İstanbul Pendik’ten forklift operatörü bir İşçi Gazetesi okuru
Merhaba. Ben Uluslararası lojistik firması Kuhne Nagel’e bağlı Zet Fatma Lojistik şirketinin Kurtköy’de bulunan Novartis İlaç Fabrikası operasyonunda çalışan bir Reachtruck (Forklift) operatörüyüm. 2 yıla yakındır çalışıyorum.
Fabrikada, çalışma alanımıza bağlı ham madde ve depolama/sevkiyat olmak üzere 2 depo bulunmakta ve bu depolarda toplamda 30 kişi olmamız gerekirken 21 kişi çalışıyoruz. Ekonomik kriz ve enflasyon oranlarının tavan yapmasından dolayı eriyen maaşlarımızla birlikte çalışma arkadaşlarımızda eridi (tek tek işi bıraktı).
Bu süreçte hem depolardaki yoğunluk hem de personel yetersizliğinden dolayı iş kazaları yaşandı. 1 işçi arkadaşımızın -ehliyetsiz iş makinesi kullanmasına müsaade edildiği için- ayağı kırıldı. Başka bir arkadaşımıza yanlış kullanımdan dolayı forklift çarptı. Burada patronların sorumlu/suçlu olduğu kazalar olmakla birlikte bizzat işçilerin makine kullanımı sırasında telefonla ilgilendiği için kazalar da mevcut. Yeterli ve kalifiye personel ve denetimle bu kazaların önüne geçilebilirdi.
Toplu sözleşme sürecinde yaşananlar
Mart 2022 tarihinde Esenyurt ve Kurtköy depoyu (Novartis) kapsayan TÜMTİS sendikası ile TİS imzalandı. İmzalanan TİS ile ücretlere yüzde 52 oranında zam alındı. Asgari ücrete ara dönem zam yapılması durumunda sendika üyesi işçilerin ücretleri, asgari ücrete gelen zam oranında arttırıldı. Çoğunluğunu asgari ücretle çalıştığını bildiğim Esenyurt depoda örgütlenmenin sorunsuz geçtiğini tahmin edebiliyorum. Çünkü daha önceki sendikal örgütlenme sürecinde, asgari ücretli çalışanların gelir grubu olarak kaybedecekleri bir şeyleri olmadıkları için, bu sürece sıkı sıkıya sahip çıktıklarını ve bu sürecin 15 Temmuz sonrası bekleyen/ertelenen davalar sürecini de içerisine katarsam, oldukça sağlam ve dik durduklarını söyleyebilirim. Esenyurt depoda 580 kişinin çalıştığını da not düşmek isterim.
Gelelim sendikal örgütlenme sürecinde bizim depodaki yaşananlara. Depoda çalışanların hepsi forklift ehliyetine sahip ve asgari ücretle çalışmıyor. Hal böyle olunca asgari ücretli bir çalışandan farklı olarak “burunlar yukarıda” ve laf anlatmak zor. İşçi sınıfının “aristokrat” davranışlar gösteren kısmı bu depodakiler. Sendikal örgütlenme sürecinde türlü sıkıntılarla -işçilerle- uğraştım. İstediği zammı -“aba altından sopa göstererek”- almadığı taktide toplu istifa edecekler, dedikodu ve gruplaşma yapmayın uyarılarına rağmen tersini yapanlar, TİS’deki zam oranlarını beğenmeyip (reddedip) ertesi gün kabul edenler, işe başlayalı 6 ay olan bir personeli “temsilci” seçmeleri, seçtikleri “temsilcinin” işçiler arasındaki dedikodu ve iftiralara sorgulamadan inanması, işverenden sinyal alıp, daha fazla zam alma hayaliyle sendikadan istifa etme tehditleri gibi uzayıp giden bir liste.
Bir tarafta örgütlü ve asgari ücretli çalışan bir depo diğer tarafta örgütsüz ve asgari ücretten daha fazla kazanan başka bir depo. Tepkiler iki farklı kutup gibi. Bu süreçte gördüğüm manzara ve tepkiler, sanki 30 kişiden oluşan depo örgütlenmeye öncülük etmişte daha fazla ses çıkarma hakkına sahipmiş gibi bir hâl. Halbuki asıl örgütlenmenin başladığı yer Esenyurt depo ve işçiler asgari ücretli oldukları için örgütlenmeye sıkı sıkıya bağlılar ve muhtemelen anlattığım problemlerin yüzde biri orada yaşanmamıştır.
Buradan şu sonuç çıkmamalı elbette; asgari ücretli çalışanlar ile sendikal örgütlenme ya da genel örgütlenme daha kolay olur gibi. Eğer bu tür işçilerle nasıl iletişim ve ilişki kurulacağına dair deneyiminiz yoksa hata yapmanız ve çuvallamanız olası. Yani örgütleyecek olan sen/ben/biziz. Elbette işçiler de biz de problemsiz ve mükemmel değiliz. Hata yaptıysak, eksik örgütlediysek +1 hata bizde yani öncü olma gayretini ve görevini gösterenlerdedir.
Ek protokol süreci:
Sendika ve patron kendi aralarında, işçiler de kendi aralarında top çeviriyor
Geçtiğimiz Eylül ayı itibariyle de işveren ve TÜMTİS arasında, işçilere yüzde 5 ile 6,7 arasında değişen zam oranlarıyla ek protokol imzalandı. Protokol ile 17,700 brüt taban ücret belirlendi ve verilen zamlar sonrası bu ücretin altında kalan çalışanlara yeni bir ek zam yapılacağı söylendi.
Esenyurt depodaki gelişmelerden haberim yok ama bizim depo örgütsüz olduğu için süreci sadece izledi. Sendika ve patronun iki dudağının arasından çıkan rakamlara kaldı. Sendikanın ek protokol süreci için söylediği ise: “İşveren ile pazarlık yapılacak bir konunun ellerinde olmadığı.”
Halbuki ekonomik olarak bizlerin yaşadıkları diğer işçilerden farksız değil. Asgari ücretle çalışmayan bizler bile enflasyon nedeniyle eriyen maaşlarımız sayesinde artık kendimizi asgari ücretli gibi hissetmeye başladık. Bununla birlikte eylül ayından itibaren vergi dilimine girdiğimiz için devlet tarafından ayrıca budanan maaşlarımız sayesinde, yaşam içinden çıkılamaz bir hale geldi-geliyor. Bizler için mücadele etmek için birçok konu var ama örgütsüsüz.
Ek protokol süreci hem iş sınıfı içerisindeki birbirini takip eden dalganın etkisiyle hem de işverenin varolan maaşlar ile personel alımı yapamaması üzerine gelişen, üst üste binen bir sürece denk geldi. Asgari ücretin Temmuz-Aralık zam oranıyla birlikte 11.402 TL çıktığında bizlerin maaşı 12.500 gibi komik bir rakama denk geliyordu. Haliyle lojistik sektöründe birçok çalışanda ehliyet olmasına rağmen aktif ve kalifiye operatör istihdam sorununun üzerine bizlerin de yaşadığı enflasyon saldırısı eklenince işverenin bu ücretlere personel istihdam etmesi imkansız hale geldi. İşten çıkanların ve işverenin personel alımı yapamaması, biz çalışanların üzerinde 16 saat mesaili çalışmak, zaten yok düzeyindeki sosyal hayatın iyice buharlaşması gibi psikolojik ve fiziksel zorlanmalara/yüklenmelere neden oldu, hala da olmaya devam ediyor.
“İşveren büyük düşünüyor, sizin de büyük düşünmeniz lazım”
Buna karşılık işçi arkadaşlar küçük detaylarla kendilerini yormaya devam ediyor: Yemek masasında muhtemelen SSK’daki meslek kodu değişimine karşılık verilen yüzde beşlik ‘zam’ için imzalamamız istenen ‘görev tanımı/meslek kodu değişimi’ evrakını bazı işçi arkadaşlar imzalamak istemediklerini söyleyerek konuşuyoruz. İşçi arkadaşa sendikalı olduğunu ve bu evrakı imzalasa da imzalamasa da mutabakat olmadan -yani işçi ikna edilmeden- başka yerde çalıştırılmasının çeşitli sıkıntılar yaratacağını anlatıyorum. Hangi evrakı imzalayıp imzalamadığımız ve buna göre aldığımız tutum tabii ki önemli fakat bireysel alınan tutumların bir karşılığı yok. İşçi arkadaşa “Küçük düşünüyorsunuz ve kendinizi yoruyorsunuz bu tür işlerle. Halbuki birlik olsanız yüzde beşlik zamdan daha fazlasını alabilirdiniz. İşveren büyük düşünüyor, sizin de büyük düşünmeniz lazım. Gördüğüm kadarıyla çalıştığınız depoda (ham madde) aranızda birlikte yok. Sürekli birbirinizin altını oymaya çalışıyorsunuz.” dedim. Arkadaşta birlik kısmındaki vurguma hak vererek: “Evet, birlik yok” cevabını verdi. Hem işveren temsilcisi hem de sendika üyesi olan takım lideri de işçi arkadaşa “evrak imzalanmaz ise, yüzde beş zam alamazsın” demiş. İş yerinde bir işçinin hem işveren temsilcisi hem de sendika üyesi olması zaten başlı başına problem ve işçilerin elini konunu bağlayan bir sorun.
İşçilere dağıtılan TİS kitapçığında ek mesailer için “asıl yevmiye hariç artı iki yevmiye hak kazanır” ibaresi bile hem sendikanın hem de işverenin “hesaplaması farklı” oyalamalarına takıldı. Kitapçıkta yazanın aynen uygulanması gerekirken, işçiler asıl hesabın nerede döndüğünü biliyor elbette.
Sendikanın ek protokol sürecinde işçilerle konuşmaması bir sorun elbette ama asıl sorunun işçilerin örgütsüz, bireysel kendiliğinden ve söylenmekten öte geçmeyen davranışlar bütünü olduğunun altını çizmek gerek. Yani sendika “sendika” olmayabilir ama işçiler örgütlü olsa, sendika işçilerin iradesi dışında hareket edemez.
İşçiler olarak evrak, kanun, yasa kağıt parçalarına takılıp, tartışmaktansa örgütlenip daha fazlasını istemek ve kazanmak elimizde. Tabi birlik olmadan ve mücadele etmeden kazanmak imkansız.