şeyi Kazdağıları’nda da yapıyorlar. Örneğin ben Gezi Parkı’ndaki ağaçları korudum diye ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum.
Meşrulaştırma kavramını kullandınız. İktidar bunu nasıl yapıyor?
Eğer bu bir mekanizmaysa AKP iktidarı bunu çok iyi yapıyor. Bir rıza üretiyor toplumda. Yani bir yerde ‘terör’ diyor öbür tarafta başka bir şey diyor, Tanrıyı suçluyor. Böylelikle toplum üzerinde bir rıza inşa ediyor. Bu sadece iktidarın suçu mu, değil tabi. Burada ben muhalefeti daha çok eleştiriyorum. Hepimizin suçu var. Demek ki biz onların bu algı yönetimi, rıza üretme mekanizmasını kıramamışız. Dersim’de ormanlar yakılırken burada susmuşuz. Bu durum sistemin işine gelmiş. Yani bizim birbirimize kör bakışımız sistemi beslemiş.
Yakın zamanda “Turizm Teşvik Kanunu” Meclis’ten geçirildi. Bu kanunla Cumhurbaşkanı tarafından kolaylıklar sağlanıyor. Bu kanunla yangıların nasıl bir bağlantısı var?
Belki doğrudan ilgisi var demek havada kalır ama fırsata çevirdiklerini biliyorum. Ne yazık ki biz kanunlara dava açamıyoruz. Meclis’te grubu olan muhalefet partileri bunu yapabilir. Ama onlar da sessiz. Çünkü muhalefette ‘Biz iktidara gelirsek bu rant politikasını kullanırız’ diye bir zihniyet var. Ayrıca bu kanun Çevresel Etki Değerlendirmesi’ne (ÇED) tabi tutulmayacak. Bunlarla çalışan mimarlar, mühendisler, şehir plancıları ve bu kararlarda yürütmeyi durdurma kararı vermeyen hakimler var. İktidarın zulmüne uğramayayım diye kendi mesleğini, meslek ahlakını ve bilimi satan bilim insanları var. Bu topyekun bir zihniyet değişimi gerektiren bir olay. Biz nedeni, niçin ve nasılını sorgulamalıyız. Türkiye’nin her yerinde maden var. Yanan yerlerde maden ruhsatlarının verildiği söyleniyor. Onun için bir takım fıtrat, komplo şu bu gibi tartışmalarla vaktimizi geçirdik. Gezegen için vaktimizin azaldığına inanıyorum. Buna neden olan sistemi sorgulayıp, ondan hep birlikte hesap sormayı başarmamız gerekiyor. Yoksa hakikaten iklimcilerin bahsettiği ‘yok oluş’ gerçekleşecek.
Yangınların yanı sıra birçok yerde seller yaşandı. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi neredeyse tamamen yok oldu. İktidarın açıklamaları “doğal afet” yönünde oldu. “Doğal afet” deyip geçiştirmek doğru mu?
Sellerin nedeni de yangın nedeniyle aynı. 1998’deki Bayburt’taki sellerle ilgili söylediklerimiz halen duruyor. Yeni bir satır eklememize gerek bile yok. Dere yatağına yerleşimin olmaması gerektiğini söyledik, söylüyoruz. Taşkın ovası dediğimiz yerler bilimsel olarak yerleşime açık değil. Tarıma elverişli yerlerdir. Orada tarım yapan bir gün selin gelip orayı yerle bir edeceğini bilir. Bu kadim bilgi var, Karadeniz’de tepelere yerleşimin nedeninde de bu kadim bilgi var. Yerleşme politikasında bir ahlaksızlık var. Kastamonu ile ilgili Devlet Su İşleri’nin (DSİ) raporları ortada. Bir şekilde dere bir kutunun içine alınıyor. Tabi bu esnada Hidroelektrik Santral (HES) yapılmış, ormanlar yok edilmiş, bir yerlerde su tutulmuş. O azalan suya göre hesap yapıp bir suyun geçişi için bir kutu yapılmış. Oysa beş yüz yılda bir olan yağışlara göre de, yüz yılda bir olan yağışlara göre de hesap yapman gerekir. Bir metrekareye beş yüz kilo yağış olabilecek bir hesap yapmalısın ki yağışlarda hayat durmasın.
Peki ciddi bir tehlike olmasına rağmen neden dere yataklarına hala yerleşim yerlerine izin veriliyor?
Manavgat yıkıldı ne dediler? ‘Biz burada öyle güzel evler yapacağız ki, ah evim yansaydı keşke diyeceksini’ dediler. İşte kapitalizmin özü bu. Sizi ve evinizi yok eder daha sonra inşa ederek sizi borçlandırır. Bu onun umurunda değildir. O, satacağı inşaat malzemesine bakar. Hayvanlarınız mı gitti bunun için 3-5 kuruş verir, sonra sizi bir yerde ucuz işçi yapar. Bu politikaları fark etmediğimiz sürece daha çok konuşuruz. Biz Türk, Kürt, Alevi kavga ederken, o her iki taraftan da rant elde eder. Bir de bakarsın bizi birbirimizle savaştıranlar, sofrada birlikteler.
Yaşanan sellerle HES ve maden ocaklarının doğaya verdiği zarar yeniden gündeme geldi. Yeşil Yola direnen Havva ana ve HES’lere karşı verdiği mücadelede yaşamını yitiren Metin Lokumcu’nun haklılığı bir kez daha ortaya çıktı demek mümkün mü?
Bütün HES’ler yanlıştır. Ülkedeki toplanma alanlarını alışveriş merkezlerine çevirmişler. Var olan bütün dere yatakları, taşkın alanları, su havzaları ve tarım alanlarını yapılaştırmışlar. Bir de Kanal İstanbul yapmaya çalışıyorlar. Memleket batıyor, sen ihale yapıyorsun. Bu değişmedikçe, aydınlar ve muhalefet hep birlikte düşünüp ‘biz ne yapıyoruz, bırakalım birbirimizle uğraşmayı da bunun bir icabına bakalım’ demedikçe sorun büyüyecek. Yeşil Yola direnen Havva ana ve HES’lere karşı mücadele eden Metin Lokumcu’nun ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Hepimiz sermayenin dininin, imanının ve ahlakının olmadığını biliyoruz. Peki biz neden engelleyemedik? Neden yiyecek yemeği olmayan biri yol yaptığı için iktidara oy verir.
Bütün bunlar ele alındığında toplum nasıl bir mücadele hattı oluşturmalı?
Öncelikle büyük bir zihniyet devrimi lazım. Ondan sonra yaşamı öne alan, eşitlikçi, dayanışmacı, özgürlükçü bir ülkeyi kurabilmek gerekir. Bütün bunları yapabilmek için de acilen demokrasiye ihtiyaç var. Şu anda dünyada ortaçağ zihniyetine doğru bir gidiş var. Bizim ülkemizde de bunun ipucuları var. Onun için herkesi önce kadın politikasını anlamaya ve yanında mücadeleye etmeye davet ediyorum.