Seçimler tamamlandı ve önümüzde 1 Mayıs 2024 var. İkisi de tarih açısından önemlidir. Önemlidir, zira seçimin bitişi ile birlikte ekonomik krizin tüm etkileri çok daha açık ortaya çıkmaya başlayacak. Seçim nedeni ile 2023 Mayısına giderken Saray tarafından sevimli görünmek için yapılan ilave harcamalar, verilen rüşvetler, dağıtılan sadakalar, ücretlerde yanıltıcı olsa da artışlar vb. aslında krizin ağırlığını hissettirmesini biraz olsun azalttı. Yerel seçimler öncesinde, Mayıs 2023’te yapılan hileli ve gayrimeşru seçim sonrasında, aynı bonkörlükle harcamalar yapılmadı. Mesela emeklilere zam çok düşük kaldı. Asgarî ücretteki artışla ilişkisi yoktur. Çünkü ekonominin yönetimi Saray’dan tamamen alındı ve uluslararası konsorsiyuma devredildi. Bu uluslararası konsorsiyum, MB Başkanı ve Maliye ve Hazine Bakanı’nı, kendi kadrosu olarak atadı. Şimşek Bey ve Gaye Hanım, aslında bu uluslararası konsorsiyumun adamlarıdır. Bu nedenle ancak belli ölçülerde seçim rüşvetleri verilebilmiştir. Hiç verilmemiştir demeyelim.
Ama artık seçimler bitti. Erdoğan’ın deyimi ile, 4 yıl seçim yok. Özgür Özel’in CHP’si, “erken seçim” çağrısı yapmayacaklarını söylüyor.
Yerel seçimlerden küçülerek çıkan AK Parti, aslında çok daha büyük oy kaybını (tahminen %20 civarında oyları vardır) örtecek hilelere rağmen, birinci parti olmaktan da çıktı, birçok belediyeyi de kaybetti.
CHP, belediyelerde elde ettiği gücü, şimdiden Saray’ı zorlayacak, hani çok “özlenen” güçlendirilmiş parlamenter sistemi geri getirecek tarzda kullanmayacağını aşağı yukarı taahhüt etmektedir. Demek aslında Saray Rejimi güçlendirilecektir.
Şimdi yeni süreçte, CHP’li belediyelerin temel görevi, yoksulları desteklemek, açlara et sağlamak, ekmek dağıtımı yapmak vb. olacaktır. Saray’ın sadaka sistemi yerine, daha kibar bir tarzda belediyelerin sadaka sistemi devreye sokulacak.
Bu yolla krizin etkilerini hafifletmeyi hedeflemiyorlar. Yanlış. Bu yolla, dışarıda sürdürülecek savaş nedeni ile arka tarafı kontrol altına almaya çalışacaklar. Bir sosyal patlamayı, isyanı ve sokak eylemlerini önlemeye çalışacaklar.
Kaldı ki, krizin ne örtülmesi, ne de hafifletilmesi mümkün değildir. Belki bu, 2018’de yapılacak bazı şeylerle biraz hafifletilebilirdi.
Ve krizin tüm faturasını ödeyecek olan işçi ve emekçiler, 1 Mayıs 2024’te, alanlara çıkacaklar. İşte bu iki tarih, bu nedenle önemli oluyor. Biz de bu yazıyı, iki tarihin arasında, seçimlerin hemen ardından kaleme alıyoruz.
Şimdi tekrar krize dönelim.
Ekonomik kriz, daha da ağırlaşacaktır.
Krizin sonuçları daha açık olarak ortaya çıkacaktır.
Ekonomik krizin bedeli açık olarak halka, işçi ve emekçilere daha fazla yıkılacaktır.
Çünkü uluslararası konsorsiyum, ekonomiyi devralmıştır. Uluslararası konsorsiyum, aslında TC devletinden alacaklı olan şirket, finans dünyası ve bazı devletlerin yetkililerinden oluşmaktadır. Merkezi Londra’da olsa da, yönetimi uluslararası alacaklıların elindedir. Ve bu alacaklılar, mevcut borçları, zamanı gelince yeniden yapılandırmaktadır. Diyelim ki Mayıs 2024’te 20 milyar dolar ödenmesi gereken borç olsun. Bunu ödeme işini, bu konsorsiyum kendi içinde hâlletmektedir. Diyelim bu 20 milyar dolar, %5 veya 8 ile alınmış bir borç ise, artık bu borç, %11, %25 arası bir oranla yenilenmektedir. Böylece piyasadan dolar bulmak gibi bir süreç, bu nedenle yaşanmamaktadır (Bu durum, TL’nin değer kaybetmeyeceği anlamına elbette gelmiyor. Ama MB, yeni para basma işini daha da azaltacaktır). İyi ama ortaya bir sorun çıkmaktadır: Acaba TC devleti, yeni hâli ile borçlarını, faizlerini nasıl ödeyebilecektir? Bunun için, (a) yeni vergi ve haraçlar konulacak, (b) bazı kamu gelirleri doğrudan konsorsiyumun ve onun memurlarının denetimine verilecek.
Demek oluyor ki, krizin faturası daha çok ortaya çıkacaktır.
Krizin önemli bir yönü de emperyalist ülkelerin kendi krizlerini ihraç etmeleridir. ABD, Avrupa, başta Almanya, kendi ekonomik krizlerini belli bir gelişmişlik düzeyindeki ülkelere ihraç ederler. Bunun için kanalları ve yolları vardır. Böylece, krizin daha da artacağını, derinleşeceğini söylemek abartılı olmaz.
TC devletinin kısa vadeli borçlarının toplamı, 180 milyar dolar civarındadır. Konsorsiyumun borçları yeniden yapılandırması, aslında bu borçları artırıcı bir etkiye sahiptir. Ve yeni faiz oranları ile borç vermeleri, zaten kendi krizlerini ihraç etmelerinin mekanizmalarından biridir.
TC devletinin toplam borcu, 500 milyar dolar civarındadır, biraz altındadır. Kısa vadeli borç, 1 yıl içinde ödemesi gelen borçlar için kullanılan bir kavramdır. Demek ki devletin yabancı borçları, ekonominin %45’i civarındadır.
Öte yandan, ister vergiler nedeni ile olsun, isterse enflasyon nedeni ile olsun, fiyatlarda artış sürecektir. Bu artış, enflasyon, devletin tüm yalan istatistiklerinin yalan olduğunu ortaya çıkaracak şekilde sürecektir. Enflasyon, sadece fiyatlarda bir artış olarak kalmaz. Enflasyon, düşük gelir gruplarından büyük zenginlere para aktarılmasının da bir yoludur. Devletin krediler, hibeler, teşvikler vb. yolu ile gerçekleştirdiği sermaye transferlerine ek olarak enflasyon da zenginleri daha zengin yapacak bir mekanizmadır. Örneğin faizler düzeyindeki artış, parası olana yarar. Yani o popüler terimle “faiz lobisi”nin keyfi yerindedir.
TC devleti, uluslararası konsorsiyum, enflasyonu kontrol altına almak gibi bir politika izliyor. Bu MB’nin para basmasını azaltmak açısından bir çeşit önlem gibi görünebilir. Ama enflasyon konusundaki açıklamalar yanlış ve yalandır. Çünkü enflasyonun kaynağı, daha çok aşırı talep olarak görülmektedir. Talebi kısmak için, kredi kartları faizleri artırılıyor, taksit sayısı vb. azaltılıyor. Böylece harcamalar kısılsın isteniyor. İyi ama aslında enflasyonun ana sebebi, aşırı talep değildir. Tersine, halk için aşırı bir talep durumu yoktur. Onlar zaten bir ayın sonunu getirmekten çok uzak durumdadırlar. Oysa enflasyonun gerçek kaynağı maliyetlerdir. Dolarize olmuş bir ekonomide, maliyetler de sürekli artmakta iken, bu durum fiyatları artırmaktadır. Her şeyin dolarla alınıp satıldığı, TL’nin ölçü birimi olmaktan çıktığı bugün, bu konuda alınabilecek önlemler tartışılmıyor.
Bu nedenle, yeni ekonomi yönetimi, açık olarak, enflasyonun 2026 yılında normale döneceğini söylemektedir. Bu durum, faizler düzeyindeki yükselişe rağmen TL’nin kaybının düşmemesinden de bellidir. İşte Erdoğan’ın, 4 yıl seçim yok, demesinin nedeni buradadır.
Saray Rejimi’nin Erdoğan ile devam etme durumu, gerçekte hiç bunlara bağlı değildir.
Savaş ekonomisi, aslında süreci büyük ölçüde etkilemektedir. Evet savaş ekonomisi, bazılarına büyük paralar kazandırmaktadır. Ancak savaş araç ve gereçleri, halkın yiyecek, eğitim, sağlık ve barınma giderlerini azaltmaz.
Savaş ekonomisi, geçici bir durum değildir. Savaş hazırlıklarına bakıldığında bunu anlamak olanaklıdır. Ve elbette, en önemli şey, savaş ekonomisidir.
Ne Saray Rejimi savaşsız varlığını sürdürebilir, ne de Saray Rejimi’nin bağlı olduğu emperyalist güçler savaş politikalarından geri adım atabilir. Her ikisi de savaşı istemektedir. Saray Rejimi’nin zaten görevi budur ve 2023 Mayıs seçim sonuçları, bir çeşit müsamere ile, gayrimeşru bir biçimde, bu amaç için ayarlanmıştır. Yani Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta ABD ziyareti, savaş hazırlıkları içindir.
Enflasyonun önemli bir kaynağı, Saray’ın harcamalarıdır ve bunun içinde en büyük kalem elbette savaş bütçeleridir. Savaş her açıdan bir yıkımdır, kandır, gözyaşıdır, açlıktır ve enflasyonu aşan hâllerdir.
İflas etmiş bir ekonominin, savaş naraları ve savaş politikalarına ne denli ihtiyaç duyduğu açık olmalıdır.
İçeride baskı ve şiddet, savaşın bir başka boyutudur. Bu nedenle, bazılarının “demokratikleşme” hayallerine kapılması gerçekçi değildir.
İşte bu noktada işçi sınıfının durumuna bir kere daha dönmek gerekiyor.
Sendikalar, var olanların büyük bir çoğunluğu, sistemin yedeği hâline gelmiş, işçi sınıfından, pratikte tek tek işçilerden kopartılmıştır. İşçiler sendikaların sahibi değildir. Sendikaların büyük bir bölümü, işçi sendikası bile değildir. Evet üyeleri işçidir ama yönetimleri, bir çeşit mafyalaşmış, çeteleşmiş, devlet ve patronlar için çalışan kişilerden oluşmaktadır. Ve dahası bu bir sendika seçimi ile değiştirilebilecek durumda da değildir. İşçiler gerçekte, sendikalarını geri almak istiyorlarsa, bunun uzun bir yol olduğunu bilmelidirler.
Dahası var, işçilerin sendikalarını geri alabilmeleri, bir siyasi bilinci, birçok farklı örgütlenmeyi gerektirmektedir. Fabrikalarda işçi meclisleri, işçi komiteleri kurmak ve sendika dışında, sendikayı reddetmeden bir örgütlü güç hâline gelmek gerekir. Ve elbette bu da yetmez; işçiler siyasal bir devrimci örgütlenmeye gitmek zorundadırlar. Bu açıdan 1 Mayıs 2024, işçi sınıfının her alanda, her düzeyde örgütlülüğünü geliştirmek için bir basamak olmalıdır. İşçiler, savaşa, savaş politikalarına, içeride süren iç savaş hukukuna karşı çıkmadan, salt ekonomik bir mücadele yürütemezler. Burası geçilmiştir. Ve artan kriz koşulları, daha büyük çapta işsizlik de üretecektir. İşçiler bu sürece ancak birlikte ve örgütlü mücadele ile karşı durabilirler. Bugün, her yerde işçi eylemleri, işçi direnişleri gerçekleşmektedir. Ancak bu direniş ve eylemler, daha büyük çaplı, grev silahının etkili kullanıldığı bir tarza dönüşmek zorundadır.
Demek oluyor ki sınıf mücadelesi daha da şiddetlenecektir.
Sokaklardan uzak durarak, direnişlerden uzak durarak, işçi sınıfının bu mücadeleye hazırlanması mümkün değildir. Geriye atılacak adım kalmamıştır.
İleriye doğru gitmek için ise örgütlü direniş hattı tek yoldur. Elbette bunun bedelleri olacaktır. Ama bunu yapmamanın bedelleri de daha az değildir. İşçi sınıfı, herhangi bir burjuva partisinden, Saray’dan vb. bir beklentiye girerek yaşamını sürdüremez. İşçi sınıfını bu beklentilere itmek, sendikaların işçi sınıfından yana tutum almamaları demek olacaktır.
Birçok sendika, sendikacı, bu durumu görebilmektedir. Mesele, işçi sınıfını, örgütlü bir direniş hattına hazırlamaktadır. Yoksa bunu görmenin bir kıymeti de olmaz.
Tüm bu açılardan 1 Mayıs ve sonrası çok önemlidir.
Geriye atılacak adım kalmamıştır. Yaşam, zorlaşmakta, ölüm sıradanlaşmaktadır. Açlık ve işsizlik daha da artacaktır. Bunlara karşı mücadele etmek için, geriye doğru adım atmak değil, sisteme karşı mücadeleye girişmek bir yoldur.
İşçi sınıfı, içeride ve dışarıda savaş politikalarına karşı mücadele etmek zorundadır. Savaş, bir ulusal savaş değildir. Savaş, emperyalist efendilerin Saray Rejimi’ne verdiği tetikçi olma rolünün hayata geçirilmesidir. Savaş, tekellerin, uluslararası sermayenin, onların işbirlikçilerinin kanlı paralar kazanma savaşıdır. Ve işçilerin bu savaşta yeri yoktur. İşçiler, dünyanın tüm işçileri, silahlarını kendi ülkelerindeki devletlere çevirmek zorundadırlar. Bu nedenle, egemenler, aynı zamanda ilan edilmemiş bir iç savaş hukukunu devreye sokmuşlardır.
İşte 1 Mayıs 2024, bu koşullar altında gündeme gelmektedir.