Otoyol, köprü, havalimanı vb. projelere el konulup konulamayacağı tartışılıyor. Oysa mesele yasal olur mu olmaz mı tartışması değil; halktan toplanan paraların şirketlere sermaye, sahiplerine servet yapılmasıdır. İhaleleri bir torba kanunun içine tıkıştırmak, onun bir hırsızın çuvalı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Romalı avukat, tarihçi, hatip Cornelius Tacitus’un popüler sözüdür: “Devlet ne kadar yolsuzsa, o kadar çok kanun yapılır.” Bu cümlenin sonuna dek hakkını veren bir pratiği izliyoruz Türkiye’de. Onlarca torba yasa ile değiştirilen yüzlerce kanun maddesi, devasa bir rant ağının hukuki kabuğu oldu. Dolayısıyla yolsuzu-hırsızı yasanın dışında değil, içinde aramak lazım.
Devlet borçlarının, “ilkel birikimin” kaynağı haline dönüşmesini anlatırken Karl Marx, “Bir büyücünün değneğinin dokunması gibi” der; “Zahmetsizce kısır paraya üreme gücü bahşedip, onu sermayeye çevirir.” 191 kez değiştirilen Kamu İhale Kanunu da benzer rolü üstleniyor bugün. Bir illüzyonisti kıskandıracak maharetle kamu birikimini, tek dokunuşta birilerinin özel servetine çeviriyor.
Şu sıralar gündemde olan mega projelere el konulup konulamayacağı meselesinin esası da bu aslında. Yasal mı değil mi tartışmasından ziyade sorun, halktan toplanan paraların siyaset eliyle şirketlere sermaye, sahiplerine servet yapılmasıdır. İşin bir torba kanunun içine tıkıştırılması, onun bir hırsız çuvalı olduğu gerçeğini değiştirmez. Gözümüzün önünde duruyor bütün deliller çünkü; devlet yazışmalarında, sözleşmelerde, hükümet kararlarında resmi geçit töreni düzenliyorlar.
Gelin neyi kastettiğimizi somut bir örnek üzerinden anlatalım şimdi. Bakın işler yasaya uydurulsa da kılıfına nasıl uymuyor…
***
Sayıştay, 2019 yılına ait Ulaştırma Bakanlığı denetiminde, Sabiha Gökçen Havalimanı Raylı Sistem Bağlantısı ihalesinde önemli usulsüzlükler tespit eder.
Madde madde inceleyelim:
* Sözleşme 4 Mart 2015’te imzalanır. Şirket 5 Haziran 2015’te sözleşmenin 13. maddesinde yer alan ihale bedelinin yüzde 15’ine denk gelen 25 milyon 245 bin 212 euro avans talep eder. Parayı sözleşmeye uygun kullanılacağı taahhüdünü verir ve avans, 19 Haziran 2015 günü hesabına yatar.
* Şirket avansı sözleşmeye uygun harcadığını gösteren fatura ve belgeleri, 30 gün içerisinde sunmak mecburiyetindedir. 20 Temmuz 2015’te ilk bildirimi yapar. Ancak idare, belgelerin uygun olmadığı gerekçesiyle yeniden sunum ister. Uygun olmayan konular; şirketin parayı taahhüt ettiği işlere kullanıp kullanmadığını göstermemesi ve faturaların hakediş para birimi olan euro cinsinde olmamasıdır.
* 170 gün geçmesine rağmen şirket belgeleri sunmaz. Bölge Müdürlüğü, 3 Şubat 2016’da bir yazıyla cezai müeyyideleri hatırlatır. Bunun üzerine yeni belgeler 16 Şubat 2016 günü gönderilir. Tekrar uygun bulunmaz. Faturalar fotokopi ve açık fatura, yani bedeli ödenmemiş faturalardır. Ayrıca yönetim kurulunun aldığı alım kararları, belge diye sunulmuştur.
* Birden “sihirli bir el” devreye girer. Şirketin 4 Mart 2016 tarihli yazısında üçüncü bildirimin yapıldığı, Bölge Müdürlüğü’nün başkaca bir değerlendirme yapmadan bunu 8 Haziran 2016 tarihli yazı ile Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü’ne ilettiği; Genel Müdürlüğün de 8 Kasım 2016 tarihli yazıyla belgelerin uygun olup olmadığını belirtmeden, sadece konu hakkında bilgi edinildiğini ifade ettiği ortaya çıkar.
Kısaca bürokrasinin dehlizlerinde uygunsuz belgeler sorunu buharlaşır. Bundan sonrasını Sayıştay’ın teknik değerlendirmelerini tercüme ederek anlatalım…
İhaleyi Gülermak-YSE İnşaat ortaklığı 169 milyon 500 bin 810 euro’ya kazandı. Fatura diye sundukları belgeler evlere şenlik. Fotokopiler, bedeli ödenmemiş faturalar, yönetim kurulu kararları.
Üstelik kendi alt şirketlerinin ve iki ortağın birbirine kestiği faturalar bunlar. Oysa, Kamu İhale Kanunu’na göre ihalelere beraber girenler, beraber sorumludur. Anlamı şudur: Elinizde ne var ne yok ortaksınız. Avansı alıp, “ortağımdan mal veya hizmet aldım” diyemezsiniz. Demişler ama.
Avansın anlamı, iş başlamadan şantiye, ekipman türünden başlangıç işlerine finansman sağlamak. Ne var ki ihaleyi alırken sunulan envanterde, aldıklarını söyledikleri ekipmanlar mevcut zaten. Onları bir daha satın almış göstermenin yasada karşılığı var mıdır?
Bitmiyor usulsüzlükler…
Alt firmaların kestiği faturaların sonradan iptal edildiği ve ortaklığın ticari defterine kaydedilmediği; Gelir İdaresi’nin 26 Şubat 2020 günü Sayıştay’a gönderdiği belgede de devletin kayıtlarında hiç var olmadıkları anlaşılıyor.
Toparlamak için hızlı bir özet geçelim: İkinci sunumda verilen faturaların içinde, ilk sunumdakiler yer almıyor; faturalar birbirini tutmuyor; fatura sayılmayan fotokopiler veriliyor; eski tarihli faturalar gönderiliyor; hatta üçüncü bildirimdeki belgeler toplandığında harcama, avansın 3.6 milyon euro fazlası çıkıyor…
3 yıl 4 ay süren usulsüzlükleri devleti temsil edenler kılını kıpırdatmadan seyrediyorlar. Hükümetin övüne övüne bitiremediği mega projelerde işlerin hangi boyutlara ulaştığını gösteren bir vakayla noktalayalım hikayeyi.
İlk sunumda idare, “Avansı euro ödedik, faturayı da aynı cinsten getirin” dediği için, şirketler ne yapıyor biliyor musunuz? Geçmiş tarihli ve TL olarak düzenlenmiş faturaların üzerine, aylar sonra teslim edildiği günkü Merkez Bankası’nın euro kurunu not düşüyorlar. O kadar titizler ki, piyasanın kapanma saatini bekliyorlar fakat, mesai saatinin bittiğini unutuyorlar! Ya ışık hızına sahipler ya da…
***
Şu işi bir bakkal dükkanı sahibi, oto tamircisi veya kooperatife borçlanan bir çiftçi yapsaydı, başına neler gelirdi? Kredi taksitini ödeyemeyen sıradan insanlar, bir daha bankanın kapısını göremezken, devleti parmağında oynatanlar, ihaleleri yük katarı gibi uç uca bağlayabiliyorlar.
Bir şeylere el mi koymak istiyorsunuz? Hakka Sığındık romanında İspanyol gribi günlerinde bile servetine servet katmayı becerenleri anlatan Hüseyin Rahmi Gürpınar, açık adresi veriyor işte:
“Zorbaların içinde kulaç attıkları yağmur deryasından hanelerine bir nehir akmaya başladı…Paşadan himmet, damattan gayret öyle bir işe koyuldular ki milyonlar önlerinde takla atıyordu.”