Melek İpek, Nimet Akgün, Gülşen Bilgi, Fikriye Özbek gibi hayatlarını savunan birçok kadın mahkemeler tarafından “yaşamlarını” korudukları için yargılanırken özsavunmanın ne demek olduğunu, kadın mücadelesindeki yerini ve önemini, nasıl bir mücadele hattı gerektirdiğini Kadın Savunma Ağı’ndan Buse Üçer ve Pınar Çelik Arpacı ile konuştuk.
Son dönemlerde öz savunma yapan kadınların sayısının arttığını görüyoruz ve öz savunmaya dair tartışmalar da devam ediyor. Öz savunmayı bizim için tanımlar mısınız? Kadına yönelik şiddetle mücadelede öz savunmanın yeri nedir?
Buse: Aslında öteden beri kadınlar olarak kendimizi savunmanın çeşitli biçimlerini deneyimlemişiz ve kadınlık hukuku dediğimiz o kavramla birbirimize bu deneyimleri aktarmışız. Özsavunma dediğimizde akla ilk olarak fiziksel özsavunma geliyor. Ancak kadınlar olarak işyerinde, evde, sokakta patriyarkanın bize yaşattıklarına karşı çeşitli direniş yöntemleri geliştiriyoruz. Bu nedenle özsavunmanın yanına feminist demeyi tercih etme sebebimiz bu savunmanın bireysel bir savunmanın ötesinde olması. Aslında şiddetin kaynağını tespit edersek bu kaynağı yok etmeye dair mücadele edebiliriz. Feminist özsavunma bize bu alanı açar. Feminist özsavunma şiddetin kaynağını tespit etme ve onu yok etmek için geliştirdiğimiz her türlü yöntem, araç ve direniş biçimine verilen isim. Bir kadının kendini savunmasının tartışılacak bir tarafı yok. Gerçek bir adalet sağlanmadıkça kadınlar kendi adaletlerini sağlamaya devam edecekler. Feminist özsavunma kadına şiddetle mücadelede elimizdeki en güçlü araçtır. Bu anlamda özsavunma; polis, yargı, devlet, aile, eğitim. Nerede bir eşitsizlik varsa onu işaret eder. Teşhir ettiği patriyarkadır. Bu sistemin bizim emeğimiz, bedenimiz, yaşamımız üzerinde denetim kurma yolu olan erkek şiddetini de karşı kolektif eylemimizdir. Kısacası Şule Çet için adalet isterken verdiğimiz mücadele de, Melek İpek’in hayatta kalma hakkını koruması da özsavunmadır. Bu sebeple Melek İpek hepimiziz diyoruz.
Öz savunma yapan kadınlar çoğunlukla yargı tarafından cezalandırılıyor, öte yandan ise birçok fail erkek ceza indirimi alıyor. Bu çerçevede sizce öz savunmanın yargı ve devlet politikalarıyla sizce nasıl bir ilişkisi var?
Pınar: Kadınların yoğun, süreklilik arz eden yaşamsal tehlike barındıran şiddetten kurtulmaları için yani ölmemeleri için öldürmeleri gerekiyor. Bu durum aslında yasa tarafından da tanımlanan bir hak; meşru müdafaa hakkı.
Meşru müdafaa, kendisine veya başkasına yönelmiş haksız bir saldırıya karşı o anki durum ve imkânlarla saldırı ile orantılı bir şekilde saldırıyı engellemek için işlenen fiildir. Türk Ceza Kanunu madde 25’e göre meşru savunma, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmektedir. Saldırıyı defetmek için orantılı karşı güç kullanan kimse, meşru müdafaa hükümleri gereği cezalandırılmaktan kurtulur. Maruz kaldığı haksız saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe” kapılarak meşru müdafaa sınırlarının aşılması halinde dahi faile ceza verilmez.
Ancak TCK madde 25 cinsiyetçi ve erkek egemen yargı sistemi tarafından kadına ve erkeğe farklı uygulanıyor. Namus bahanesi ile cinayet işleyen erkek mutlak bir şekilde ceza indirimi aldığı halde kadının sistematik şiddete, hakarete, tehditte ve aşağılamaya uğraması sonucunda meşru müdafaa hakkını kullanarak işlediği cinayette cezasızlık ya da ceza indirim alamadığını görüyoruz. Günde 3-4 kadının öldürüldüğü, erkek şiddetinin bir yönetim biçimi haline geldiği ülkemizde öz savunma pratiği ceza tehdidi altına alınarak kadınlara öldürme, öl deniliyor. Yargılama pratiği öldürme önce son olayı baz alırken, sürekli ve yoğun şiddete maruz kalan kadınların içinde bulundukları şiddet ortamını görülmüyor, kadınlara öz savunma hakkını tanınmıyor. Geçtiğimiz aylarda sosyal medyada yapılan tartışmalarda da görmüştük aslında “adalet” dediğimiz kavramda erkek egemen dünya içinde, erkek egemen dil ve toplumsal ilişkiler içerisinde oluşuyor. Şuan verili toplumsal cinsiyetli egemen ilişkilerdeki dünyanın hukuku biz kadınlara yetmiyor. İktidarın en tepesinden, en alta kadar hiyerarşik olarak inşaa edilen erkek şiddeti karşısında ise kadınların yaşadığı eşitsizlik biçimleri tanınmıyor. Kadın düşmanı politikalar ile bu dahada katmerleniyor. Biz de yaşamlarımızı ve birbirimizi savunarak hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı kadın aleyhine toplum düzenini konuşmadan, kadını ve erkek aynılaştırıp, dar bir kanun yorumu ile yargılama yapılması kabul edilemez. Meşru müdafaa hakkının kadınların en temel hakkı olduğunu, “ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınların” cezaevinde girdiklerinde “en azından burada dayak yok” diyecek kadar çaresiz hissetmemeleri için kadın dayanışmasını büyütmek zorundayız. Feminist öz savunma hakkını da aslında bu dayanışmanın bir parçası.
Önümüzdeki dönemde öz savunmanın kadın hareketinin gündeminde nasıl bir yer tutacağını düşünüyorsunuz? Öz savunma ile ilgili kadın örgütlerinin nasıl bir tutumu olmalı ve nasıl bir mücadele hattı izlemeliler? Sizin bu konuda planlarınız neler?
Buse: Aslında kadın hareketinde zaman zaman varolan bir gündem ama politik stratejik bir hedef olarak düşünme ve tartışma zamanı belki de. Nevin, Çilem, Namme, Melek, Nimet, Alime gibi kendini savunan kadınlar aracılığıyla özsavunma birçok kez gündeme geldi. Özsavunmayı Kadın Savunma Ağı olarak öne sürdüğümüz “feminist özsavunma” politikası ile tartışabiliriz. Başka başka kadın birlikteliklerinde de bu özsavunma fikrinin yayıldığını görmek mümkün. Aslında Türkiye’de ilk olarak bizim politikamızın ana hattı olarak belirlediğimiz feminist özsavunma fikri giderek yayılmakta ve çeşitli atölyelere konu olmakta. Özsavunma hareketinin sahici bir hareket olduğunu hep biliyorduk ama hızla yaygınlaşması çok güzel. Feminist hukuk gereği örgütlü kadınların özsavunma fikri hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğini söylemenin üstten olacağını düşünüyorum. Sadece şunu söylemekte fayda var: özsavunma tartışması yapmak her kadın örgütü için şart. Varılan sonuçlar, yürütülecek siyasi çizgi farklı olabilir ama gerçekler ortada. Ben daha çok Kadın Savunma Ağı olarak planlarımızdan söz etmek isterim. Kadın Savunma Ağı olarak özsavunma çizgisini feministleştirerek fiziksel savunmanın ötesine taşıma amacımızdan söz etmiştim. Hayatımızdaki adamlara “hayır” demeyi öğrendiğimiz bireysel güçlenmenin “tek adama” hayır diyen kolektif bir güçlenmeye dönmesini istiyoruz. Özellikle pandemi ile beraber giderek daraltılan özerk alanlarımızı tekrar kazanmak istiyoruz. Artık bize dayatılan bu sistemi alaşağı etmek istiyoruz. Kadınlar olarak eşit ve özgür bir yaşam için sağlık başta olmak üzere tüm yaşamsal haklarımızı almaya geliyoruz. AKP ile beraber yükselen, Erdoğan’la cisimleşen gerici, erkek egemen, kapitalist bu düzeni sonlandırma planımız var :))Bunun için örgütlenmeye, şiddetin kaynağı olan iktidarı teşhir etmeye, adalet için özsavunmamızı güçlendirmeye, güçlenmek için de tüm özsavunma araçları ile donanmaya ihtiyacımız var. 8 Mart yaklaşırken etkinliklerimize devam ediyoruz. Hem online olarak hem de yüz yüze feminist özsavunma atölyelerimizi sürdürüyoruz. Çeşitli kentlerde kapı kapı dolaşarak birbirimize şiddet karşısında haklarımızı anlatıyoruz. Ankara’da 8 tane sığınmaevi var ancak yeterli değil, Ankara’nın ilçelerinde sığınmaevi açılması için imza kampanyası başlattık, şimdi de İlker, Dikmen, Mamak ve Keçiören başta olmak üzere mahallelerde dilekçelerimizi kadınlara ulaştırıyoruz. Aslında tüm bunlar feminist özsavunmanın bir ayağı. Kadınları örgütlü bir eşitlik ve özgürlük mücadelesine çağırıyoruz.