13 C
İstanbul
15 Kasım Cuma, 2024
spot_img

Kapitalist-emperyalist sistem, savaş ve devrim – Fikret Soydan

İnsanoğlu, iki dünya savaşı gördü, Birincisi, 1914’te, ikincisi 1939’da. Bu iki dünya savaşı da, kapitalist sistemin tekelcilik aşamasına, yani kapitalist sistemin kapitalist-emperyalizme dönüştüğü çağa denk geldi.

İmparatorluklar ve sömürgecilik, elbette kapitalizm öncesinde de var. İnsanın insan tarafından sömürülmesinin başlangıcı olan köleci toplumla birlikte, hem devlet denilen şey oluşuyor hem mülkiyete ait hukuk sistemi ve aile hem de başka halkların sömürgeleştirilmesi-köleleştirilmesi başlıyor. Elbette bu, bir günde olmuyor, zaten köleci toplum da bir günde doğmuyor ve köle sahiplerinin egemenliği demek olan köleci devlet de bir günde oluşmuyor.

Sonuçta, sömürgecilik, insanın insan tarafından sömürüsüne olanak veren sınıflı toplumlarla başlıyor. Ve elbette o sınıflı toplumların sonuncusu olan kapitalizmin yeryüzünden silinmesi ile bitecek.

İnsanoğlu, köleci dönemde sömürgecilikle tanıştı, feodal sömürgeciliği de gördü ve nihayet, kapitalist sömürgeciliği de. Kapitalist sömürgecilik, elbette feodal dönemden gelen sömürgelerin de paylaşımı demek idi. Kapitalist sömürgecilik, kapitalizmin tekelci dönemine, yani kapitalist-emperyalizm dönemine denk düşer.

İki büyük dünya savaşı da, bu döneme rastlıyor.

Tesadüf değildir.

Önceki dönemlerde, yeri-göğü sarsan savaşlardan söz edilir. Ama hiçbiri, “dünya savaşı” adını almamıştır.

Kölecilik, bir dünya ekonomik sistemi idi. Feodalizm de, kapitalizm de bir dünya ekonomik sistemidir. Ama bunlardan her biri, kendinden öncekine göre, daha çok dünya sistemidir. Yani, her yeni dünya ekonomik sistemi, dünyanın her yerine nüfuz etmeyi daha da geliştirmiştir. Hem derinlemesine hem de genişlemesine.

Belki de savaşların bu denli büyümesinin ana nedeni budur. Dünya savaşı, hâlâ sömürgeleştirilebilecek bir Latin Amerika, Asya veya Afrika toprağı varsa, o denli “acil” ihtiyaç hâline gelmiyor.

Bu üç sınıflı toplumun ortak özelliklerinin başında, üçünün de sınıflı toplum olması geliyor. Üçünde de insan, insan tarafından sömürülmektedir. Üçünde de egemen sınıf, büyük bir çoğunluğu baskı altında tutacak bir devlet örgütlenmesi geliştirmiştir. Ve üçünde de meta üretimi vardır. Birbirini izleyen bu sınıflı toplumlar, aynı zamanda bir bütündürler de denilebilir. Elbette bunların birbirinden farkları var, ama sanırım, bu ortak noktaları da ilgi çekici olmalıdır.

Üçünde de devlet, giderek daha fazla yetkinleşmektedir. Köleci devlet, feodal devlete göre daha “çocuk” sayılabilir. Bunu devlet denilen şeyin gelişim hâli açısından söylüyoruz, yoksa orada devlet, baskı ve şiddet, egemenlik vb. demek değildi anlamında değil. Devletleri, işkence, zulüm miktarı ile birbirinden ayırmak, son derece yavan bir yaklaşım olur. Bilim bize, devletin ne olduğunu söylüyor. Ama hakkında kötülükler anlatılan köleci devlete göre, hakkında methiyeler düzülen burjuva devletin daha iyi olduğu, baştan aşağıya yalan ve yanılgıdır. Eşyanın tabiatına da terstir.

En gelişmiş devlet, aynı anlama gelmek üzere, egemen sınıfın egemenlik aracı olarak en gelişmiş “şey” anlamına gelir. Burada “gelişmiş” denildi mi, devlet için bu, daha “kötü”sü anlamına gelir. Kötüyü bilerek tırnak içine aldık ki, kötü ve iyi gibi kavramların bize yardımcı olmayacağını, çocukça kavramlar olduğunu vurgulayalım. Burada kötü veya iyi, aslında anlatılmak istenen devlet gerçeğini asla ifade edemez.

Demek ki, kapitalist devlet, insanlık tarihinin bir aşamasında doğmuş olan devlet, yani egemen sınıf egemenliğinin, en gelişmiş şeklidir.

Meta üretimi, nasıl ki, köleci toplumda doğuyor ve feodal dönemde gelişiyor ve nihayet kapitalist toplumda tüm toplumsal ilişkileri sarıyorsa, burjuva devlet de, tüm toplumsal alanları kontrol eden bir mekanizmaya dönüşüyor.

Biz, Marksist-Leninistler, devletin her türünün ortadan kalkacağı gün geldiğinde, gerçek anlamı ile insanın tarihinin başlayacağını iddia ederiz. Bize göre, insanlık öncesi tarihin bir devamıdır sınıflı toplumlar. Ve buraya varmak için, devrimi, mevcut devlet çarkının yerle bir edilmesini zorunluluk olarak görürüz. Bu açıdan bu devlet çarkını yerle bir eden proletaryanın devletinin, kurulduğu andan başlayarak sönmekte olan bir devlet olduğunu düşünürüz. Ekim Devrimi’nin çözülmesinde, emperyalist kuşatma altında proletaryanın devletinin “geliştirilmek” zorunda kalınması nesnelliği, birçok öznel hatanın yanı sıra, belirleyici bir etkendir. Bu nedenle, tek ülkede sosyalizm, bir zorunluluk olabilir, ama bir hedef, bir istek olamaz.

Demek ki, en gelişmiş devlet, devlet denilen kavramın gerçek anlamına uygun olarak, kapitalist devlettir. Ve devletin varlığı, sınıfların varlığı anlamına geldiğine göre, en gelişmiş egemenlik ilişkisi kapitalist devlette vardır.

Kapitalizm, 1870’lerde artık tekelci bir karaktere bürünmüştü. Bunun tüm göstergeleri ortadaydı. Bu nedenle, dünya çapında burjuvazi, artık, feodal sistemin yerine kapitalizmi geçirecek 1789 tarzı devrimlerden kesinlikle uzak durmaktaydı. Artık burjuvazinin gericiliği, öyle ülkeden ülkeye de büyük farklar göstermeksizin, evrenselleşiyordu. Bilime dönük emperyalist ideologların organize saldırısı, 1850’lerden önce de vardı, ama 1870’lerde, tam bir organizasyona dönüştürüldü. Artık, burjuva ideologların tanrıtanımazlığı, salt dinî inanç alanında geçerli hâle getiriliyordu. Nihayetinde, yönetmek için gerekli olan din, bilimin onu kovmasına rağmen, bacadan içeri alınıyordu. Ama saldırı sadece bu alanla ilgili değildir.

Demek oluyor ki, sınıflı toplumların bu üç biçimi, aslında egemenliğin de evrimidir. Bunu en net, meta üretiminin evrenselleşmesinde ve devletin gelişiminde gözleyebiliriz.

Böyle olunca, iki dünya savaşının da, kapitalizmin emperyalist çağına denk gelmesi, tekelci kapitalizme denk gelmesi biraz daha anlaşılır olabilir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu, Ekim Devrimi getirmiştir. Sovyetler Birliği, hiçbir halkı temel alarak değil, hiçbir ulusu temel alarak değil, tersine, proletaryanın kurtuluşunu temel alarak doğmuştur. Dünyanın her yerini etkilemiştir.

Emperyalist dünya, birbirini sömürge elde etmek için boğazlarken, birdenbire, geniş bir alanı kaybettiler ve bu alanlardaki yeni sistem, onların cennetlerini tehdit etmekteydi. Bu nedenle, İkinci Dünya Savaşı’nı, Ekim Devrimi’ni boğmak için, kısa sürede devreye soktular. Kızıl Ordu’nun zaferi ile yenilen kapitalist-emperyalist sistem, Hitler’in geliştirdiği tüm devlet çarkını içselleştirerek, daha uzun erimli bir savaşa hazırlanmaya başladı.

Doğası gereği, savaş, şu ya da bu egemene yarar. Sosyalist bir dünya için savaşanlar, savaşı kazansalar da, eğer dünyanın her yeri sosyalist devrimle yeni bir dünyaya evrilmiyorsa, savaşın tam anlamı ile kazananı da olmazlar.

Kendi günlük kârları ve sistemin devamı için, her türlü vahşiliği gösteren tekeller, burjuvalar, savaş tanrıları ile her zaman iyi geçinirler. Onlar için yıkmak, yok etmek, sorun değildir. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, Japonya’ya atom bombasını atanlar, aslında, günlük hayatımızın içinde ormanları yok edenler, doğayı yağmalayanlar, kâr için her türlü insanlık dışı eylemi yapanlardır.

Öte yandan, nasıl ki, sömürü kapitalistin “insanlıktan nasibini almamış” olmasının sonucu değil ise, aynı biçimde savaş da onların kötü ruhlarının sonucu değildir. Sömürü, eğer, kapitalistin insanî olarak kötü ruhunun bir sonucu olarak alınırsa, o hâlde “eğitimle” sorunu çözmek mümkün olabilirdi. Oysa kapitalistin bizzat kendisi, sermayenin insan kılığına girmiş hâlidir. Bu nedenle, ikna edilerek kapitalistlerin vazgeçebileceği bir hâl değildir. Savaş da, emperyalist sistemin, tekeller çağının, dahası her türlü egemenlik ilişkisinin zorunlu sonucudur.

Bugün, kapitalist sistemin efendilerini, savaşın kötülüklerini anlatarak, barışçıl hâle getirmek için dualar edenler, sadece akılsız değildirler, aynı zamanda, onların yardımcılarıdırlar. Savaşı önlemek için mücadele, aslında devrim ve sosyalizm mücadelesidir. Tıpkı doğayı koruma mücadelesinin devrim ve sosyalizm mücadelesi olması gibi. Elbette savaşa karşı durulacak, ama bu unutulmadan. Elbette doğanın yağmalanmasına karşı durulacak, ama bu temel akılda tutularak. İnsanı kirleten bir sistem var karşımızda. Kölelikte kölelerin hâllerini okuyup da “acıma” duyanlar, gerçekte daha derin bir köleleşmenin yaşandığını görmezden gelirler.

Demek oluyor ki, kapitalist egemenlik, modern dünya kapitalist sistemi, emperyalizm, savaş politikalarını bir çıkış olarak görmekte, öyle insanlığa dayatmaktadır. Savaş, aklını kaybetmişlerin hatalarının sonucu değildir, savaş emperyalist egemenliğin, kapitalist dünya sisteminin sürdürülmesini hedefleyen bir eylemdir.

Savaş ihtimalini yok etmenin yolu, kapitalist egemenliği yeryüzünde kırmak, etkisiz hâle getirmekten geçmektedir. Bu da devrim ve sosyalizm mücadelesi demektir. Dünya sosyalist hâle gelmedikçe, savaş politikaları hep etkin olacaktır.

Şimdilerde, dünyanın emperyalist efendileri, başında ABD, yanlarında İngiltere, Almanya, Fransa ve Japonya ve diğerleri, üçüncü bir dünya savaşını dayatıyorlar.

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, geçmişlerinde sosyalist devrim olması nedeni ile, birer bağımsız güç olarak var olabilmiş olan Çin ve Rusya, bu emperyalist efendiler tarafından sömürge hâline getirilerek, boyun eğdirilmek istenmektedir. Çin ve Rusya, sosyalist devrim için savaşmıyorlar. Ama bu durum onların bu emperyalist planlara karşı durmalarını değersiz hâle getirmiyor. Sadece, onları bu konuda zayıf hâle getiriyor. Bu zayıflık, ideolojik alanda çok açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Rusya’nın Suriye savaşında sahaya inmesi -bunu Libya’da yapmadı- ve aynı dönemde Çin’in bir ekonomik dev olarak gelişmesi, Batı emperyalist sisteminin yaşadığı krizi daha da derinleştirdi. Ukrayna savaşı ile Rusya’ya dönük planlar, aslında ABD’nin, Batı güçlerini yeniden kendi kontrolü altında NATO’da toplamasının yolunu açtı. Ama görünen o ki, bu durum da, Batı için bir çözüm anlamına gelmemektedir.

Bugünlerde Çin ve Rusya, doların egemenliğini sınırlandırmak için, büyük denilebilecek hamleler yaptılar. BRICS bu açıdan Batı’nın hiç hoşlanmadığı bir ekonomik alan açtı.

Rusya, Çin ve Hindistan arasında yeni bir para biriminin devreye sokulması çalışmaları, ABD tarafından, “savaş nedeni” olarak nitelendi. AB, euro para birimini devreye soktuğunda, bu bir savaş nedeni olmuyordu, ama şimdi, Rusya, Çin ve Hindistan, bir yeni uluslararası para birimi üzerinde çalıştıklarını ilan edince, bu savaş nedeni olarak ele alınmaktadır.

Genişlemiş hâli ile BRICS ülkelerinin ekonomik büyüklüğü, G7 denilen emperyalist kampın liderlerinin ekonomik büyüklüğünü çoktan aşmış durumdadır.

Dahası, St. Petersburg’da, yani Leningrad’da gerçekleşen Rusya-Afrika işbirliği toplantıları, emperyalist Batı için büyük tehdit olarak ele alındı.

Afrika’da üç ülke, Burkina Faso, Mali ve Nijer, Batı emperyalist güçlerini kovmak için radikal adımlar atmaya başladı. Tüm bu gelişmeler, aslında var olan “tek kutuplu” dünya sisteminin çökmekte olduğunun kanıtlarıdır.

Savaş politikalarına, NATO’nun savaş planlarına karşı bu gelişmeler, aslında yeniden sömürgecilik meselesini gündem hâline getirmektedir. Bu bir eğilimdir.

Peki bu aşamada, ABD ve NATO, bu savaş planlarından vaz mı geçecektir? Bunu asla yapmayacaklardır. Savaş, onlar için, yeniden bir dünya sistemi kurmak ve kendi egemenliklerini pekiştirmek için bir yol olarak ortaya atılmıştır ve bundan vazgeçeceklerini düşünmek, egemenliğin doğasını anlamamak demektir.

NATO, tüm dünyaya, savaş sanayiinin gelişmesi için emirler vermekte, öneriler geliştirmektedir. Bu, aslında, kapitalist endüstrinin, başka bir gözle tahrip edilmesi de demek olsa, bundan vazgeçmeyeceklerini anlamak için önemli bir göstergedir.

Bu durum, tüm emperyalist merkezler de dâhil, Batı dünyasında, devletin iç savaş örgütlenmesinin daha açığa çıkması, yani seçimler vb. gibi şallarla örtülü burjuva diktatörlüğün tüm çarklarının açık hâle gelmesi sürecini beslemektedir.

Sadece bizim gibi sömürge ülkelerde değil, tüm kapitalist dünyada, burjuva devlet, tüm dişlilerini ortaya çıkartacaktır. “Demokrasicilik” oyunu, artık işlevini kaybetmektedir. Buna bağlı, uluslararası sistem de çökmektedir. Bu nedenle ülke içinde ve dışında, burjuvazi, yasaları, kendi koydukları yasaları, eskisi gibi uygulama alışkanlığını bir yana bırakmaktadır.

Kapitalist dünya sistemi, çürümüştür.

Bu sistemin her devam ettiği gün, hem doğanın hem de onun bir parçası olan insanın yok olması anlamına gelmektedir.

Peki, bu nasıl sona erdirilecektir?

Yanıtı açıktır; yeni bir sosyalist devrimler dalgası ile. Devrim ve sosyalizm, sadece işçi sınıfının kurtuluşu için zorunlu değildir, gezegenin ve insanlığın kurtuluşu için de zorunludur.

Bu dönemde, gelişecek sosyalist devrimler, daha büyük bir hızla, çevresini etkileyecek, çevredeki ülkeleri sosyalist devrimin alanı içine alacaktır. Bunun düne göre daha hızlı olacağı, kapitalist sistemin eğilimleri ve gelişmişlik düzeyi nedeni ile nesnel süreçlerin sonucudur. Elbette, öznel olarak devrimci hareketin, devrimci sosyalist işçi hareketinin bunu dünya çapında nasıl gerçekleştireceği, öznel gücüne de bağlı olacaktır.

Öte yandan, emperyalist metropollerde, yaşanan iç savaş durumu nedeni ile, kitlesel eylemlerin daha da gelişeceğini söylemek, büyük bir tahmin gücü gerektirmiyor. Bu hareketler, kendi emperyalist metropollerinden daha fazla, sömürge ülkelerdeki hareketleri olumlu etkileme olanaklarına sahiptir.

Bir başka noktanın da altını çizmek gerekir. Bir noktada başlayan devrimin, hızla yayılma olanağı bulma ihtimalinin artmasının yanı sıra, devrimler yayıldıkça, sosyalist aşamadan komünizme geçişin olanakları da bir hayli artmıştır. Mevcut teknolojik altyapı, buna olanak tanımaktadır. Hem paranın egemenlik alanın daraltılması hem de meta ufkunun aşılması, düne göre nesnel olarak daha olanaklıdır.

Elbette tüm bunlar, devrimci sosyalist örgütlenmelere bağlıdır.

Devrimci öncüsü olmadan, hiçbir devrimci kalkışma zafere ulaşamaz. Bu nedenle, bugün, devrimci sosyalist örgütlenme, nerede olunursa olunsun, çok daha önemli hâle gelmiştir, belirleyicidir.

Üzerinde yaşadığımız ülke ve bölgemiz, Kafkaslardan Balkanlara, Ortadoğu’ya kadar, devrimci gelişmelere gebe bir bölgedir. Hem savaşın yoğunlaştığı alanlardan biridir hem de bu savaş bulutları içinde, devrimci bir mayalanmanın olanakları ortaya çıkmaktadır. Burada güçlü bir devrimci çıkış, tüm bölgeyi ateşleme gücüne sahiptir.

Savaş politikalarına son verecek gelişme, sosyalist devrimin bir yerden başlayarak yayılmasıdır. Bunun dışında savaşı durduracak bir yol görünmemektedir.

Açıktır ki, ABD-NATO cephesi, savaşı sadece bölgemizde bir dünya savaşı hâline getirme eğilimlerine sahip olmakla yetinmiyor. Ukrayna meselesini daha da büyütmek için, Polonya’da yapılan hazırlıklar, Romanya’da yapılan hazırlıklar, Ukrayna’ya akıtılan askerî teçhizat, Neonazi örgütlenmeler, işin sadece bir yönüdür. TC devleti eli ile, yeşil pasaportlarla, tüm bölgeye dağıtılan IŞİD ve El Kaide savaşçılarının, paramiliter güçlerin devreye sokulması, savaşın ne denli katliamlara açık hâlde olduğunun kanıtıdır. Ama NATO, sadece burada değil, Asya’da da, Çin çevresinde, oldukça tehlikeli hazırlıklar içindedir.

Sadece mesele nükleer savaş tehdidi değildir. Zaten ABD ve NATO, seyreltilmiş uranyumdan mamul bombaları çoktan beridir kullanmaktadır. Ama savaş, daha kapsamlı bir hâle getirilmiştir. NATO’nun Ukrayna’yı, kukla bir ülke hâline getirme süreci göstermektedir ki, bu savaş, öyle kural vb. tanımaz hâldedir.

Savaş planlarının ne denli kapsamlı olduğuna bakarak, temelsiz “barış” sloganları atmak yerine, yapılması gereken şey, tutum almak, harekete geçmektir. Mesele, Rusya-Çin cephesi ile ABD-NATO cephesinin hangisinin ne zaman nükleer silah kullanacağı meselesi değildir. Zaten savaş, bugünden büyük yıkımlara yol açmaktadır. Ve daha bugünden, Ukrayna, dünya çapında savaşın bir parçası kimliğine bürünmüştür. Ukrayna üzerinde NATO ve Rusya savaşmaktadır.

Mesele, bugün Ukrayna’da, Suriye’de süren savaşın, yarın nerede süreceğini, İran’a karşı savaşın mı, yoksa Çin’e karşı Tayvan savaşının mı öne alınacağını tahmin etmek meselesi değildir. Bunların hepsi, ABD ve NATO planları olarak masada durmaktadır.

Ama esas mesele, halkların, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin bu savaş planlarına karşı, devrimci sosyalizm bayrağını yükseltmelerindedir.

Mesele devrimci örgütlenmeyi geliştirmektedir.

Bunu yapacak olanaklar da mevcuttur.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol