Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi’nin (TEİAŞ) verilerine göre, 2015 yılında toplam 39 milyon 429 bin 218 abonenin, 32 milyon 358 bin 785’i mesken, 160 bin 288’i sanayi kuruluşu. Buna karşın, kayıtlı elektrik tüketiminin yüzde 22’si, abonelerin binde 821’ini oluşturan meskenlerde, yüzde 48’i ise abonelerin binde 4’ünü oluşturan sanayi kuruluşlarında gerçekleşmiş.
Neden böyle? Bunun bedeli nedir? soruları artık akla bile gelmiyor. Gelmiyor, çünkü, bu durumun üretim, istihdam, ihracat dolayısıyla ekonomi, ekonomik büyüme için olduğu konusunda toplumda yaygın bir kanı hâkim. Özellikle, AKP hükümetleri döneminde, gelişme yerine büyümenin öne çıktığı ve öncelendiği ülkemizde, yukarıdaki durum olağan karşılanıyor. Kentlisinden köylüsüne, kuzeyde, güneyde, doğuda, ortada ya da batıda yaşayanına, okumuşundan okumamışına fark etmiyor. Kendisine sunulanlara yönelik soru soranımız, sorgulayanımız çok az. Hem resmi hem de burjuva ideolojisinin egemen ideolojide büyüyen payı-artan hegemonyası aracılığıyla maalesef bu hale gelmiş durumdayız.
Oysa uzun süreden beri Türkiye, doğayı ve insan sağlığını tehdit eden, kirliliği ile enerji tüketimi yüksek olan ve Batı Avrupa’nın vazgeçtiği sanayi alanlarının merkezi haline getirildi. Örneğin, dünya genelinde, demir çelik üretimi 1970 yılında toplam 595 milyon 430 bin ton iken, 2013 yılında 2.8 kat artışla, 1milyar 649milyon 303 bin ton’a ulaştı. Avrupa genelindeyse farklı bir tercihle, 1970 yılındaki 161 milyon 988 bin ton’luk üretim, 2013 yılında, 13 milyon 370 bin ton’a düşürülerek, yaklaşık yüzde 92’lik bir azalma sağlandı. Avrupa ülkelerinden Danimarka ve İrlanda 2000’li yılların başından itibaren demir çelik üretimlerini durdurdu. İsveç, İngiltere, Belçika, Lüksemburg, Almanya ve Fransa üretimlerini önemli ölçüde azalttı. Türkiye’de ise aynı dönemde yüzde 264’lük artış sağlandı. Demir çelik üretimi 1 milyon 312 bin tondan, 34 milyon 654 bin tona çıkartıldı.
Dünya genelinde ham çelik üretiminin yalnızca yüzde 30’u, Türkiye’de ise yüzde 70’i elektrikli ark ocaklı (EAO) tesislerde, hurda demirin yüksek elektrik akımıyla ergitilmesiyle gerçekleştiriliyor. EAO tesislerde, bir ton ham çelik üretimi için ortalama 576kW elektrik enerjisi gerekirken, üretim sürecinde fazla miktarda, içeriğinin önemli bir bölümünün başta kanser olmak üzere, insan sağlığı ve doğa için zararlı olduğu bilinen, gaz ve katı atık ortaya çıkıyor.
Türkiye’de 2013 yılında, EAO tesislerde gerçekleştirilen toplam ham çelik üretimi için tahminen 14 milyon 240 bin 448MV elektrik enerjisi kullanıldı. Bu tüketim, 2013 yılında ülkede kullanılan elektrik enerjisinin yüzde 7’sinden, aynı yıl sanayi alanında harcanan elektrik enerjisinin de yüzde 15’inden fazlasını oluşturuyor.
Bilmemiz gerekir ki Türkiye’deki demir çelik üretiminin önemli bölümü ülke gereksinimi için değil. Yarısı ihraç ediliyor. Türkiye, 2013’de gerçekleştirilen 34.7 milyon ton üretimle dünya sekizincisi, 17.3 milyon tonunu ihraç ederek de dünya yedincisi oldu. Çünkü, hem fazla enerji gerektiren hem de doğaya ve insana zarar veren kirli bir üretimi başka ülkeler için yapacak aday bulmak kolay değil.
Bununla da kalınmadı. Bilindiği gibi, elektrik üretim aşamasının doğaya ve insan sağlığına en fazla zarar vereni kömürlü termik santraldeki üretimidir. TEİAŞ’ın verilerine göre, üretilmiş olan toplam elektrik enerjisinin 2014 yılında, yüzde 30’u kömürlü termik santrallerde gerçekleştirilirken, bu pay, 2016 yılında, yüzde 34’e yükselmiştir. Yalnızca bu durum bile, enerjinin nerede, ne için kullanıldığının yanı sıra, enerjinin nerede, nasıl, neyle üretildiğini ve bu sürecin de doğaya ve insana yönelik olumsuz etkilerinin tartışılması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Eldeki veriler ışığında, Türkiye’de 2013 yılında, EAO tesislerinde gerçekleştirilen ham çelik üretim sürecinde doğaya tahminen 4 milyon 500 bin ton karbon dioksit, 111 bin 254 ton karbon monoksit, 7 bin 417 ton toz, 5 bin 192t on sülfürik asit, 593 ton çinko, 71 ton kurşun, 69 ton krom, 50 ton nikel ve 5 ton civa atmosfere salınmış. Bununla birlikte, yaşanmış olan söz konusu kirlenmenin ve bu kirlenme sonucunda ortaya çıkan doğa tahribatı ile insan sağlığına olumsuz etkilerin yarısının da ihracat amacıyla olduğunu görelim.
Özetle, günümüzde doğa için mücadele, anti kapitalist ve anti emperyalist bir mücadeledir. Başarı hedefleniyorsa, örgütlenmesi de mücadele de her iki özellik dikkate alınarak yapılmalıdır.
Oysa uzun süreden beri Türkiye, doğayı ve insan sağlığını tehdit eden, kirliliği ile enerji tüketimi yüksek olan ve Batı Avrupa’nın vazgeçtiği sanayi alanlarının merkezi haline getirildi. Örneğin, dünya genelinde, demir çelik üretimi 1970 yılında toplam 595 milyon 430 bin ton iken, 2013 yılında 2.8 kat artışla, 1milyar 649milyon 303 bin ton’a ulaştı. Avrupa genelindeyse farklı bir tercihle, 1970 yılındaki 161 milyon 988 bin ton’luk üretim, 2013 yılında, 13 milyon 370 bin ton’a düşürülerek, yaklaşık yüzde 92’lik bir azalma sağlandı. Avrupa ülkelerinden Danimarka ve İrlanda 2000’li yılların başından itibaren demir çelik üretimlerini durdurdu. İsveç, İngiltere, Belçika, Lüksemburg, Almanya ve Fransa üretimlerini önemli ölçüde azalttı. Türkiye’de ise aynı dönemde yüzde 264’lük artış sağlandı. Demir çelik üretimi 1 milyon 312 bin tondan, 34 milyon 654 bin tona çıkartıldı.
Dünya genelinde ham çelik üretiminin yalnızca yüzde 30’u, Türkiye’de ise yüzde 70’i elektrikli ark ocaklı (EAO) tesislerde, hurda demirin yüksek elektrik akımıyla ergitilmesiyle gerçekleştiriliyor. EAO tesislerde, bir ton ham çelik üretimi için ortalama 576kW elektrik enerjisi gerekirken, üretim sürecinde fazla miktarda, içeriğinin önemli bir bölümünün başta kanser olmak üzere, insan sağlığı ve doğa için zararlı olduğu bilinen, gaz ve katı atık ortaya çıkıyor.
Türkiye’de 2013 yılında, EAO tesislerde gerçekleştirilen toplam ham çelik üretimi için tahminen 14 milyon 240 bin 448MV elektrik enerjisi kullanıldı. Bu tüketim, 2013 yılında ülkede kullanılan elektrik enerjisinin yüzde 7’sinden, aynı yıl sanayi alanında harcanan elektrik enerjisinin de yüzde 15’inden fazlasını oluşturuyor.
Bilmemiz gerekir ki Türkiye’deki demir çelik üretiminin önemli bölümü ülke gereksinimi için değil. Yarısı ihraç ediliyor. Türkiye, 2013’de gerçekleştirilen 34.7 milyon ton üretimle dünya sekizincisi, 17.3 milyon tonunu ihraç ederek de dünya yedincisi oldu. Çünkü, hem fazla enerji gerektiren hem de doğaya ve insana zarar veren kirli bir üretimi başka ülkeler için yapacak aday bulmak kolay değil.
Bununla da kalınmadı. Bilindiği gibi, elektrik üretim aşamasının doğaya ve insan sağlığına en fazla zarar vereni kömürlü termik santraldeki üretimidir. TEİAŞ’ın verilerine göre, üretilmiş olan toplam elektrik enerjisinin 2014 yılında, yüzde 30’u kömürlü termik santrallerde gerçekleştirilirken, bu pay, 2016 yılında, yüzde 34’e yükselmiştir. Yalnızca bu durum bile, enerjinin nerede, ne için kullanıldığının yanı sıra, enerjinin nerede, nasıl, neyle üretildiğini ve bu sürecin de doğaya ve insana yönelik olumsuz etkilerinin tartışılması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Eldeki veriler ışığında, Türkiye’de 2013 yılında, EAO tesislerinde gerçekleştirilen ham çelik üretim sürecinde doğaya tahminen 4 milyon 500 bin ton karbon dioksit, 111 bin 254 ton karbon monoksit, 7 bin 417 ton toz, 5 bin 192t on sülfürik asit, 593 ton çinko, 71 ton kurşun, 69 ton krom, 50 ton nikel ve 5 ton civa atmosfere salınmış. Bununla birlikte, yaşanmış olan söz konusu kirlenmenin ve bu kirlenme sonucunda ortaya çıkan doğa tahribatı ile insan sağlığına olumsuz etkilerin yarısının da ihracat amacıyla olduğunu görelim.
Özetle, günümüzde doğa için mücadele, anti kapitalist ve anti emperyalist bir mücadeledir. Başarı hedefleniyorsa, örgütlenmesi de mücadele de her iki özellik dikkate alınarak yapılmalıdır.