Kaldıraç Üniversite’nin düzenlediği, Özgür Bilimsel Eğitim İçin Özgür Üniversite’nin üçüncü dersliğinde yazar Metin Yeğin vardı. “Dünyadan deneyimlerle: Kenti Yıkmak ve Yeniden Yaratmak” konusunun konuşulduğu derslik, Yeğin’in kent insanını tasviriyle başladı
“Geçen yüzyılda insanların karşı karşıya olup da sohbet etmeden oturduğuna hiç rastlamadım.” sözleriyle başlayan Yeğin, kentte toplu taşıma çıkınca insanların konuşmadan karşılıklı oturmaya başladığını ve hatta cep telefonları sayesinde evde bile hiçbir iletişim kurulmamaya başlandığını ve bu insanlar için kent insanları tasvirini kullandığını söyledi, aynı zamanda da mimari olarak kentlere yapılan apartmanların kişiler arası tartışmalara zemin hazırladığını ve apartman sakinlerinin ise aynı asansör içerisinde birbirlerine merhaba demekten ileriye gidemediğini ekledi.
Kent neden yıkılmalı?
Kenti bir kaleye benzeten Yeğin, kalenin duvarları ve kralın görkemli görüntüsünün gelebilecek düşmanlar için değil de duvarların dışındaki halk için olduğunu vurguladı ve bu görkemin halkı iktidarın yıkılamayacağına inandırmak için olduğunu söyledi.
“Kent denilen olgu burjuvaziyle beraber ortaya çıktı ve her zaman iktidarın merkeziydi ama son 20 yılda neoliberalizmle beraber kent tamamen iktidarın kendisi halini aldı ve neoliberalizmle birlikte kentlerde hiçbir şey üretilmemeye başlandı ve tek amaç yeni kent için doğanın talanı oldu.” dedi ve ekledi, “Biz uzun yıllardır kentin yıkılması gerektiğini savunuyoruz çünkü kentin içinde marksizmin en temel olgusu olan yabancılaşmayı ortadan kaldırabilecek ve özgür, adil bir toplumsal yapıyı oluşturabilecek olanak yok ayrıca kentler insanlar için değil de daha çok otomobiller içindir çünkü yollardan garajlara kadar neredeyse her şey onlar için tasarlanmıştır bu yüzden kent esas insanları dışlar ve yıkılmalıdırlar aynı zamanda kentin yıkılması iktidarın yıkılmasıyla eşdeğerdir”
“Kent merkezinde sırt sırta yaşamak zorunda değiliz”
Artan nüfustan dolayı, insanların başka çaresinin olmadığı bahanesiyle üst üste bina yapması gerektiğini düşünmeyen Yeğin “Kentin merkezinde yaşamaya gerek yok herkes için alan var.” dedi.
Kentsel dönüşüm için ise, “Kentsel dönüşümün temel amacı gecekondu sakinlerini kapı dışarı ederek kent için yeni bir rant alanı açmak.” dedi.
Kent topraklarının hızlı bir şekilde kamulaştırılıp dağıtılması ve kolektif bir şekilde bir araya gelerek, kolektif olarak düşünüp evler yapılması gerektiğini düşünen Yeğin “Kent topraklarının kamulaştırılması radikal bir kadar değildir ve bunun başka ülkelerde örnekleri vardır.” dedi ve Brezilya’daki Topraksız İşçi Hareketini örnek verdi.
“Bizdeki demokrasi kağıt katlama sanatından ibarettir”
Türkiye’deki demokrasinin kağıt katlama sanatından ileri gidemediğini ve insanların “Zaten 40 yılda bir oy kullanıyoruz en azından bu düzgün olsun.” düşüncesiyle oy pusulalarını, dikkatlice mühür basıp katlamalarının demokrasi olmadığını söyleyen Yeğin “Brezilya’daki Topraksız İşçi Hareketinin işgal ettiği toprak Danimarka ve Belçika’dan büyüktür ve 3 milyon insan orada başka bir demokrasiyle yaşarlar.” söylemiyle örnekledi.
Topraksız İşçi Hareketi’nin demokrasisiyle ilgili, “Topraksız İşçi Hareketi içerisindeki her topluluğun bir çekirdeği vardır ve her çekirdekte en az birisi kadın olmak üzere 2 eğitim koordinatörü vardır ve ayrıca yine en az birisi kadın olmak üzere 2 sağlık koordinatörü vardır ve herkesin özne olduğu bir toplumsal yapıdır.” dedi ve ekledi, “Bu toplumsal yapı, korona sürecinde endüstriyel tıbbın çaresizliğine karşı insanların dayanışarak ve temas halinde de bulunarak yürüttüğü sağlık sistemi ile Topraksız İşçi Hareketinin faşist yönetim altında olsa bile ne kadar başarılı olduğunu gösterdi ve aynı zamanda Topraksız İşçi Hareketi, virüsün hızla yayılması ve faşist yönetime rağmen 200 ton yiyecek dağıttı çünkü kendi emekleriyle yetiştiriyorlar ve dayanışmayla dağıtıyorlar.” dedi.
“Dayanışma karşılıksız olmamalıdır”
Bu süreçte olan dayanışma için “Bu bir yardım olmamalıdır karşılık alınmalıdır.” sözlerini kullanan Yeğin, “Bizim devrimcilerimizin en büyük sorunu her zaman her şeyi karşılıksız vermemiz ve bu verdiklerimiz için sorumluluk yüklemememiz, bunun sonucunda da sorumluluk vermediğimiz için dayanışma götürdüklerimizi yönetmeye çalışıyoruz onun yerine mesela çocuk parkı için ayrılmış bir alan düşünün bu alanın müteahhide verilmesi ve karşılığında bir kaydırak iki salıncak yaptırılması yerine dayanışma götürülen insanlarla beraber çocuklar için yaratıcılıklarını geliştirebilecekleri alternatif bir çocuk parkı tasarlarsanız eğer hem onlar yiyeceklerini yeniden emek üzerinden kazanmış oluyorlar hem de dayanışmanın diğer yönleri ortaya çıkıyor” dedi.
“Kentler bizi aptallaştırıyor”
Kentler ile ilgili “Kentler bizi sadece sıkıştırmıyor aynı zamanda aptallaştırıyor ve beceriksizleştiriyor mesela kentin içindeki marketlerin kapandığını düşünün bunun anlamı resmen aç kaldınız demektir bu yüzden aslında korona, travma olduğu kadar kendi içinde yaratıcı potansiyeller de taşıyor, korona sayesinde insanlar elindekilerle ekmek yapmayı öğrendi.” dedi.
“Korona karşısında iki seçeneğimiz var”
Seçenekleri örnekleyen Yeğin ilk olarak, yerli ve beyaz çocuklarının olduğu bir yarışta ilk engelde durup yerli çocukların gelmesini bekleyen ve karşımıza çıkan engelleri birlikte omuz omuza aşmalıyız diyen beyaz çocukları örnek verdi. İkinci örnek olarak ise, toplama kamplarında gaz odasına kapatılan insanların biraz daha nefes alabilmek için yanındaki insanın omzuna çıkıp 15 saniye daha fazla yaşamasını örnek verdi ve “Korona karşısında iki seçeneğimiz var ya çocuklar gibi omuz omuza bu salgını atlatacağız ya da 15 saniye daha fazla yaşamak için birbirimizi ezeceğiz.” diyerek sözlerini bitirdi.