Biz işçiler, emekçiler, kadınlar, öğrenciler elimizde tuttuğumuz gücün ne kadarının farkındayız?
Yaptığımız kadarının, o gücü kullandığımız kadarının.
Devlet bugün bize polisle, TOMA’sıyla, yargısıyla, medyasıyla, tüm gücü ile saldırıyorsa bu, elimizde tuttuğumuz, yer yer de gösterdiğimiz gücümüz nedeniyledir. Devlet, bizim kendimizi gördüğümüzden daha güçlü olduğumuzu bildiği için, büyük bir kısmını henüz elimizde tutuyor olsak da gücümüzün nelere kadir olduğunu bildiği için saldırmaktadır.
Güç, günlük dilde hem bir şeyin zorluğunu anlatır hem de onun yapılması için gereken emek miktarını. Kendi içinde çelişkili gibi görünür; hem yapılması için güç bir iş denir hem de yapılması için çok güce ihtiyaç var denir. Her iki anlamıyla da güç, yapmak ile ilgilidir. Bir şey yapılmadan ne onun güçlüğü, zorluğu anlaşılır ne de onun için gereken güç miktarı.
Tarih bu yüzden vardır. 15-16 Haziran’ın bizim hafızalarımızdaki yeri zayıflamış olsa da devlette canlıdır. Hrant’ın ardından dalga dalga duyulan “katil devlet hesap verecek” sloganı bugün bizim için daha az duyulur olsa da onların kulaklarını hâlâ çınlatmaktadır. Gezi Direnişi bizim aklımızda güzel ve “hüzünlü” hikâyeler olarak yer alsa da devletin hafızasında geleceğini kaybetmenin ufak bir resmi olarak diri ve tazedir. Yani güç açığa çıktığında, kullanıldığında anlamlıdır ve hiç şüphe yok ki potansiyel olarak bizde bu güç mevcuttur, kullanıldıkça açığa çıkacaktır.
Ve bizim gücümüz bugün CHP’nin, 6’lı masanın dediğinin aksine sadece sandıkta açığa çıkmaz. Hatırdadır 7 Haziran’ı yaratan; memleketin her bir tarafını kuşatan Gezi Direnişi ile örgütlü Kürt halkının, Kobanê Direnişi’nin birleşmesiydi, sandığı aşan bir mücadelenin yürütülmesiydi. Bu nedenle bugün de “cehennemin kapılarının açılması” dendiğinde de “gökkubeyi başlarına yıkmak”tan bahsedildiğinde de ilk akla gelen, ilk hayal edilen şey oy kullanmak değildir. Çünkü biz bu gücü oy vermekten değil, üretimden, yaşamdan alanlarız.
Bugün tüm haksızlıklara karşı bakacağımız yer anayasa ya da hukukî işleyiş değildir. Kitap kendilerinindir ama kitaba uygun bir işleyiş de zaten yoktur.
O zaman neden sadece biz bu kitaba uygun olmalıyız?
Bugün HDP’nin kapatılması konuşulmaktadır. HEP’ten HADEP’e, DEP’ten DTP’ye, BDP’ye hangi kapatma hukuka uygundu, hangi kapatma halkların direnişini bastırabildi? Onların yasaları sadece bize işlemektedir, bizden de bu yasaları tanımamız beklenmektedir. Hâlbuki çokça gördük ki direnişin kendi yasaları vardır. Kadınlar sokağa çıkarken, Bekaert işçileri greve çıkarken, Kürt halkı kendi televizyonlarını, okullarını kurarken de direnişin yasalarını esas almışlardır. “Yasalar sokakta yazılır” sloganı bizim için biraz paslanmış olsa da onların kulaklarında çınlamaktadır.
Bir “iç savaş hukuku”nun uygulandığı bugünlerde, seçimlerin hileli olup olmayacağı hatta seçimin kendisinin bile olmayacağı tartışılmaktadır. Üstelik herkesin aklında bir de “ya seçimle gitmezlerse” sorusu bulunmaktadır. Durum buyken; seçimi tek seçenek olarak görmek, mücadeleyi seçimden sonrasına ertelemek; gücümüzü yok saymak, kendimize, direnen işçilere, halklara, kadınlara, öğrencilere güvenmemek olacaktır. Ve şu soru da akıllarda bakidir; ya seçimle gitmezlerse?
Doğrudur, tarihsel bir sorumluluk taşıdığımız bir dönemden geçmekteyiz. Taşıyalım bu sorumluluğu! Şebnem Hoca gibi gerçekler için mücadele ederek, Mücella gibi yaşamı savunarak… Yasaklamalara rağmen direnen Bekaert işçileri, yaşamlarından ve birbirlerinden vazgeçmeyip sokaklarda olan kadınlar gibi, üniversiteleri yönetmek için direnişi büyüten öğrenciler gibi taşıyalım bu sorumluluğu. Tarihsel sorumluluk, İran’daki direnişte, Sarı Yeleklilerin bitmeyen mücadelesinde, Sudan’da, Arjantin’de, Peru’da, Yunanistan’da ayağa kalkanların mücadelesindedir.
Tarihsel sorumluluk taşımanın anlamı ona uygun mücadele etmektedir. Hiç kimsenin sadece bir adet oy kullanmak gibi tarihsel bir sorumluluğu olamaz. Her seçimde “çaldılar, hile yaptılar” deyip bir sonrakinde yine aynısını yapmak bir tarihsel zorunluluk değildir. Aksine bunu kabul etmemek, ancak rolünü oynamaya direnmek olur.
Kafasının arkasında “bu yazılanlar doğru ama önce bir gitsin de” diyenler; gücün yanındakindedir. Gücün oy pusulasında değil çıkan sesindedir, bugünü de yarını da kuran ellerindedir.
Sen seçmen değil yoldaş! Gücü özgür ve sömürüsüz bir dünyayı kurmaktan gelen, senin gücün ellerindedir.
Geleceğimiz üzerinde, Aile Bakanlığının Saadet Partisi’nde, İçişleri Bakanlığının İYİ Parti’de, ekonomiyi Ali Babacan’ın yöneteceği “güçlendirilmiş parlamenter sistem” tartışmaları yapılırken HDP’nin son çıkışı, yok sayılan, üstü örtülen, görülmek istenmeyen gücün varlığının görülmesine zemin oluşturmuştur.
Halkların, işçilerin, kadınların, öğrencilerin yani direnenlerin, yani bizim; geleceğimizi, sözümüzü, mücadelemizi ancak yine direnenler söyler. Sandığı aşan ortak bir mücadele ile direnenlerin buluşması, direnişin büyümesinde bir yol olacaktır.
İşçilerin, halkların, kadınların, öğrencilerin, doğa için mücadele edenlerin kararlılığının ve gücünün yan yana gelmesi fikrinden heyecanlananlar, yapılacak bellidir; bunları her alanda her düzeyde hayata geçirmek. Her yerde süren direnişleri örgütlemek ve büyütmek, bir parçası olmak bugünün tarihsel sorumluluğunu yerine getirmektir.
Güce geri dönersek, doğrudur, özgür bir dünya kurmak güçtür, zordur ama isteyene gücünü açığa çıkaracak yol da bellidir. Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Bu da bir seçimdir.
*: Kaldıraç’ın Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, 15 Ocak 2023’te Kartal’da gerçekleştirdiği mitingte dağıtılan bildirisidir.