11.8 C
İstanbul
28 Ekim Pazartesi, 2024
spot_img

“Karbon ayak izini” büyük petrol şirketleri uydurdu, onları suçlamaya devam edin – Rebecca Solnit (Çeviri: Can Koçak)

Yani bireysel eylemler meseleye vakitlice etki edecek kadar hızlı artmıyor, politikaları ve hukuki düzenlemeleri değiştirmeyi hedefleyen kolektif eylemler ise artabilir.

Bireysel meziyetler ilerici hareketler için hep cezbedici birer hedef olacak, iklim hareketi de bundan azade değil. Birileri sürekli evinin düzeniyle övünüyor, ne yedikleri ya da nasıl seyahat ettikleri üzerinden başkalarını eleştiriyor. En basit karşı argümana göre bireysel tutumluluk örneklerinin ya da perhizlerin bu on yılda kat etmemiz gereken uzun yoldaki adımlarımıza faydası olmayacak. Fosil yakıt çağını kapatmamız, enerji peyzajımızı yeniden tasarlamamız, neredeyse yaptığımız her şeyi tekrar düşünmemiz gerekiyor. Yerelden küresele her ölçekte kolektif eyleme ihtiyacımız var, bu seviyelerde mücadeleyi sürdüren güzel insanlara da kentleri temiz enerjiye geçirmek, devletleri hidrolik kırılmadan ya da fosil yakıtı desteklemekten vazgeçirmek konusunda destek olmalıyız. Devrim, insanlar uslu uslu evde otururken gelmeyecek.

Petrol şirketleri ise sizi işlerin böyle yürüdüğüne inandırmaya çalışıyor. Görünüşe göre kişisel etkinin popüler ölçüm araçlarından “karbon ayak izi” kavramı, BP için çalışan bir reklam firması tarafından ortaya atılmış. Bu yaz yayımlanan yazısında Mark Kaufman şöyle diyordu: “Toplam 18.700 benzin ve servis istasyonuyla dünyanın ikinci en büyük petrol şirketi olan British Petroleum, meseleyi çarpıtarak iklim değişikliğinin dev petrol şirketlerinin değil bireylerin suçu olduğu fikrini yaymak için halkla ilişkiler firması Ogilvy & Mather ile anlaştı. Böylelikle British Petroleum, ya da BP, 2000’lerin ilk on yılında ‘karbon ayak izi’ kavramını ortaya attı ve popüler hâle getirdi. Aynı şirket 2004’te de insanlar gündelik hayatlarının (işe gitmek, yiyecek satın almak ve – aman yarabbi – seyahat etmek) ne kadarının yerkürenin ısınmasından sorumlu olduğunu değerlendirebilsin diye ‘karbon ayak izi hesaplayıcısını‘ ortaya attı.”

Petrol şirketlerini alaşağı etmeliyiz, çünkü ürünleri gezegeni mahvediyor. Tabii iklim değişikliğini reddeden görüşleri yaymaktan karbon ayak izi kavramında ısrar etmelerine dek yaptıkları tüm sinsi propaganda çalışmaları, onları yok etme hedefini çok daha değerli hâle getiriyor.

Karbon ayak izi meşhur oldu. Sosyal medyada ne zaman iklim krizinden bahsedilse insanların bireysel tüketim alışkanlıklarını anlattığını görüyorum. Bill McKibben 2008’de bu görüşe karşı bir yazı yazmıştı: “Diyelim ki değişime imza atabilecek kadar zamana ve paraya sahipsiniz, buna da X diyelim, çünkü biz matematikçiler bir şeyleri böyle adlandırmayı severiz. İşin sırrı X’i toplayarak değil katlayarak artırmak. İşin sırrı konuyu çok önemseyen %5’i almak ve %5’ten çok daha fazlasına etki etmelerini sağlamak. Bunun yolu da demokrasiden geçiyor.”

Yani bireysel eylemler meseleye vakitlice etki edecek kadar hızlı artmıyor, politikaları ve hukuki düzenlemeleri değiştirmeyi hedefleyen kolektif eylemler ise artabilir.

Ayrıca bireysel meziyetleri amaca dönüştürenler sorunun parçası olmamakla yetiniyor. Oysa biri gözü önünde bıçaklanırken görgü tanığının “öldüren ben değilim,” diyerek kenara çekilmesi yeterli değil (gerçi küresel kuzeydeki bizlerin iklimi öldüren sistemlerle birçok bağı mevcut, o yüzden pek de görgü tanığı sayılmayız). Zamana, erişebildiği haklara, kulak verilen birer sese sahip olanlarımız çözümün parçası olmayı, sistemi değiştirmeyi, cinayeti önlemeyi amaçlamalı.

Hepsinin temelinde kendimizi ne olarak gördüğümüz sorusu yatıyor, müşteri miyiz yoksa yurttaş mı? Müşteriler kendilerini satın aldıkları, sahip oldukları, izledikleri – ya da izlemedikleri – şeyler üzerinden tanımlıyor. Yurttaşlar (yurttaş derken vatandaşlık statüsüne sahip olanlardan değil, henüz vatandaşlık almamışların sıklıkla ve etkili bir biçimde yaptığı gibi katılım gösterenlerden bahsediyorum) ise kendilerini sivil toplumun bir parçası, politik sistemde fail olarak görüyorlar. Ayrıca bireysel meziyetler zaten büyük ölçüde etrafımızdaki sistem sayesinde ortaya çıkıyor. Eğer çatınızda güneş panelleri varsa, bunun sebebi güneş enerjisinin bir piyasasının ve imalatçılarının olması, belki bir de şebekeye yüklediğiniz enerjinin bedelini ödemeleri için elektrik şirketiyle yaptığınız anlaşma.

Kendimden örnek verirsem, bireysel meziyet çığırtkanlığı yapabileceğim durumlardan bazılarının mümkün olmasının tek nedeni kolektif eylem. Bunun bir seçenek, ardındaki güneş ve rüzgâr enerjisinin ise erişilebilir olmasını sağlamak için örgütlenenler sayesinde evimde %100 temiz elektrik var. İşlerimin bir kısmını bisikletle halledebiliyorum, çünkü San Francisco Bisiklet Koalisyonu kentin tamamına bisiklet yolu yapılması, yol olmayan yerlerde de iki tekerlekle güvenli seyahat edilebilmesi için on yıllardır uğraşıyor. Toplu taşıma kullanabiliyorum, çünkü toplu taşıma diye bir şey var. Körfezin öteki ucundaki Berkeley kenti %100 elektrikli evleri gelecek için standart hâle getirdi, Kaliforniya’da bulunan elliden fazla kent ve ilçe onları izledi. Kaliforniya’nın temiz elektrik taahhüdüyle birlikte düşünüldüğünde bu düzenlemenin önemi görülüyor. İleride %100 elektrikli bir eve ya da yakıt olarak yenilenebilir enerji kullanan bir arabaya sahip olmak meziyet sayılmayacak, standart hâline gelecek.

Tabii bireysel ve kolektif eylemin birbirine zıt gitmesine gerek yok. Bireysel tercihleri üst üste koymak mümkün (McKibben’ın deyimiyle katlayarak artırmak ise mümkün değil). Pek çok fast food zinciri artık vegan seçenekler de sunuyor, çünkü onlar için kâr edilebilir bir pazar oluşturmaya yetecek sayıda müşteri bunu talep etmeye başladı. Görünür seçimlerimizle başkalarını etkilediğimiz doğru. Fikirler, değerler, alışkanlıklar yayılıyor. Sosyal hayvanlarız, hem iyi hem de kötü davranışlarımız bulaşıcı (kötü olanlar için yanıltıcı aşı karşıtı görüşlerin bulaşıcılığına bakmanız yeterli).

Vejetaryenlik ve veganlık (daha az et yenen ya da hiç kırmızı et yenmeyen diyetlerle birlikte) giderek yaygınlaştı, yeni ürünler ve farklı menüler için yeni pazarlar oluşturdu. Öte yandan et endüstrisi ne ortadan kayboldu ne de iklim krizini kızıştıran etkisini azalttı. İklim kaosu bizi her şeyin birbirine bağlı olduğunu fark etmeye zorluyor. Kendinizi yurttaş olarak görmek, toplumsal ve politik sistemlerle bağınızı görmek anlamına geliyor. Yurttaşlar olarak fosil yakıt şirketlerinin, et endüstrisinin, enerji şirketlerinin, ulaşım sisteminin, plastiklerin ve daha pek çok şeyin ayak izlerinin peşine düşmemiz gerekiyor.

*Bu yazı, Can Koçak tarafından Rebecca Solnit’in The Guardian’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EKİM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol