Çoğumuzun ortalama ücretine dönüşen ve açlık sınırının altındaki asgarî ücretle bir ev bile kiralayamıyoruz. Kırmızı eti unuttuk, kilosu 350 lira. Rüzgâr çıksa kapanan okullarda çocuklarımıza eğitim dışında her şey veriliyor. Bırakın çocuklarımızın geleceğini, bir ay sonra bizi nasıl bir gelecek bekliyor ona dair bile en ufak bir fikrimiz yok. Faturalar, beslenme vs. kredi kartlarının limitleri daha maaşlarımızı alır almaz doluyor. Bilim insanlarını geçtik AFAD’ın bile olacağını önceden söylediği, göstermelik tatbikatlarının yapıldığı depremde binlercemiz enkazın altındayken yaptıkları tek şey selâmızı okumak oldu. Ve biz bunları yaşarken Saray’ı da Saray’ın muhalefeti de seçimlerde her şeyin düzeleceği hayalini satıyor.
Gerçeği gizlemenin bir yolu olarak bizden hep bir sonraki bitiş çizgisine kadar hayatta kalmamız istenmektedir. “Şu krizi bir atlatalım ondan sonra”, “pandemi bir bitsin öyle”, “terör ortadan kalkınca”, “ekonomimiz bir şahlansın da”, “önce şu bir gitsin de”, “seçimleri bir atlatalım da”…
Son 41 yıldır asgarî ücret hiç açlık sınırının üstüne çıkmadı örneğin, kadınların sokak ortasında öldürülmediği tek bir yıl olmadı, öğrencilerin özgür bilimsel eğitim istedi diye okuldan uzaklaştırılmadığı tek bir eğitim-öğretim dönemi olmadı, halkların inancı ve kimliği yüzünden öldürülmediği tek bir nesli yok, şirketlerin vergi kaçırmadığı, doğanın sermayeye peşkeş çekilmediği, işçilerin sendikalaştıkları için işten atılmadıkları, yağma-rant ve savaşın sürmediği tek bir gün yok.
Tüm bunların sebebi en temel gerçeğin saklanmaya çalışılmasıdır. Yaşanan sınıf savaşıdır ve yalnızca iki sınıfın çıkarları bu hayatı belirliyor. Bir tarafta biz işçiler, emekçiler emeğiyle, alınteriyle yaşayan milyonlar, diğer tarafta bizim ürettiklerimizle zenginliğine zenginlik katan bir avuç asalak.
Elbette biz, milyonlarcamız yaşadıklarımızı değiştirmek istiyoruz, onlar da bu açlık, ölüm düzenini yönetmeye devam etmek istiyor. Bunun için de bizlere seçimleri bir çıkış yoluymuş gibi gösteriyorlar.
Gerçeği görebilmek bir güç olmanın ilk adımıdır.
Peki nedir gerçekler;
– Türkiye’de seçimler, ABD’nin savaş politikasına bağlıdır. Saray Rejimi, ABD uzantısıdır ve savaş politikalarına uygun olarak adım atmaktadır. ABD, Ortadoğu da dâhil dünyada sürekli savaşları tırmandırarak, hegemonyasını sürdürmeye, kayıplarını önlemeye, rakiplerini kendi kontrolüne almaya çalışıyor. ABD, Ukrayna’da da, Suriye’de de, Türkiye’de de çetelerle savaşı büyütmektedir. Bu seçimler IŞİD gibi, Nusra gibi çeteleri kimin yöneteceğinin seçimidir. “İki füze atıp” savaşı genişletmeye de “milli mesele” yalanıyla Libya’sından Afganistan’ına dört yanda ABD tetikçiliğine de bugüne kadar itiraz eden olmamıştır. 14 Mayıs’ta seçimin olup olmayacağı ya da olduğu koşullarda kimin seçileceği bu savaş denkleminin içindedir. Biz bu tescilli katillerin, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin kararlarını reddetmeliyiz.
– Erdoğan’ın adaylığı ne yasaldır ne meşrudur ama bu Saray’ın muhalefeti tarafından kabul edilmiştir. Erdoğan, 2028’de aday olmak için seçim zamanını normal zamanından bir ay önceye, Nisan 2028’e alırsa, dönemini tamamlamamış olduğu için, yeniden aday olarak kabul edilecek mi? Bugün ediliyorsa, o gün de edilmemesinin önünde ne engel vardır?
– İşçi ve emekçilerin, halkın bu seçimlerde adayı yoktur. Erdoğan 2015’te de kaybetmişti. 2017’de de kaybetti. 2018’de de kaybetti. Kaybettiği her seçimi de çalmasını bildi. Marifet, onun çalmayı bilmesinde, hırsızlıktaki başarısında değil, esas marifet, onu meşru gören ve gösteren “burjuva muhalefet”tedir. Kılıçdaroğlu, Saray Rejimi’ne karşı bir alternatif değildir. Ekmeleddin vakasını biz yaratmadık. Muharrem İnce vakasının planlayıcısı bizler değiliz. Muharrem İnce, gerçekte seçimi kazanmıştı ve kazanılmış seçimi satmıştır. Ve bunun karşılığında, yüklüce para aldığı da bilinmektedir. Kılıçdaroğlu bu süreçten habersiz midir? Erdoğan’ın gitmesi için duyulan haklı istek, halka bir umut olarak sunulan Kılıçdaroğlu’na bütün bu gerçeklere rağmen koşulsuz güvenme noktasına gelmiştir.
– Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Hepsi ama hepsi halklara düşman, hepsi ama hepsinin eli kanlı, hiçbirinin ama hiçbirinin bizim yediğimiz ekmeğin fiyatı umurunda değil. “Seçim de seçim” diyenler bize ne vaat ediyor? Ulaşım mı parasız olacak, sağlık mı, barınma mı, eğitim mi? Temel gıda maddeleri ücretsiz mi olacak? Bize sandık ve seçimi bekleyin diyenleri niye dinleyelim? Hiçbir seçim sandığıyla şimdiye dek hiçbir Sabancı defolup gitmedi, hiçbir patron “sizi sömürdüm, affedin, insan değilim ben” demedi.
– Biz sadece bir oy toplamı değiliz. Afetlerde yardıma koşanlar yönetebilirler de! Afet ve kriz anlarında sahneye çıkıp ellerinden geleni yapanlar neden normal zamanlarda da yapamasınlar? Gözünü kâr hırsı bürümüş patronlara köle olmak zorunda olmasalar, iş güvenliği nasıl alınır en iyi işçiler bilir. Bu güvenliğin alınabilmesi için kaç saat hangi koşullarda çalışması gerektiğini en iyi onlar bilir. Özel hastane sahibi bakanlara bağlı olmak zorunda olmasalar bir hastaya ne kadar zaman ayırmak gerekir, hangi tetkikleri önermek gerekir en iyi doktorlar bilir. Sermayenin baskısı olmasa bilim insanlık ve doğa için kullanılabilir, işte o zaman depremde yıkılmayan binalar inşa edilebilir.
Aç yatılmayan, sabahına enkaz altında kalınmayan, sömürülmediğimiz bir düzen istiyoruz! Çaresiz ve yalnız hissettiren, ölüm ve acıdan başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni ellerimizle yıkabiliriz. Yenisini de kurabiliriz.
İşçiler fabrikaları, üretim alanlarını pekâlâ yönetebilir. Öğrenciler, öğretim üyeleri, okul görevlileri üniversiteleri, okulları pekâlâ yönetebilir. Sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler hastaneleri pekâlâ yönetebilir. Bir mahallede yaşayanlar oranın sorunları için bir araya gelip pekâlâ o mahalleyi yönetebilir. Ana akım medyanın yalanlarına inanmayıp gerçeği açığa çıkarmak üzere hareket eden basın emekçileri pekâlâ basın işlerini, medyayı yönetebilir. Bugün olmayan hukuk sisteminin içinde bile adaleti sağlamaya çalışan avukatlar pekâlâ hukuk sistemini yönetebilir. Her ne yapıyorsak daha iyi yapmaya devam edip, ürettiklerimize ve yaptıklarımıza sahip çıkmamız, onları bir avuç asalağın eline teslim etmememiz yeni bir yaşamın kuruluşu olacaktır.
Bu yeni yaşamın adı sosyalizmdir.
Bugün sosyalizm imkânsızdır diyenler: Bir avuç asalağın, üreten milyonlarca insana hükmedebildiği, çocukların istismara uğradığı, yüz binlercemizin enkaz altında ölüme terkedildiği bu aşağılık düzen; milyonlarca insanın önlenebilir hastalıklar yüzünden yaşamını yitirdiği, her ay binlerce işçinin işçi cinayetinde katledildiği, geleceği göremediğimiz, ağız dolusu gülemediğimiz bu düzen mümkün oluyor, “yaşanabilir” oluyor da; kardeşçe, barış içinde, onurumuzla üreterek yaşayacağımız bir düzen mi imkânsız?
Kaderlerimizi, hayatlarımızı ve kurtuluşumuzu ellerimize almak için örgütlenirsek bu mümkün!
Bizleri yönetenler bir avuç ama örgütlü. Değiştirme isteğini bir iradeye çevirmeliyiz, bunun için örgütlenmek zorundayız. Özgür, sınırsız, sınıfsız ve kardeşçe yaşadığımız bir yarını gerçekleştirebilmek için direnişi büyütmek ve örgütlenmek zorundayız!
Gerçek budur. Bu güç bizdedir, bu gücü göstermek için sokaklara, meydanlara çıkmak, direnişe geçmek değiştirmenin ilk adımıdır. Bu gücü açığa çıkarabilmek için yan yana gelmeliyiz.
Onların tüm yalanlarına, yağmalarına ve sömürülerine karşı; değiştirmek isteyen, gücünü görmek ve göstermek isteyen herkes 1 Mayıs’ta yan yana gelmelidir!
İşçiler; her işyerinde arkadaşlarımızla konuşalım, kendi gündemlerimizi haykırmaya 1 Mayıs’a akalım!
Kadınlar; sömürülmeye, tacize uğramaya, aşağılanmaya, yok sayılmaya hayır diyen kim varsa koluna girelim, 1 Mayıs’a yürüyelim!
Öğrenciler; barınamayan, nitelikli eğitim alamayan, hayal bile kurmayı unutan sıra arkadaşlarımızı özgür bir yarını kurmaya, 1 Mayıs’a çağıralım!
Doğasını, yaşamını savunanlar; her yeri sermayeye peşkeş çekenlere karşı her yeri direniş alanına çevirmek için, 1 Mayıs’ta olalım!
Şimdi bu 1 Mayıs’ta yer alıp, özgür bir geleceği ellerimizde yaratmak için örgütlenmenin, direnişi büyütmenin zamanıdır.
Geleceğimiz bu direnişlerden geçmektedir. 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde geleceğimizi birlikte kurmak için yan yana gelelim. Gücümüzü büyütelim, örgütlenelim, kazanalım!
Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Her gün 1 Mayıs, her gün kavga!