Kaldıraç Dergisi’nin Ankara’da düzenlediği paneller dizisi devam ediyor. İlki “Aydınlar, Nesnellik ve Tarafsızlık” başlığında düzenlenen panelin ikincisi ise “Toplumsal Mücadele ve Demokratik Kitle Örgütleri” başlığında iki oturum halinde Mülkiyeliler Birliği salonunda gerçekleştirildi.
Panele Eriş Bilaloğlu, İlker Akçasoy, Ayşen Ece Kavas, Erdoğan Boz, Tülin Yıldırım ve Özgür Doğan konuşmacı olarak katıldılar.
Kaldıraç adına yapılan açılış konuşmasında şu noktalara değinildi: Kitle örgütlerinin yaygınlaştığı büyüğü dönemde toplumsal mücadelede ivmeleniyor. 80 darbesiyle beraber demokratik kitle örgütlerine dönük şiddetli saldırılar gerçekleştirildi. Dernekler, sendikalar kapatıldı. Faaliyet alanları sınırlandırıldı, vesayet altına alındı, kaynakları küçültüldü. Aynı zamanda ideolojik saldırının bir parçası olarak demokratik kitle örgütlerinin ismi Sivil Toplum Kuruluşu(STK) olarak değiştirildi. Bu yalnızca basit bir isim değişikliği değil kitle örgütlerinin işleyişlerine müdahale niteliğindedir. STK’lar tabandan örgütlenmeyen yönetimi seçimle gelmeyen belirli alanlarda, ağırlıklı olarak proje üretme, raporlama yapma şeklinde faaliyet gösteren üyelerinin hakları ve talepleri doğrultusunda mücadele etmeyen, kitleselleşme gibi amaçları olmayan kuruluşlardır. Demokratik kitle örgütleri ise geniş halk kesimlerinin örgütlendiği yöneticilerinin demokratik bir işleyişle seçildiği geri çağrılabildiği üyelerinin ekonomik ve demokratik talepleri için mücadele eden örgütlerdir.
Bugünde demokratik kitle örgütlerine yönelik benzer saldırılar devam etmektedir. Bununla birlikte Gezi ile beraber kitle farklı örgütlenme modelleri yaratarak bir araya gelmeye itirazını dillendirmeye devam ediyor. Hayır meclisleri bunun göstergelerinden biridir. Kitlenin,31 Mart seçimlerinden sonra seçim sonuçlarıyla yetinmeyerek belediye çalışmalarını denetlemesi, bulunduğu alanlarda yönetime katılmaya çalışması bunun bir diğer göstergesidir. Demokratik kitle örgütlerinin toplumun en geniş kesimlerinin örgütlenebileceği yerler haline gelmesi için çaba sarf etmek, forum, platform ve meclis tipi örgütlenmeleri geliştirmek bu süreçte önemlidir ve gereklidir.
ilk sözü Mülkiyeliler Birliği adına İlker Akçasoy aldı. Akçasoy yaptığı konuşmada, Mülkiyeliler Birliği’nin 1946 yılından bu yana faaliyetini sürdürdüğünü, sert rüzgarların estiği dönemlerde de toplumsal mücadeleyi yükseltmeye çalıştıklarını belirtti. 80 Darbesinden sonra üniversitelerden atılan akademisyenlerin mücadelesi ve 1402’likler kararına benzer bir durumun bugün KHK’ler ile üniversitelerden çıkarılan Barış için Akademisyenler hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar ile ortaya çıktığını söyledi. Devamında Gezi ile birlikte temsil krizi ile karşı karşıya kalındığını, örgütlenme formlarına kitlenin itirazının bulunduğunu, kolektif bilinçle bu krizin aşılabileceğini belirtti. Akçasoy, Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri ile bu dönem arasında bir benzerlik kurarak Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde ilk bakışta durağanlık eleştirisinin yapıldığını ancak filmlerdeki durağanlığın içinde bir hareketliliğin var olduğunu aktardı. Mülkiyeliler Birliği gibi örgütlerin tarihsel birikimleri sayesinde böylesi zor dönemlerde bu birikimi politik bir hatta örgütleyebildiğini, mücadeleyi ileriye taşıyabildiğini paylaştı.
Akçasoy konuşmasının devamında, yönetime seçilmelerinin de Mülkiyeliler Birliği üyelerinin KHK’ler ile ihraçlara karşı aldıkları politik tutumun göstergesidir dedi. Mülkiyeliler Birliği içerisinde kurulan komisyonlar, kurullar, merkezler ile KHK ile ihraç edilenlerin çalışmalarını sürdürmesinin sağlandığını, bu yapıların da direncin gelişmesine katkı sunduğunu paylaştı. Mülkiyeliler Birliğinin yan yana gelişlerin arttırılması için çaba sarf ettiğini, bunun için fiziki mekanlarını olabildiğince herkese açmaya çalıştıklarını belirtti. Son olarak olabildiğince kolektif bilinci çoğaltmaya ve bilgi birikimini kamusallaştırmaya çalışacaklarını söyledi.
İkinci olarak Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu adına Ayşen Ece Kavas, söz aldı. Platformun Münevver Karabulut cinayeti ile faaliyete başladıklarını, kadın hareketinin yükselişinin örgütlenmelerini de etkilediğini belirtti. Kadın cinayetlerinin toplumsallaşmasını sağlamak üzere yola çıktıklarını, bugün öldürülen kadınların ailelerinin, yakınlarının kendilerine başvurduğunu, şiddete uğrayan kadınların kendilerine ulaştıklarını belirtti. Bir aşamada artık kadınların, ailelerin diğer kadınlar için de mücadeleye etmeye başladıklarını aktardır. Bu aşamayı kadın hareketinin bir sonucu olarak gördüklerini paylaştı. Tarihte, kadınların mücadelesinin ortaklaştığı dönemlerde kazanımların elde edildiğini görüyoruz dedi. Her kesimden kadınların katılabileceği örgütlenmelerin yaratılmasının önemine değindi. Ekonomik krizin kadınları doğrudan etkilediğini, TUİK istatistiklerinde toplamda 11 milyon kadın işçinin işsizlik rakamlarına dahil edilmediğinden bahsetti.
“Önce şiddeti önle, sonra koru ve şiddeti cezasız bırakma” şiarıyla çalışmalarını sürdürdüklerini aktardı. İstatistiklerde İstanbul Sözleşmesinin imzalandığı 2012 yılında kadın cinayetlerinin birden azaldığını, o nedenle 6284 sayılı Yasayı ve Sözleşmeyi savunmanın kadın cinayetlerini durdurma mücadelesi olduğunu söyledi. Devletin bugün söz konusu hukuksal düzenlemelere saldırılarının kadın hareketinin gücü sayesinde geri püskürtebildiğini aktardı. Bugün Platformun önümüzdeki dönem faaliyetini nasıl sürdürebileceği, nereye doğru ilerlemek gerektiği konusunu tartıştıklarını paylaştı.
Üçüncü olarak söz alan Çerkes Derneği yönetim kurulu üyeliği yapmış Erdoğan Boz, Çerkes Derneğindeki deneyimlerini paylaştı. Kimlik mücadelesi, demokratik kitle örgütleri ile birlikte yürütülemediğinden yalnızlaşıp gericileşiyor, toplumdan kopardığını belirtti. Bu durum da tersinden kimlik mücadelesi yürütenlerin de toplumun diğer kesimleri tarafından ayrıştırılmasına sebep olduğunu aktardı. 1970’lerde toplumsal mücadelede Çerkeslerin diğer demokratik kitle örgütleriyle etkin bir faaliyet gösterdiğini, 80’den sonra ise Çerkeslerin örgütlerine yönelik saldırılar nedeniyle toplum ile bağının zayıfladığını, yalıtıldığını söyledi. Diğer kitle örgütleri ile ortak çalışmalar yürüttüklerinde toplum ile etkili bağlar ve ilişkiler kurduklarını, üyelerinin de daha farklı bir bakış açısına sahip olabildiklerini belirtti. Toplumsal kesimlerin bir biri ile bağlar kurmasının toplumsal mücadele için elzem olduğunun altını çizerek konuşmasını tamamladı.
İlk oturumun son konuşmasını Eriş Bilaloğlu gerçekleştirdi. Eriş Bilaloğlu, mücadele sözcüğünün bir iddiayı ve bu iddiayı sürdürme iradesi taşıdığını belirterek başladığı konuşmasında, panelin başlığını toplumsal mücadele ve demokratik kitle örgütlerinin krizi şeklinde düşünmek gerektiğini belirtti. Demokratik kitle örgütünün hem işleyişinin demokratik olması, hem de kitlesinin olması ve en azından belirli bir kısmını harekete geçirebilecek bir gücünün olması gerektiğinden bahsetti. Bugün demokratik kitle örgütlerinin üyelerini harekete geçirmekte güçlük çektiğini, bu durumun kitle örgütlerinin krizi olarak tarif edilebileceğini paylaştı. Kitle örgütlerinin bugün bu krizi aşmak için üzerine düşünmesi, tartışması gerekliliğine değindi. Kitle örgütlerinin nihai hedefinin iktidarı ele geçirmek olmadığını ancak yürüttüğü tüm faaliyetlerin bu amaca hizmet ettiğini söyledi.
İkinci oturumda Anıtpark Forumu adına Tülin Yıldırım, yürüttükleri çalışmalardan bahsetti. Anıtpark Forum’un Gezi ile birlikte örgütlendiğini, bugüne kadar 250’den fazla forum düzenlediklerini, halen haftada bir toplanarak çalışmalarını sürdürdüklerini, ayrımcı bir dil kullanmadıklarını, kararları kollektif olarak aldıklarını, iknanın sağlanamadığı durumlarda eyleme geçmediklerini, öncelikle çalışma yapacakları konularda bilgi edinerek birbiriyle paylaştıklarını, sonrasında çalışmaya koyulduklarını, bilginin örgütlenmesini sağlamaya çalıştıklarını aktardı. Küçük kazanımların faaliyetin devamlılığını sağlamak için önemli olduğun değindi. Anıtpark Forum olarak toplantılarını gerçekleştirdikleri parkta yapılacak değişikliklere müdahale ettiklerini, Forum’un gerçekleştirildiği amfinin değişmesini önleyerek bir kazanım elde ettiklerini söyledi. İşbölümü yaparak faaliyetlerin yürütüldüğünü paylaştı. Yakın zamanda beton ve asfalt belediyeciliğine karşı çalışmalar yürüttüklerini, ODTÜ ormanının talan edilmesine karşı mücadele ettiklerini, hem bulundukları semtin sorunlarına hem de kentin genel sorunlarına yönelik çalışmalar yürüttüklerinden bahsetti. Yakın zamanda Çankaya Kent Konseyi yönetimi seçimlerine katıldıklarını, seçimlerin demokratik olmadığını, belediye başkanı Alper Taşdelen’in seçtiği isimlerin “seçildiğini” belirtti. Önümüzdeki dönem belediyelerin almış oldukları kararları ve projeleri de izlemeye ve denetlemeye devam edeceklerini söyledi.
Batıkent Dayanışma Platformu adına söz olan Özgür Doğan, platformun Gezi ile birlikte kurulduğunu, birçok kurumun katıldığını, eylem ve etkinlikler örgütlediğini, bunun dışında da mahallede bir araya geldiklerini söyledi. Platformun içerisinde olan mahalle meclislerini de büyütmeye ve geliştirmeye çalıştıklarını, şuan için 9 mahalle meclisinin var olduğunu, muhtarların meclisler eli ile seçilmesi için çaba harcadıklarını belirtti. Yakın zamanda Batıkent’te hayvanların zehirlenmesine karşı kitlesel basın açıklamaları gerçekleştirdiklerini söyledi. Önümüzdeki dönem mahalleye açılmak istenen iki imam hatip lisesine karşı çalışma yürüteceklerini paylaştı.