Bugünkü sunumda kapitalizmin kadınlar üzerinde yarattığı yıkımdan ve bu yıkımın arasından inşa edilen kadın öznelliğinden örneklerle beraber bahsedeceğim. Bunun için ilk önce kapitalist emperyalist sistemin 2008 krizi ile başlayan sürecine özel olarak değinmek gerektiğini düşünüyorum.
2008 krizi finansal alandan başlayan bir kriz olmakla beraber sadece bir finansal kriz olmanın ötesinde kapitalist emperyalizmin varoluşsal krizi olarak devam etmektedir. Kapitalist emperyalist sistem bu krizi aşabilmek adına üçüncü emperyalist paylaşım savaşımına hazırlık yaparken şiddet ve saldırganlığı daha fazla örgütlemektedir.
Bu şiddet ve saldırganlık daha fazla örgütlenirken sistem erkek egemenliği daha fazla teşvik etmekte, baskı ve tahakkümü artırmaktadır. Bu çerçevede, kapitalizm kadınlara çok yönlü saldırılarda bulunmaktadır. Kadınlara yönelik artan şiddet, kadın emeğinin kırılganlaştırılması, işyerlerinde artan mobbing ve baskı, çifte emek sömürüsünün yoğunlaşması, aile kurumunun yeniden örgütlenişi için toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tesisi ve güçlendirilmesi, artan güvencesiz çalışma ve esnek mesai bu saldırılar ekseninde değerlendirilebilir.
Hem kapitalizmin hem de erkek egemenliğin kadınlara yönelik artan baskısı, zaten toplumsal yapının en ezilmişi durumundaki kadınlar için yoğunlaşmış bir tahakküme dönmüştür. Kadınların sıkıştırılmaya çalışıldığı bu tablo ise Polonya’daki “ne kadar baskı o kadar direniş” sloganındaki gibi kadınların üzerindeki tahakküme ve tahakküm biçimlerine yönelik başkaldırısını da açığa çıkaran bir zemine dönmüştür. Bugün, kadınlar “kendini ezen” herhangi bir mekanizmaya bir kez başkaldırdığında diğer mekanizmalara ve sisteme karşı çıkmaya çok açıktır. Örneğin, Akbelen Direnişi’ndeki İlkay Abla; Akbelen Ormanları’nı savunmak için direnişe gitmek için ev içinde “ona yüklenen yemek hazırlama” gibi yükümlülükleri reddetmekte, direnişe gitmeyi ve direniş alanında bulunmayı tercih etmektedir.
Kadınlar üzerindeki baskının bu kadar arttığı ve kadınların birçok alanda direniş gösterdiği bu dönemde, kadınların direnişlerdeki rollerine ve tabloya dair biraz konuşmanın gerekli olduğu kanısındayım.
Dünyadan bazı örneklere bakmak gerekirse;
Meksikalı kadınlar, son yıllarda tırmanan kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi yükseltmeye devam ettikleri gibi 2020 yılındaki kadın greviyle kadınların mücadelesini Meksika’daki toplumsal mücadelelerin ve taleplerin ayrılmaz bir parçası kıldı.
2019 protestolarının neoliberal iktidarı yıktığı Şili’de kadınların bedenlerine yönelik saldırılara karşı başkaldırıları gündeme çokça gelmişti ve Las Tesis de diğer ülkelere hızlıca yayılmıştı.
Sudan’da Ömer El Beşir iktidarının buğday ve akaryakıt sübvansiyonlarını kesme kararı (2018) ve izleyen zam yağmuru, yıllardır alttan alta kaynayan öfkenin su yüzüne çıkmasına, sonunda 30 yıllık rejiminin devrileceği bir halk ayaklanmasına yol açmıştı, yine Sudan’daki süreç Alaa Salah’ın beyaz giysiler içinde, bir aracın üzerinden halka seslenen görüntüsüyle hafızalara kazınmış durumda.
Lübnan’da 2019’da hükümetin “Whatsapp üzerinden yapılan görüşmelere vergi getirilmesi” kararının tetiklediği halk ayaklanmasında da kadınlar başı çekti. Lübnan Komünist Partisi Gençlik Merkez Yönetim Kurulu’ndan bir üyenin sözlerine göre, “Maddi baskılar, aile baskıları, toplum algılarının onlara dayattıkları ve devletin tamamen kadınlara karşı bir tutum sergilemesi kadınları radikal güçlere çevirdi. Kadınların daha ilerici söylemlerle buluşması, talepleri ve mücadeleyi bölmeye yönelik liberal yaklaşımı gölgeleyebilme potansiyeline sahip.”
Hindistan’da kadınlar son yıllarda yoğunlaşan “toplu tecavüz”lerden, tarım alanındaki birçok grevde rol almaya kadar çeşitli gündemlerde eylemde.
İran’da Jina Mahsa Amini’nin öldürülmesiyle beraber başlayan süreçse hala devam ediyor, hatta yıldönümü için Türkiye’de de eylem planları yapılıyor.
Farklı coğrafyalarda açığa çıkan bütün direnişlerde kadınların bariz bir şekilde ön plandayken direnişe çıkma gerekçeleri birbirlerinden farklılık göstermekte ve çeşitlilik arz etmekte. Bu verileri heybeye koyarak bu coğrafyadaki farklı alanlardaki direnişlere göz atmak iyi olacaktır.
İşçi direnişlerindeki kadınların tutumuna bakacak olursak;
2019 yılında Ayça Tezerişir’in yüksek lisans çalışması; Novamed, TEKEL ve Flormar direnişleri incelemiş, bu çalışma kapsamında; Kadın işçilerin sömürü ve baskı koşullarına karşı sergiledikleri direnişlerin hem ekonomik hem de siyasal anlamda kırılmalar yarattığı; kadınların bu hareketler, mücadeleler, grevler ve eylemler içinde yer almalarının hem işçi hareketi açısından hem de kadınların toplumsal cinsiyet mücadelesi açısından önemli bir yerde durduğu görülmektedir. Kadınların “özgürleşme” olarak deneyimledikleri bu süreçler, gerek toplumsal alandaki kadın mücadelesi açısından gerekse kadınların kendi öznel yaşantıları açısından dikkate değer sonuçlar doğurmaktadır.
Novamed, TEKEL ve Flormar örneklerine bakıldığında, kadınlarla yapılan görüşmeler, röportajlar incelendiğinde kadınların deneyimleri hakkında konuşurken vurguladıkları en önemli şey kendilerini artık “daha güçlü ve daha özgür” hissetmeleridir. Bunu hem kamusal alanda hem de özel yaşamlarında deneyimlediklerini de özellikle vurgulamaktadırlar. Örneğin ailelerine, eşlerine de haksızlıklar söz konusu olduğunda “hayır” diyebildiklerini defalarca dile getirmişlerdir.
2021 yılında yine Karaburun Bilim Kongresi’nde yapılan bir çalışma; pandemideki işçi direnişlerinde ( Sinbo, SML Etiket, Pegasus ve Adkotürk işçileriyle yapılan görüşmelerin sonucunda) kadınların aldığı pozisyonun, sınıf mücadelesi ile kadın mücadelenin birbirini dışlar şekilde konumlanmadığını ortaya koymuş, toplumsal cinsiyet temelli problemleri de gören ve gündem eden bir sınıf mücadelesini belirginleştiğini bulgulamıştır. Sendika hakkı için mücadele eden işçiler, işçi kadınlara yönelik erkek ve patron şiddetine karşı mücadeleyi de gündem etmişlerdir. Aynı zamanda direnişte özgürleşme ve güçlenme bağlamında da günlük hayatlarını dönüştüren pratikleri dile getirmişlerdir.
2023 yılında Mürüvvet Durmaz’ın lisans tezi bağlamında yaptığı Koç İşçileri’nin direnişi de kadınların sınıf bilincini açıkça ortaya koyarken emekçi kadın olmanın farkını da açıkça ifade edebilir olduklarını gösterir durumda.
Yine hem bu yılki Karaburun’un en önemli gündemlerinden biri olan deprem gündemiyle kadınların nasıl ilişkilendiğine dair bazı verileri ortaya koymak bugün nasıl bir öznellik inşası için önemli durumda.
Deprem sürecinde birçok feminist ve sosyalist yapı hızlıca dayanışma çadırları kurdu. Adıyaman’da ve Hatay’da kurulan feminist çadırlar bu sürecin bir tarafıyken, diğer yandan deprem bölgelerinde, özellikle “deprem mağduru” gibi görülen kadınların aldığı tutumlar ayrıca incelemeye değer.
Antakya’da birçok mahallede kadın dayanışmaları kurulmuştur. Bu çerçevede en çarpıcı örneklerden biri bugün Samandağ Dayanışma Evleri olarak bilinen yapının kadın dayanışma evleri olarak harekete geçmesidir. Samandağ’ın 9 ayrı mahallesinde kurulu olan kadın dayanışma evleri; kadınların deprem sürecinde kurucu rol oynayışını açıkça göstermektedir. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev içi emek, yaşam alanındaki eksiklikler, temel ihtiyaçlara erişim; yani toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden “kadınlara atfedilen sorumluluklar”, depremin yarattığı nesnel durumda “kadınların kurucu rol oynamasını ve özneleşerek yaşam alanına dair kararlar alma sürecini” örgütleyen ve kadınları harekete geçiren bir etken de olmuştur. Kadınlar emeklerinden aldıkları güç ile yeni bir yaşamı yaratma ve bunun için görev ve inisiyatif alma tutumunu ortaya koymaktadır.
Keza 15 Ağustos tarihinde, Samandağ Dayanışma Evleri’ndeki kadınlar yerel yönetimlere çalışmasını başlatmıştır. Kadınların muhtar olmasını hedefleyen bu çalışma yönetsel mekanizmalarda kadınların dahiliyetini ele alırken ayrıca kadınların yaşam alanlarına ilişkin daha fazla karar alabileceği bir süreci öngörmektedir.
Yine deprem sürecinde kadınların tutumlarını ele aldığımızda Samandağlı Kadınlar’ın Hüznümüz İsyanımızdır eylemi özel bir vurguyu hak etmektedir. 40. Gün eylemi olarak da hatırladığımız bu eylem; depremin unutulmaya yüz tutulduğu, ülkede seçim gündemlerinin yoğunlaştığı, Meral Akşener’in 6’lı masadan kalkışının yoğunlaştığı bir dönemde; Samandağ Dayanışma Evleri’ndeki kadınların süregelen tartışmalarından çıkan bir karar olarak örgütlenmiştir. Depremin yarattığı yıkım sonrası “unutulmaya karşı” “yas tutmak ve öfkeyi açığa vurmak” için gerçekleştirdikleri ilk eylem olmakla birlikte depremzede görüntüsünden çıkarak politik bir eylem yapan kadınlar aynı zamanda kadınların harekete geçme ve örgütleme iradesini de ortaya koymaktadır.
Deprem bölgesindeki süreç ve eylemlilikler kadınların “yaşam inşasında özne olma” konusunda ısrarlarını göstermektedir.
Son birkaç ayda tekrar gündemimize oturan bir diğer direniş alanı ise ekoloji hareketidir. Kadınlar; Cerattepe’de, birçok HES sürecinde, Karadeniz’deki maden çıkartma çalışmalarında, İkizdere’de, Akbelen’de kadınların öncülüğünde başlayan direnişlerde bir kez daha yaşama sahip çıkmışlardır. Yağma – rant ekonomisiyle saldırganlaşan sermayeye karşı pozisyon almakta, bu pozisyonu alırken kararlı, direngen ve süreklilik içeren tutumlar geliştirmektedirler. Yine Karaburun oturumları çerçevesinde Akbelen Direnişi’ni anlatan Deniz Gümüşel de direnişin öncüsünün kadınlar olduğunu, bunun sebeplerini ise erkeklerin aksine sistemden aldığı bir pay olmayışı ve kadınların kendini tarım aracılığıyla üretime dahil ettiğini, bundan mahrum kalmasının hem söz hakkına hem de yaşamına etkisi olduğunu da vurgulamıştır.
Farklı direniş alanlarında ön plana çıkan kadınlar, kadın öznelliğine ilişkin birçok nüveyi ortaya koymaktadır.
Hem dünyada hem de bu topraklarda kadınlar birçok eylemde kapitalizmin ve sermayenin saldırılarına karşı pozisyon almakta. Bu eylemlere baktığımızda kadınların “sadece kadın olmalarından kaynaklı sorunlara” karşı eyleme geçmesinin çok ötesinde sistem karşıtı birçok eyleme geçme eğilimleri mevcut. Kadınlar doğrudan doğruya kapitalist emperyalist sistemle karşı karşıya gelmekte. Sistem karşıtı eyleme geçerken “kadın olmalarının etkisi” tabii ki ortada fakat kadınların bütün yaşama dair söz söyleme, karar alma ve direnme tutumları; direndikleri alanlar, bulundukları eylemlerde aldıkları pozisyonlar, dile getirdikleri talepler ekseninde açığa çıkmaktadır.
Güncel direnişlerde kadınların direniş dinamikleri göz önüne alındığında kadınların kendi gündemlerini öne alan, sistem karşıtı mücadele ve sınıfsal perspektifi olan bir hatla beraber örgütlenmek önem arz etmekte. Sistem bugün saldırganlığı ve şiddeti her alanda örgütlemeye çalışırken kadınları da bundan azade bırakmamakta. Hem iktidarın hem de burjuva muhalefetin çeşitli argümanlarıyla kadınlar arasında ayrışmayı ve farklılığı örgütlemeye çalışmakta. Göçmenlere yönelik söylemlerle göçmen kadınların uğradığı şiddeti görünmez kılmaya çalışırken; laiklik-şeriat gibi ikili alana sıkışan yaklaşımlarla kadınların ortak zeminlerini bölmeye uğraşmakta. Bütün bunlar düşünüldüğünde kadın hareketi, kendini iktidar karşıtı söylemlere sıkıştırmadan, kendi gündemlerini dayatan, yaşamı örgütleyen ve “kadınlar olarak nasıl bir dünyayı ve yaşamı istiyoruz” sorusunun çerçevesinde farklı direniş alanlarına ve direniş gündemlerine “biz nasıl dahil edeceğiz ve hangi sözü söyleyeceğiz”i önceleyen, bunu da “kadın olma durumunun ötesinde” “kadınlar istediği yaşamın bütününü” isteyen bir şekilde örgütlemeli.
Pedlerin ücretsiz dağıtılması talebini koyarken ekoloji için mücadele edebilir, 6284’ü savunurken sendikal haklar için eylem yapabilir, aile kurumuna karşı dururken yükselen milliyetçiliğe itiraz edebiliriz. Saldırganlaşan kapitalizme karşı kadınlar olarak her alanda mücadele etmek ve “nasıl bir yaşam istiyoruz” sorusuyla birlikte tüm yaşama dair söz üretmek, sadece bir fikir olmanın ötesinde nesnel tabloda kadınların hareket dinamiklerinden biri. Örgütlenmeyi büyütmeye!
*17. Karaburun Bilim Kongresi’nde Kapitalizmin Yıkımı ve Kadın Emeği oturumunda sunulmuştur.
* Tam başlık: Kapitalizmin Yıkımı, Yıkımın Kadınlar Üzerindeki Etkisi ve Kadın Özneliğinin İnşası