Sınıflı toplumların sonuncusu olan kapitalist sistem, her geçen gün işçi sınıfı için daha yaşanılmaz bir hal alıyor. Zenginler kârlarına kâr katarken, her gün daha fazla insan açlıktan ölüyor.
Kapitalist sistemin artı değer üzerinden ‘gizlice’ yürüttüğü sömürü, Türkiye’de, tüm çıplaklığıyla hızla devam ediyor.
Her yıl aynı tablo: Zengin daha zengin, fakir daha fakir
Yardım kuruluşu Oxfam’ın yıllık olarak yayımladığı rapora göre geçtiğimiz yılda da zengin ile yoksul arasındaki uçurum büyümeye devam etti.
Rapora göre, geçtiğimiz yıl zenginler servetlerine 900 milyar dolar daha servet kattılar. Bu rakam önceki yıla göre yüzde 12 artmış durumda. Bu, günde 2,5 milyar dolar artış anlamına geliyor. Buna karşın aynı dönemde dünyanın en yoksul kesimi olan 3,8 milyar kişinin serveti yüzde 11 oranında azaldı. Dünya nüfusunun neredeyse yarısına denk gelen 3,4 milyar insan günde 5,5 dolar ile geçinmek durumunda.
Dünyanın en zengin kişisi olarak bilinen Amazon’un Sahibi Jeff Bezos servetine geçtiğimiz yıl 112 milyar dolar daha ekledi. Bezos’un sahip olduğu servetin yüzde 1’i, 105 milyonluk nüfusa sahip Etiyopya’nın sağlık bütçesine eşit.
Bu arada 2008 krizinden bu yana milyarderlerin sayısı ikiye katlanırken; zenginlerin ve şirketlerin ödemek durumunda oldukları vergi tarifeleri daha da düşürüldü.
Oxfam’ın Credit Suisse Bankası’nın verilerine dayanarak verdiği bilgiye göre dünyanın en zengin 26 kişisinin toplam serveti, dünyanın en yoksul kesimi olan 3,8 milyar kişinin servetine eşit. Geçtiğimiz yıl bu sayı 43 kişiydi.
Bu arada kamu sektörüne ayrılan bütçe sürekli düşürüldü ve özelleştirmeler hız kazandı. Eğitimden sağlığa her şey paralı hale getiriliyor. Bu da en yoksul kesimlerin birçok hizmetten yararlanamaması anlamına geliyor.
Oxfam’ın raporuna göre sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için günde yaklaşık olarak 10 bin insan ölüyor. Oysa en zengin yüzde 1’lik kesimden alınacak yüzde 0,5 fazla vergi 262 milyon çocuğun okula gitmesini ve 3,3 milyon insanın iyi bir sağlık hizmeti almasını sağlayabilir.
Rant cenneti Türkiye
Dünya’nın genelinden farklı olarak Türkiye’de paranın dağılımında rantın oranı büyük.
Gazeteduvar’daki yazısında son yıllarda ihale sayısının azalmasının, en azından belli düzeyde kalmasına karşın tutardaki yükselişine vurgu yapan Bahadır Özgür, her geçen gün ranta daha fazla kaynak gittiğini belirtirken, paranın da daha az şirkette yoğunlaştığının işaret etti.
Bu yeni durumda inşaat sektörünün önemini vurgulayan Özgür’ün yazısından bazı kesitler şöyle: “Mal ve hizmet ihaleleri kârlı olsa da bunların üzerinden aktarılan servet miktarı hem çok fazla şirkete bölünür hem de kamunun kapasitesinden dolayı kolayca artırılamaz. Tabi ki birileri yüklü paralar kazanır, aşırı zenginleşenler olur fakat her yıl ihalelerin tekrarlanması, mal ve hizmet üretmeyi gerektirmesi, çok parçaya bölünmesi vb. nedenlerden dolayı yüklü servet transferi için nispeten meşakkatli yollardır. Oysa inşaat öyle değil. Tek kalemde büyük bir servetin kamudan şirketlere, garanti altında transfer edilmesi en etkili yöntemdir. 2013’ten sonra Türkiye’de servet transferini hızlandıran şey tam da budur.”
“Burada devreye KÖİ’ler de giriyor. KİK’in yetersiz kalan kapasitesi karşısında KÖİ’ler, servet transferini adeta patlatıyor. Tekrar vurgulamak gerekir ki, bu projelerin esbab-ı mucibesi; yüksek miktarda servetin tekelleşmesinin en kolay, en hızlı hukuki yolu olmasıdır.”
“Son 10 yılda imzalanan KÖİ projelerinin sözleşme değeri 120 milyar doları buluyor. Bunların dağılımında havaalanları 68 milyar dolar, enerji 25,3 milyar dolar, karayolları 14 milyar dolar, şehir hastaneleri ise 10,6 milyar dolarla ön planda. Hazine garantileri, kur, projelerin işletilmesinden gelecek gelir derken ortadaki servet muazzam boyutlara ulaşıyor. Şirketlerin kabaca kazanacağı parayı tahayyül edebilmek için sözleşme değerlerini 2-3 katıyla çarpmak yeter.”
“Gökdelen gibi görünen payı kimler almışsa, son 10 yılda en büyük servet transferi de onlara yapılmış demektir. İsimleri kamuoyunca malum. Kolin, Cengiz, MNG, Kalyon ve Limak. Bunlara bir de karayolu ihalelerinde söz sahibi Makyol eklenmeli. 2017’de KİK üzerinden aldıkları paylar şu şekildeydi: Makyol 10,6 milyar lira, Cengiz Holding 7,9 milyar lira, Kalyon 6,9 milyar lira, Kolin 4,6 milyar lira. KİK kapsamında doğrudan alım ve davet usulleri hariç yapılan 100 milyar liralık ihalenin yüzde 30’u bu dört şirkete gitmiş. İhalelere katılan şirket sayısının da 20 bini bulduğunu hatırlatalım.”
“AKP döneminde bu 10 şirkete toplam 205 milyar dolarlık proje verildi. Kıyaslama bakımından bu miktarın, toplam dış borcun yarısına, geçen yılın Gayri Safi Milli Hasılası’nın da neredeyse yüzde 25’ine denk geldiğini söyleyelim. Özetle bugünkü kur üzerinden 1 trilyon lirayı aşkın servet AKP döneminde bu 10 şirkete transfer edildi. 3. Havaalanı’nı alan beş şirketin aldığı payın toplamı da 160 milyar dolar. Bunlardan Cengiz-Limak-Kolin üçlüsü ayrıca enerjinin en kârlı alanı olan dağıtımda Boğaziçi, Uludağ, Akdeniz ve Çamlıbel’de de ortaklar. Bazı liman ve otoyol projelerinde de ikili ortaklıkları mevcut.”
Zenginlere para aktarmada revaçta olan yöntem: Yap-İşlet-Devret
Köprüler, havalimanları, şehir hastaneleri… Son yıllarda, yap-işlet-devret modeliyle birçok inşaat işine girişildi. Sermaye neredeyse tüm bu projelere dolar üzerinden girdi. Türk lirasının dolar karşısında değer kaybetmesi sonrası ise tüm şirketler çok yüksek oranda yeni kârlar elde etmiş oldular.
Mesela, işletmesi özel şirkette olan Osmangazi Köprüsü ve Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu geçiş ücretleri, 2019 yılının ilk gününde artırıldı. Geçen yıl 71,75 TL olan 1. sınıf araç geçiş ücreti, yılbaşının ilk günü itibariyle 103,05 TL’ye çıkarıldı. Ayrıca daha önce 5,5 TL olan Altınova- Orhangazi arası yeni zamla birlikte 11,5 TL’ye yükseltildi.
CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, Osmangazi Köprüsü’ndeki geçiş ücreti artışı ve yapılan sözleşme ile ilgili olarak yaptığı açıklamada; “Geçiş ücreti 35 dolar artı KDV, yani 37,8 dolar olarak belirlenmiş. Bu da her yıl 2 Ocak kuruna göre belirleniyor. 2018 yılı 2 Ocak dolar kuru 3,73, yani 141 TL iken bugün dolar kuru 5,27, yani yaklaşık 200 TL oluyor. Bugün yapılan zamla vatandaş 103 TL ödeyecek. Verilen araç garantisi sebebi ile Hazine geçen araç için 97 TL, geçmeyen araç için 200 TL ödeyecek. Yani hem vatandaş hem Hazine yine bedel ödüyor. Burada her durumda yine kâr eden firma, yani piyango yine işletmeci firmaya çıkıyor” dedi.
Sadece 2017-2018 yılında köprüden geçenlerin dışında, vergilerimizden işletmeci firmaya ödenen tutar 3 milyar TL .
Bir başka örnek: Çanakkale Köprüsü
Binali Yıldırım, katıldığı Çanakkale Köprüsü töreninde müjdeyle verdi nasıl kazıklandığımızı. 2023’te planlanan açılışının bir yıl öne çekilerek 2022’ye alındığını belirtirken, tabi ki sözleşme detaylarına dair bir veri vermedi.
“Oysa hakikat çok başka…” diyerek Çiğdem Toker durumu şöyle açıklıyor.
“Devlet ile şirketin yaptığı YİD sözleşmelerinde (genellikle), inşaat süresi kısalırsa, yani müteahhit ilk söylediğinden daha erken bitirirse, kısalan süre işletme süresine ilave edilir.
Bu, kısalan inşaat süresinin işletme süresine eklenecek olması nedeniyle firmanın köprüyü 10 yıl yerine 11 yıl işletecek olması anlamına gelir.
O da müteahhit şirkete BİR YIL DAHA, yani 45 bin araç ve 15 euro üzerinden KDV hariç 246 milyon 375 bin euroluk bir garanti sağlamak demektir.
O da bugünün kuruyla Daelim-Limak-SK-Yapı Merkezi konsorsiyumuna (hiç araç geçmezse) 1,5 milyar TL fazla ödeme yapılacağını taahhüt etmek anlamına gelir.”
Çiğdem Toker aynı yazısında; köprünün ihaleye çıktığındaki bedelinin 10 milyar 354 milyon 576 bin 202 TL olarak açıklandığını, TBMM Başkanı Yıldırım’ın ise son konuşmasında 20 milyar TL olarak belirttiğini vurguladı.
Peki, bu ranttan daha az yararlanan patronların durumu?
AKP, kendi yarattığı sermaye gruplarını büyütürken, diğer patronları “aç” bırakmıyor.
Patronlara asgari ücret desteğinin 2019’da devam etmesinin de yer aldığı “Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Böylece patronların ödemesi gereken asgari ücretin bir kısmı İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak.
Biraz da vergilerden düşürsek?
Vergi dağılımın adaletsizliği yetmezmiş gibi, her yıl patronlara yeni vergi afları çıkarılıyor. Tüm bunlara rağmen devletin bütçesini işçiler sırtlanıyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı bütçe verilerine göre, 2018 yılı 72,6 milyar lira açıkla kapandı. Bu, hükümetin 2018 bütçe öngörüsündeki 65,9 milyar liradan 6,7 milyar lira daha fazla açık demek. Yıllık verilere göre;
Vergi gelirleri: %15,8 artışla 621,3 milyar lira.
Bütçe gelirleri: %20,2 artışla 757,8 milyar lira.
Bütçe giderleri: %22,4 artışla 830,5 milyar lira oldu.
Açıklanan raporda dikkat çeken konular şöyle:
1- Ücretlilerden kesilen gelir vergisi tevkifat tutarı 2018 yılında yaklaşık 83,3 milyar TL iken bu ücretlilerin yanlarında çalıştıkları kurumların (şirketlerin) ödediği vergi tutarı 78,6 milyar lirada kalmıştır.
2- Sadece iki dolaylı vergi olan KDV ve ÖTV’den elde edilen toplam gelir 312,3 milyar TL ile toplam vergi gelirlerinin yaklaşık %51’ini oluşturmuştur. Yani vergi rekortmeni 2018 yılında da işçi ve emekçiler olmuştur.
3- Sadece tütün ve alkolden toplanan ÖTV geliri 55,1 milyar TL. Yani 2018 yılında tahsil edilen toplam vergi gelirinin yaklaşık %10’unu alkol ve tütünden elde edilen ÖTV oluşturuyor.
Tüm yapılan “yeni ekonomik plan”lara rağmen…
Otomotiv Sanayi Derneği (OSD), Türkiye otomotiv sektörünün 2018 yılı verilerini açıkladı. Verilere göre; otomotiv pazarı bir yılda %35 oranında daralarak 641 bin 541 adet araca düştü. Otomobil pazarı da %33’lük daralma ile 486 bin 321 adede geriledi.
Bankalar arası takas odalarına ibraz edilip karşılıksız kalan çek adedi Aralık ayında bir önceki aya göre yüzde 5,9, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 338 arttı.
Sermaye çıkışı hızlandı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bünyesinde faaliyet gösteren Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den giden doğrudan yatırımlardaki gelişmeleri içeren raporunun Ocak 2019 sayısını yayımladı.
TEPAV’ın raporuna göre, 2017 yılı sonunda yurtdışından 10 milyar 922 milyon dolarlık yabancı sermaye Türkiye’ye yatırım için gelmiş, buna karşılık Türkiye’den 2,7 milyar dolar yerli sermaye çıkışı olmuştu. Geçen yılın Kasım ayı sonuna gelindiğinde ise yıllık bazda ülkeye gelen yabancı sermaye tutarı 11 milyar 89 milyon dolara çıkarken, ülkeden kaçan yerli sermaye 897 milyon dolar birden artarak 3 milyar 598 milyon dolara fırladı.
Man adasından sonra şimdi de Malta adası
Geçen yıl Man adasına kaçırılan “milli” paralar gündem olmuşken, şimdi de Sabancı ailesinin bazı isimlerinin Malta Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtiği ortaya çıktı.
Malta Cumhuriyeti Resmi Gazetesi’nin 21 Aralık 2018 tarihli sayısında yayınlan isim listesinde Sabancıların yanında başka patronların isimleri de bulunmakta.
Korkunun ecele faydası var mı?
Türkiye’nin 2019’da ödenmesi gereken dış borcu 173,8 milyar dolar. Bunun 136,8 milyar doları özel sektörün. Üzerine 35 milyar dolarlık cari açığı da ekleyelim. Özetle bir yıl içinde Türkiye’nin 210 milyar dolara yakın sıcak nakit dış kaynak girişine ihtiyacı var. Peki geliyor mu?
Mevcut durumu kurtarmak için bir destek Merkez Bankası’ndan
Merkez Bankası, Ticaret Sicil Gazetesi’ne verdiği ilanla her sene nisan ayında yapılan genel kurulunu 18 Ocak’a çektiğini ve olağanüstü genel kurula gideceğini duyurdu.
Böylece normal koşullarda nisan ortası-sonu yapılan genel kurul ertesinde bir önceki yıl elde edilen kârın Hazine’ye aktarılması işlemi ocak ayına çekilmiş oldu. Bu da seçim önce hükümete biraz daha nefes alabilmesi için fırsat tanınması anlamına geliyor.
Diğer bir destek ise TÜİK’ten
TÜİK, işsizlik rakamlarını düşürme yeteneği konusunda doktorasını tamamladıktan sonra şimdi de dümeni enflasyon rakamlarına çevirdi.
Geçtiğimiz ay KDV ve ÖTV oranlarını düşürerek enflasyona müdahale eden TÜİK, bu ay da istatistiklerine ucuz market fiyatlarını ekleyerek, enflasyonda “düzeltmeye” gitti.
İsminin açıklanmasını istemeyen bir TÜİK çalışanı, Yeniçağ Gazetesi’ne şu açıklamaları yaptı.
“2005 yılında belirlenmiş olan bir enflasyon sepeti var. Bu maddeler 100 kabul edilir, enflasyon ondan sonra hesap edilir. Daha önce 1994 yılı 100 kabul edilip hesaplar ona göre yapılıyordu. Şimdi 2005 yılında zincirleme endeks diye bir güncel enflasyonu güncel geliştirebilen gerçekten doğru hesap edebilen bir sisteme geçilmişti. Bir süre takip edildi, bu 100 madde ilaveler çıkarmalar bir sürü şeyler oldu. Ama bugüne gelindiği zaman son 2 ayda olağan dışı bir şey oldu. Nedir? Bu enflasyon sepeti her sene Kasım ayında güncellenir. Ve Aralık ayında net güncellenir. Sepete girecek maddeler, yani aileler kullanmışsa onlar girer kullanmadığı malzemeler de çıkar. Bu Aralık ayında hesap edilir biter. Bu yılın zincirleme endeksi Aralık ayında bitmesi lazım. Ocak ayındaki enflasyon bu Aralık ayına göre ne yapacak? Güncellenen endeks sepetine göre değerlendirme olacak. Anladınız mı?.. Şimdi burada olağanüstü bir şey oldu. ‘Enflasyonla mücadele edeceğiz’ açıklamalarından sonra olağanüstü bir şekilde BİM ve A101’lerden tüm bölgelere -26 bölgemiz var bizim- 26 bölge ve 81 ilimizde bazı ilçelerde bulunan BİM ve A101’lerden fiyat toplayacaksınız dediler. Enflasyon sepetinde olan fiyatlar var ya onları toparlayacaksınız dediler. Ekim ayında emirle bunu söylediler. Oysa şöyle olması gerekiyordu, eğer ihtiyaç var ise ilgili bölgenin fiyat sorumlusu bunu ne yapacaktı? Bunu doğrudan doğruya kendi bölgesinden yazacaktı. Bu fiyatları başka işlerin ikamesi olarak Ankara’ya sunacak, Ankara’da kabul edecekti. Yani, ‘A’ marketinin fiyatlarında bazı sapmalar varsa, örneğin, çayı, pirinci eksik getirir… Bırakır o işyerini bir başka işyerine geçmesi gerekiyor, bunu bölge fiyat sorumlusu alması gerekiyordu. Ama Ankara talimatla BİM ve A101’lerden alınmasını bildirdi.”
Kaynak: Özgür Bir Dünya İçin Kaldıraç/Şubat 2019, Sayı:211