Libya’da sular bir türlü durulmadı, fakat son zamanlarda büyük bir cephe savaşına hazırlık olarak değerlendirilebilecek türden gelişmeler yaşanıyor. Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih, Tobruk hükümetinin Libya halkının can ve mal güvenliğini sağlaması için Mısır ordusuna yetki verdiğini açıkladı. Bunun, Türkiye’nin “Hafter, Sirte ve Cufra’dan çekilmezse, askeri seçeneğin kaçınılmaz olduğu” yönünde tehditlerine karşı bir gereklilik olduğunu da söyledi. Libya el-Ahrar gibi UMH yanlısı kaynaklar da sürekli olarak “Sirte ve Cufra’da askeri çözümün kaçınılmaz” olduğunu ve Türkiye’nin bu konudaki “kararlılığını”, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “UMH’nin Hafter milislerine karşı savaşa devam etmesini destekleyecekleri” yönündeki sözlerini tekrarlayarak yazıyorlar. Tobruk Meclisi başkanı Akila Salih de Türkiye’nin bu savaş tehditlerine karşı Mısır ordusuna yetki verdiklerini söyledi. Temsilciler Meclisi kararındaki bu yetki, “Türkiye’ye karşı savaş yetkisi” olarak yorumlanıyor.  Hatta Türkiye’nin bu yönde planları olduğunu bildikleri yönünde demeçler de var. Neden hep “Türkiye’nin savaşı” olarak söz ediliyor. Çünkü Temsilciler Meclisine göre Serrac hükümeti Türkiye’ye danışmadan karar alamamaktadır ve bu yüzünden bütün barışçıl çözüm çabalarını engellemektedir.
Bu kanaatin bir alt yapısı var aslında. Tarhuna kentini UMH güçleri ele geçirdiklerinde, esir alınan Mısırlı işçilere kötü muamele yapıldığını yansıtan videolar ortaya çıkmıştı. Olayın özü şudur: Tarhuna’da 200 Mısırlı işçi UMH’ye bağlı milisler tarafında esir alındılar. Milisler bu işçileri tek ayak üzerinde durdurarak, onlara Mısır Lideri Sisi ile Libya Ulusal Ordusu lideri Hafter’e küfür etmeleri için baskı uygulandı. Tek ayak üstünde durdurulan bu işçiler, milislerin baskısıyla kendilerinden istendiği şekilde Sisi ve Hafter’e küfür ediyorlar. Bu görüntülerin bizzat UMH milisleri tarafında adeta bir zafer sarhoşluğuyla yayımlanması, ciddi bir krize neden oldu ve Mısır’ın şiddetli tepkisiyle karşılandı. O zamanlar bu gerilimli atmosferi yumuşatmak için UMH bir adım attı. İçişleri Bakanı Fethi Başaga, Mısırlı işçilere yapılan bu kötü muamele için bir soruşturma başlattıkların açıkladı. Bu adım,  UMH’nin Mısır ile gerilimli bir ilişki yaşamaktan çekindiği yönünde yorumlandı. Fakat daha sonra denildi ki,  bu işkence krizi çözülmek üzereyken, Türkiye’nin müdahalesi ve direktifleri sonucunda çözülemedi ve öylece ortada kaldı. O yüzden Libya basınında, “UMH’nin Türkiye’ye danışmadan bir adım dahi atamadığı ve bu yüzden barışçıl müzakere sürecinin sürekli tıkandığı” ifade ediliyor. Mısır’la gerilim bugünkü seviyeye bu şekilde gelmiş oldu ve şimdi Mısır ordusu “Türkiye’nin savaş tehditlerine karşı” teyakkuzda, üstelik Tobruk Temsilciler Meclisinden askeri müdahalede bulunma yetkisi almış durumda… Peki Türkiye, karşısında Mısır ordusunu bulacağını bile bile böyle bir savaşa girer mi? Buna geçmeden önce, işin bu noktaya nasıl geldiğini anlamak için son bir hafta içindeki yoğun Libya trafiğine bakmak gerekir.

Türkiye’nin Libya trafiği ve yükselen savaş gerilimi

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2 Temmuz Perşembe günü, koronavirüs (kovid 19) sonrası ilk yurtdışı gezisini Katar’a gerçekleştirdi. Bu ziyarete paralel olarak Libya gündemli bir yoğunluk yaşandı. Erdoğan’ın Katar’a indiği sıralarda  Libya Ulusal Ordusu (LNA) Lideri Halife Hafter, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’la telefonda görüştü. Bu görüşmeye dair yapılan açıklamada; “İtalya ve Fransa’nın ateşkesin gerekliliği üzerinde durdukları ve Libya’ya her türlü yabancı müdahaleyi reddettikleri” belirtildi. Bu görüşme şu açıdan önemli; İtalya’nın Libya krizinde ortada durduğu, hatta UMH’yi meşru organ olarak kabul ettiği, dolayısıyla Türkiye ve Katar’ı kısmen desteklemiş sayılacağı söyleniyordu. Erdoğan tam da Katar’dayken “Libya’ya her türlü yabancı müdahaleyi reddetme” açıklamasına İtalya’nın da destek vermesi bu açıdan dikkat çekti.
Bundan bir gün sora Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih de Moskova’ya gitti. Salih, Libya’daki iç savaştan dolayı Uluslararası toplumu sorumlu tutan bir açıklama yaptı ve seçilmemiş, aslında Suheyrat anlaşmasına göre de görevi bitmiş olan UMH’ye meşruiyet kazandıran uluslararası toplumun Libya’ya bu kaosu getirdiğini söyledi. Salih’in Moskova ziyaretinden sonra Rus Dışişleri Bakanı Sergy  Lavrov,  Rusya’nın Libya Büyükelçiliğinin yeniden çalışmaya başlayacağını açıkladı. Büyükelçi ilk etapta çalışmalarını Tunus’tan yürütecek. Ayrıca  Moskova BMKG’dan Libya’ya yeni bir BM elçisi atamasını istedi. Sebebi de, BM Libya Temsilciliği görevini vekaleten yürüten Stephanie Williams’ın sadece UMH’yi meşru kabul edip, Tobruk Temsililer Meclisi’ni meşru görmeyen  yaklaşımıdır. Oysa Tobruk Meclisi, BM tarafından “seçilmiş tek  meşru meclis” olarak kabul ediliyor. Şimdi Akila Salih’in Moskova ziyareti, burada UMH’nin görevinin sona erdiğini söylemesi ve hala meşru kabul eden BM’yi suçlaması, keza Rusya’nın Libya Büyükelçiliğinin tekrar faaliyete geçmesi şu açıdan önemlidir; Libya’daki meşruiyet tartışmasına Rusya’da dahil oldu ve üstelik meşru muhatap olarak Tobruk Temsilciler Meclisini kabul ederek tarafını resmen ilan etmiş oldu.
Diğer önemli gelişme de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın beraberinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’le gerçekleştirdiği Trablus ziyareti ve ardından Vatiyye hava üssünün vurulmasıdır. Erdoğan, “Türkiye Savunma Bakanı, mevcut işbirliğini daha yakın koordinasyonda sürdürmek için Libya’yı ziyaret ediyor” demişti. Ama Akar’ın ziyaretinden bir gün sonra, geçtiğimiz Cumartesi günü, Türkiye’nin Libya’da kurmayı planladığı iki üsten biri ve en önemlisi olan Vatiyye üssü vuruldu. Türk SİHA’ları ve hava savunma sistemi ile askeri teçhizatın taşındığı gün üssün vurulması dikkatleri çekti. Libya basınında Türkiye’nin bütün askeri teçhizatının yok edildiği yazıldı, ama insan kaybına dair herhangi bir bilgiye yer verilmedi. Vatiyye üssünün “kimliği belirsiz” uçaklar tarafından vurulmasının ardından “Vatiyye’yi kim vurdu” konusu üzerinde epeyce duruldu. UMH’ye yakın kaynaklar, saldırıda Mısır’dan kalkan Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait Fransız Mirage savaş jetlerinin kullanıldığını aktardılar. Esasında yerel kaynaklar, üssü kimin vurduğu ya da Hafter’e hangi ülkenin destek verdiğinden çok, üssün vurulmasındaki zamanlamaya dikkat çektiler. Saldırının, hem Erdoğan’ın Katar’ı ziyaretine hem de Hulusi Akar’ın UMH’yi ziyaretine yönelik bir mesaj olduğu söylendi. Çünkü Türkiye için Vatiyye üssünün inşasını Katar üstlenmişti. Bu ziyaretlerden hemen sonra üsse yerleşme süreci başlamıştı ki, o anda üs yerle bir edildi. İkinci tartışılan şey de, üst düzey Türk heyetinin bu sürpriz Trablus ziyaretinin amacıdır. Bölge basınında bu ziyaretin amacıyla ilgili olarak iki önemli iddiaya yer verildi. Birincisi;  Libya’da askeri üs kurma hedefini pratiğe dökmeye başlayan Türkiye’nin, buradaki askeri güçlerine dokunulmazlık statüsü sağlamak istediği ve bunun için UMH ile bir anlaşmaya varıldığı” söylendi. Bu iddiaya göre varılan yeni anlaşma Libya’daki Türk görevlilere diplomatik statüsü veriyor ve herhangi bir kovuşturmaya karşı dokunulmazlık sağlıyor. İkinci önemli iddia ise, Türkiye’nin Libya dosyasını tamamen kontrol altına alarak kendi etki gücünü arttırmak için attığı adımla ilgilidir. Buna göre Türkiye, istihbarat şefi olarak atanmasını istediği birini UMH’ye önerdi. Önerilen bu kişinin Libya İslam Savaşçıları Cemaati’nin eski lideri Halid el Şerif olduğu iddia edildi.  Bu ismin zikredilmesiyle birlikte 55 yaşındaki el Kaideci Halid el Şerif için; “Erdoğan’ın Libya’daki görünmez eli” denilmeye başlandı.

Türkiye’den Vatiyye üssü misillemesi: “Doğu Akdeniz’de harbe hazırlık tatbikatı” 

Amacı hala tartışılan Türk heyetinin Libya ziyaretinden ve Vatiyye üssünün vurulmasından günler sonra Türkiye’den Akdeniz’de tatbikat hamlesi geldi. AKP medyasının “Türkiye’den Libya’da dev hamle” olarak duyurduğu bu tatbikat için belirlenen deniz alanlarına Barbaros, Turgut Reis ve Çaka Bey isimleri verildi. “Doğu Akdeniz’de harbe hazırlık eğitimi” olarak nitelendirilen bu tatbikatın kendisinden çok , Osmanlı İmparatorluğunun Akdeniz’deki egemenliğini pekiştiren denizcilerin isimlerinin verilmesi tartışıldı. Örneğin Mısırlı askeri uzman Samir Rageb, bu tatbikatı  Vatiyye üssü saldırısına bir misilleme manevrası olarak nitelendirdi ve  Türkiye’nin tatbikata Osmanlı isimler vererek bölge ülkelerine tehlikeli mesajlar verdiğini söyledi. Libya medyasında da bu üç Osmanlı denizci hakkında detaylı bilgiler yer almaya başladı ve özellikle bu isimlerin seçilmesi, “çökmüş Osmanlı ihtişamını yeniden canlandırma hastalığı” olarak yorumlandı. Bu tatbikat, her ne kadar “Yunanistan’a mesaj” olarak lanse edilse de genel kanı, asıl muhatabın Mısır olduğu yönündedir. Bundan sonra Türkiye’nin her açıklaması Tobruk Meclisi tarafından bir “savaş tehdidi” olarak görüldü ve bu yüzden Mısır ordusuna resmi çağrı yapıldı. Yani deniliyor ki eğer bir savaş olacaksa, bu savaş Türkiye-Mısır savaşı olur. Çünkü Mısır, Türkiye’ye karşı savaşmak için yetkili kılındı.

Türkiye Mısır’a karşı bir savaşı göze alır mı?

Türkiye’nin savaş gerilimini yükselterek Sirte ve Cufra ısrarını sürdürmesini ABD’nin Türkiye’ye verdiği desteğe bağlayanlar var. Deniliyor ki, ABD’nin “Haftar’ın Wagner ile ilişkisi ABD-Libya çıkarlarıyla çatışıyor” açıklaması, Hafter’e ve Wagner’e (dolayısıyla Rusya’ya) tavrını keskinleştirmesi konusunda Türkiye’ye yeşil ışık yaktı. Bundan sonra Sirte ve Cufra’yi ele geçirme “kararlılığı” daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Yani Türkiye yine ABD’nin müttefikliğine güvenerek bu savaş mesajlarını verdiği düşünülüyor. Çünkü bundan sonra Türkiye müzakere seçeneğini tamamen reddetmeye başladı ve sürekli  Hafter güçleri bu iki üsten çekilmedikleri takdirde savaşın kaçınılmazlığına vurgu yapıldı.
Fakat aradan birkaç gün geçti ki,  ABD’nin  Libya’da siyasi çözüme odaklandığını gördük. Üstelik Rusya ile bu çözüm sürecini ortaklaştırmaya çalışarak… ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, üç gün önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Libya’yı görüştü. İki bakan, Libya’da askeri çözüm yerine siyasi çözüm için ortak bir yol haritası üzerinde durdular. Açıkça görülen şu ki, Türkiye’nin Libya’da edindiği pozisyon üzerinden denkleme dahil olan ABD, Libya sürecinin yönetimini tamamen Rusya’ya kaptırmak istemiyor, ama UMH ve Türkiye’nin yanında durarak, hem Mısır’ı hem de Rusya’yı karşısına almak da istemiyor. Yani ABD “her daim sopayı ortadan tutar” diye tariflenen bildik pragmatizmini yeniden sergiledi.  Bu durumda ABD’yi arkasına aldığını zanneden ve bunun verdiği özgüvenle savaşı gerilimini yükselten Türkiye hükümetinin nasıl bir tutum alacağı ise merak konusu… Zira ABD’nin sağladığı aynı özgüvenle savaşı tırmandıran AKP’nin İdlib hezimeti çok eski değil. Ama görülen şu ki, AKP yine de bu savaş gerilimini yükseltmeye devam edecektir. Çünkü Libyalı kaynaklara göre Türkiye, Libya’daki çıkarları için uzlaşmayı reddeden bir tutumu devam ettirmek zorundadır.
Nedenine gelince; Alman ajansı Deutsche Welle’nin Türkiye’nin Libya’daki hedefleri ile ilgili bir raporunu esas alan Libya basını,  ekonomisi fazlasıyla kötüleşen Türkiye’nin Libya’nın muazzam servetine ihtiyacı olduğu için hiçbir uzlaşmaya yanaşmak istemediğine yer verdi. Buna göre Türkiye, savaşa rağmen Libya’ya ihracatını yılda 2 milyar dolardan fazla artırarak, Ankara’yı Libya’nın en önemli ticaret ortağı haline getirdi. Türk mallarının Libya’ya sürekli akışının yanı sıra Libya Merkez Bankası, TL’yi desteklemek için Türkiye Merkez Bankasına 8 milyar dolarlık mevduat sağladı. Keza Türk inşaat şirketlerine ülkenin batı kıyılarında elektrik santralleri inşa ettirmeye dönük hazırlıklar olduğu belirtildi. Ve her şeyden önemlisi bu bölgede 25 milyar varilin üzerinde petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor.  İşte bu servet Ankara’nın tam da ihtiyaç duyduğu şeydir ve bu yüzden binlerce paralı askerin Libya’ya taşınması, Türk askeri birliklerine operasyon odaları kurdurulması gibi yoğun hareketlilik, Türkiye’nin her an savaşa hazır olduğunun delili olarak gösteriliyor. Aynı raporda deniliyor ki, “Türkiye hükümeti,  Libya’daki konumunu güçlendirmek ve en azından batıdaki varlığını kalıcılaştırmak için uzun vadeli bölgesel bir savaşa bile girmeye hazır.”
Peki, böyle bir şey mümkün mü? Gerçekte iflasın getirdiği mecburiyetlerden dolayı AKP’nin ülkeyi tehlikeli savaşlara sürüklemekten kaçınmayacağını herkes öngörebiliyor. Böylesi bir savaşın ülkeye getireceği felaketler de ortada ve açık olan şu ki; her savaş daha çok bataklık demektir!..