SDG’nin ortağı ABD, NATO’daki ortağı Türkiye’nin SDG’ye saldırısına göz yumuyor. “Biz Suriye devletinin ümüğüne bineceğimiz yerde duralım, petrol bölgesini tutalım, Türkiye de kendi alan temizliğini yapsın” der gibiler. Rusya da Şam lehine kazanmak istediği Kürtlerin Türkiye eliyle dövülmesini izliyor.
Orta Doğu’nun son birkaç haftasına bakıyoruz; olağan, gerçek, gerçek üstü. Nasıl tanımlayacağınız neye ne kadar aşina olduğunuza bağlı. Sadece Kürtlere taalluk eden kısmı bile devreleri yakmaya yetiyor.
Türkiye’nin kas gücüyle bel ve bilek büktüğüne dair farklı taraflardan emareler geliyor. Gerçi bazıları görüntüden ibaret.
Alacakaranlıkta gemisini yürütmek isteyenlere bahşedilmiş Amerikan sistemindeki ‘topal ördek’ dönemine uygun hamleler görülüyor.
İran, yeni başkan Joe Biden’ı sükûnetle karşılamak için Irak’taki Haşd el Şaabi’ye “Sakın Amerikan hedeflerini roketlemeyin” diye tembih ediyor. Yine de elçiliğe roketler atılıyor. Amerikan başdiplomat Mike Pompeo suç üçtü yapmış havasında Tahran’a parmak sallıyor. Olağan fail Haşd el Şaabi ama saldırıyla ilgili soruşturma açan da Haşd el Şaabi.
ABD ve Türkiye’nin baskısıyla Başbakan Mustafa el Kazımi, Şengal’i federal güçlere bırakıp PKK uzantılı Şengal Direniş Birlikleri’ni (YBŞ) temizlemeyi ve Haşd el Şaabi’yi uzaklaştırmayı hedefleyen bir anlaşmayı 9 Ekim’de Kürdistan yönetimiyle imzalıyor. Doğrusu yönetimin KDP kanadıyla. Ankara ve Erbil’in derdi PKK’nin Şengal’den, ABD’nin derdi Haşd el Şaabi’nin Suriye-Irak sınırlarından uzaklaştırılması.
Sonra Kazımi istemeye istemeye 17 Aralık’ta Ankara’ya geliyor. Erdoğan’ın terör örgütleriyle mücadeledeki ortaklık vurgusunun altında kalmamak için Şengal anlaşmasını örnek veriyor. Bir de Dicle’den geçen PKK’li gruba yapılan müdahaleyi. Kazımi gerçekte Ezidilere soykırım sonrasında bir süreliğine hükümetten maaş alan YBŞ’yi Haşd el Şaabi ve federal güçlerin içine alıyor. Yoksa çatışma çıkacak. Halbuki ABD, Haşd el Şaabi’nin; Türkiye de YBŞ’nin ortadan kaldırılmasını bekliyor. İran’ın desteklediği Haşd el Şaabi, KDP’nin Bağdat’ın dahliyle kurtulmak istediği YBŞ’ye sahip çıkıyor. Kimse tam istediğini alamıyor.
Devam edelim. ABD, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) için yeni bir destek konvoyunu Rojava’ya sokarken karşı taraftan “Suriye’de IŞİD’in işi neredeyse bitti, artık PKK çekilsin” baskısına uygun bir adım gelişiyor. 13 Aralık’ta bir grup PKK’li, ABD’nin beklentisine uygun bir görüntü ile Suriye’yi terk edip Gare Dağı’ndaki kampa gitmek üzere ‘mutat’ geçiş güzergâhından Irak Kürdistanı’na geçiyor. Ama Peşmerge müdahale ediyor ve çatışma çıkıyor. Nihayetinde Gare’deki kamp alanlarına gidecekler ama bölge Türkiye ve ABD’nin desteğiyle bir süredir Peşmerge’nin ablukası altında.
Tam da Batı desteğinde Kürtler arası barışın müzakere edildiği bir dönemde bunlar oluyor ve Barzani yönetimi SDG’yi ABD’ye şikâyet ediyor. 14 Aralık’ta Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesrur Barzani, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Joel Rayburn’e “SDG’ye gönderilen askeri yardımların PKK’ye gitmesinin engellenmesi gerektiğini” söylüyor. Daha sonra Barzani, Amerikalılardan PKK-YPG’nin geçişlerini önlemek için Fiş Habur sınır hattına asker konuşlandırmalarını istiyor. Al Monitor’dan Amberin Zaman’a konuşan kaynaklara göre Barzani talebi 21 Aralık’ta Ortak Görev Gücü Özel Operasyonlar Komutanı Tuğgeneral Guillaume Beaurpere’e iletiyor. Ertesi gün de meseleyi telefonda Pompeo’ya açıyor.
ABD’nin yaptığı aynen şu: Suriye tarafında KDP çizgisindeki Kürtleri, PKK çizgisindeki Kürtlerle özerk yönetime ortak etmeye çalışırken Irak tarafında iki rakip Kürt hareketinin birbirine girmesine yol veriyor. ABD, SDG’nin PKK’den boşanma ihtimaline bel bağlıyor ama SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani, Kürt’e karşı Kürt stratejisinin uç vermesinden hareketle “KDP’nin Amediye’de PKK gerillalarına dönük saldırısı, Kürt kazanımlarını ortadan kaldırır ve kınanması gereken bir durumdur” diye çıkışıyor.
Yılın son sıcak cephesi ise Ayn İsa. Kirli savaşlara özgü ne kadar suç varsa hepsini gururla taşıyan Suriye Milli Ordusu (SMO), Ayn İsa’yı haftalardır vuruyor. Türkiye’nin planlama, koordinasyon, cephane ve ateş desteğiyle; Ankara’nın hesabına. SDG’nin ortağı ABD, NATO’daki ortağı Türkiye’nin SDG’ye saldırısına göz yumuyor. “Biz Suriye devletinin ümüğüne bineceğimiz yerde duralım, petrol bölgesini tutalım, Türkiye de kendi alan temizliğini yapsın” der gibiler. Ekim 2019’da Barış Pınarı Harekatı’na ilk freni yaptıran da kendileriydi. Rusya da Şam lehine kazanmak istediği Kürtlerin Türkiye eliyle dövülmesini izliyor. Barış Pınarı Harekatı’na Soçi Mutabakat Muhtırası ile ikinci freni yaptıran da Ruslardı. Yani ateşkesin garantörü Ruslar. Üstelik Ayn İsa kapsam dışıydı. “Türkiye baskıyı artırır, Kürtler de Ayn İsa’yı Suriye yönetimine bırakır” hesabı güdülüyor.
SDG de bir tarafta Ruslardan garantörlüğün gereğini yapmasını isterken diğer tarafta ABD’ye dönüp “Türkiye’yi durdurmak için bir şey yapmazsanız Ayn İsa’yı rejime bırakırız” resti çekiyor. “Ne rejimi ya SDG’de kalsın ya Türkiye’de.” Bu da Amerikan yaklaşımı.
Suriye devleti, SDG-Amerikan ortaklığının olduğu yerlerde kendi toprakları için savaş(a)mıyor. İdlib’de Türkiye destekli grupları biteviye vururken Fırat’ın doğusunda Türkiye destekli grupların saldırıları karşısında hareketsiz kalıyor. Belli ki Rusların Türkler ve Amerikalılarla belirlediği angajman kuralları bunu gerektiriyor. “Türkiye’nin baskısıyla SDG bölgeyi bize teslim eder, biz de topraklarımızda egemenliğimizi tesis etmiş oluruz.” Bu da Şam’ın umudu.
Türkiye madem Afrin’e yaptığım gibi Ayn İsa ve Menbic’e giremiyorum, 30-40 km derinliğinde karşı koridoru tamamlayamıyorum, o halde saldırıları dayanılmaz noktaya getireyim de en azından rejim güçleri bölgeye girsin, özerk yönetim gerilesin mantığını güdüyor. SDG’nin çekildiği sınır hatlarına Suriye devletinin dönüşünü temin eden süreç de Soçi Mutabakat Muhtırası sayesinde olmuştu.
Kuşkusuz Ayn İsa’nın el değiştirmesi herkes için çok şey ifade ediyor.
Türkiye Ayn İsa’ya girerse M-4 yoluna hakim olacak; Menbic-Halep ve Rakka-Tabka yolunu kesecek; Kobani’yi Cezire’den koparacak; Menbic kuşatmasına doğu cephesi eklenecek. Özerk yönetimdeki Kürt-Arap ortaklığın tutunduğu önemli bir dal kopmuş olacak. Sonuçta burası Arapları işin içine katmak için özerk yönetimin merkezi haline getirilmiş bir yer. Kasabanın Suriye yönetimine bırakılması da özerklik projesinin daralması ve pazarlık gücünün kaybedilmesi anlamına geliyor.
Kürtler üzerindeki baskıyı işlevsel bulsalar da Türkiye lehine daha fazla alan açılması Şam ve Moskova’nın işine gelmiyor. Hatta Şam tarafı artık İdlib’de sürecin çok uzadığını söyleyip duruyor. Yeni Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ilk Moskova ziyaretinde Devlet Başkanı Beşşar el Esad’dan bu konuya dair bir mesaj götürmüş. Özetle; “Astana süreci işlevselliğini yitirdi, Türkiye ile anlaşmak mümkün değil, İdlib’de süreci hızlandırmalıyız, 2021 ortalarına doğru bu işi halletmeliyiz” diyen bir mesaj. Mikdad ayrıca Kürtlere “Özerkliği unutun, böyle bir şey olamaz” diye de sınırları gösteriyor.
Yani Rusya-Suriye hattındaki hava Kürtlere çok umut vermezken Türkiye’ye de “Artık çekilme zamanı” deme eğiliminde.
Rusya yeni bir harekata yeşil ışık yakmayınca da Türkiye “Ayn İsa’da, Menbic’teki gibi göstermelik değil tam çekilme oluncaya kadar saldırılar sürecek” diyor. Şu şart Kürt-Rus müzakere masasında “Ayn İsa’yı Suriye yönetimine bırakmazsanız Türkiye girecek” uyarısına dönüşüyor. ABD ise Türk ordusunun terör örgütleri listesinde olan gruplarla birlikte sahada varlığını sürdürmesini Suriye’nin belini kırma stratejisinde önemli buluyor. Bu pozisyona atfedilen değerin Biden döneminde daha da katlanma ihtimali var.
Irak’tan Suriye’ye Kürt varlığına her açıdan değen kısa bir özet bu.
Bu defterde kaç hesap var? Bu karmaşadan bölgeye barış ve huzur çıkar mı? Temel aktörlerin odak noktası sorunları çözmek değil düşman ya da hasım bellediklerini çözmek. Bunun için her yola varlar; çapraz ilişkiler, çelişkili adımlar, ataklar, geri adımlar…