- Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin feshi iddiaları, devletin failleri koruması, yargının işlevsizliği konularıyla kadınlar kapsamları bir saldırıyla karşı karşıya fakat bir yandan da tüm bunlara karşı sokaklara çıkıp hakları ve hayatları için mücadele ediyorlar. Bu tablo içinde siz yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz ve sizce bugün kadınların ruh hali nedir?
İstanbul Sözleşmesi kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik her türlü şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya yönelik toplumsal inşayı öngören bir sözleşme ve kadınların tüm dünyada on yıllara dayanan mücadelesinin çok önemli bir kazanımı. Neoliberal ve muhafazakâr politikalar üzerinde, baskı, yalan ve inkar yöntemleriyle yükselen Tek Adam rejimi ise başından beri kendini toplumsal cinsiyet eşitliğinin, kadınların ve LGBTİ+’ların karşısında konumlandırdı. Her fırsatta kadınların kürtaj vb. kazanılmış haklarına yönelik gerici hamlelerde bulundu, kadın ve trans cinayetlerini ve erkek şiddetini cezasızlık politikaları ile teşvik etti. İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülükleri zaten yerine getirilmiyordu ve kadınlar olarak erkek şiddetine ve cezasızlık politikalarına karşı öncelikli talebimiz İstanbul Sözleşmesi’nin etkin şekilde uygulanmasıydı. Ancak bırakın etkin uygulamayı; iktidar, sözleşmeyi gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararı ile tek taraflı olarak “fesholmuş” ilan etti.
Bu süreci elbette genel politik atmosferden bağımsız düşünmek imkânsız. Fesih kararının arkasında gitgide güçsüzleşen, ittifaklarını yitiren ve toplumsal muhalefetçe sıkıştırılan, yönetmekte zorlanan bir Tek Adam rejiminin, dinci ve milliyetçi güç odaklarıyla ittifakını sağlamlaştırma kaygısı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla zamanlamayı iktidarın kendi rejiminin sınırları çerçevesinde artık engelleyemediği ekonomik yıkım, giderek kaybedilen toplum karşısında en gerici ve baskıcı unsurlara dayanarak iktidarının ömrünü uzatma çabası çerçevesinde okuyabiliriz. Öte yandan, bu hamle kadın eşitlik ve özgürlük mücadelesinin iktidar açısından hem politik hem ekonomik olarak ne denli maliyetli görüldüğünü de açığa çıkarıyor! Her fırsatta kadının karşısına aileyi koyan Tek Adam rejimi için ekonomik kriz koşullarında kadınlara ev içi emek köleliğini, ömür boyu bakıcılığı, şiddeti ve baskıyı reva gören bugünkü aile düzenini korumak her zamankinden daha gerekli! Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme için sokakları terk etmeyen kadın hareketinin iktidara neden bu kadar rahatsızlık verdiğini bu koşullarla anlayabiliriz.
Kadınlar için doğrudan hayatlarımızı ve haklarımızı hedef alan bu saldırı elbette kabul edilebilir değil. Bu nedenle de 20 Mart günü itibariyle sokaklarda bu kararın yok hükmünde olduğunu, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğimizi dile getiriyor ve birbirimizden güç alarak mücadeleyi sürdürüyoruz. Çünkü biliyoruz ki, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaların devamı gelecek; bunlar erkek-egemen kapitalist iktidarların varoluş biçimleri ve bunun karşısında ancak birlikte ve mücadeleyle durabiliriz.
- Devletin ve erkeklerin kapsamlı saldırıları karşısında kadınlar bir arada olmaktan, yan yana mücadele etmekten, birbirlerinden güç alıyorlar. Sizce bugün kadınların örgütlülüğünün durumu nedir? Bir kadın örgütü olarak kadınların örgütlenme biçimlerine ve yaklaşımlarına ilişkin fikirleriniz, politikalarınız nelerdir?
2015 sonrası süreci ele alırsak toplumsal muhalefete yönelik tüm baskı ve kriminalizasyona rağmen kadınların geri çekilmediğini ve kadın örgütlenmelerinin bir arada durarak ve dayanışarak bu sürece cevap vermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Kadınlar iktidarın doğrudan hayatlarını ve haklarını hedef alan söylem ve politikaları karşısında cevaplarını sokakları terk etmeyerek verdiler, veriyorlar. Kadın örgütleri de bu cevabı eylem birlikleriyle, ortak kampanyalarla büyütmeye çalışıyor. Bu açıdan Kadınlar Birlikte Güçlü çağrısıyla gerçekleşen İstanbul ve ardından Türkiye Kadın Buluşması’nın farklı kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin ve bağımsız feministlerin bir araya gelmesi adına çok önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Yine önemli bir süreç, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının gündemde olduğu 2020 yazında yaşandı. Bizim de parçası olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu oluşturuldu ve İstanbul’da kadın hareketinin birçok bileşeni bir araya gelerek bu saldırıya karşı en geniş eylem birliğini sağlama noktasında adım attı. Yerellerde ve İstanbul genelinde eylemler organize edildi. İstanbul Sözleşmesi’nin önemini anlatmak adına broşür çalışması yapıldı, mahallelerde forumlar düzenlendi. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı sonrası sürece de yine kadın hareketinin bu kadar hızlı cevap verebilmesinin koşullarını bu çalışma oluşturdu diyebiliriz.
Aynı zamanda, tüm bu saldırılar karşısında kadınların da örgütlülüğe daha çok ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Bir kadın örgütünde faaliyet sürdürmeyen ya da daha önce kadın mücadelesinin aktif bir unsuru olmamış birçok kadın da bu süreçte “Ben İstanbul Sözleşmesi için ne yapabilirim; bulunduğum yerde, mahallemde, işyerimde vb. ne yapabilirim?” diye sormaya başladı. Bizim gözlemimiz; birçok mahallede kadın dayanışmaları, platformları oluştu ve/veya mevcut dayanışmalar büyüdü, genişledi. Ancak mevcut saldırıları göz önünde bulundurursak, çok daha büyük bir seferberliğin örülmesi gerektiği de ortada. Bunun yollarından biri de çalışmaları yerellere ve işyerlerine taşımak ve kadın mücadelesinin ortak taleplerini ve mücadele hattını oralarda birlikte geliştirmek. Pandemiyle ekonomik krizin iç içe geçtiği bu dönemde kadına yönelik erkek şiddeti ve ekonomik saldırılar karşısında erkek egemen kapitalizme karşı mücadeleyi bir talepler bütünü etrafında büyütebilmemiz gerekiyor. Bugün elbette acil gündemimiz İstanbul Sözleşmesi ancak onun için verdiğimiz mücadeleyi, mesela artan kadın işsizliğine karşı verdiğimiz mücadeleden, kadının görünmeyen emeği ekseninde sürdürdüğümüz mücadeleden, fiili kürtaj yasağına karşı taleplerimizden ayrıştırmak mümkün değil.
Ve elbette uluslararası kadın hareketinin güçlendirilmesini, uluslararası kampanyaların örgütlenmesini de hayati görüyoruz. Çünkü dünyanın her yerinde kadınlar olarak sorunlarımız ve taleplerimiz ortak. Bu çerçevede biz de uluslararası kadın hareketinin deneyimlerini ortaklaştırmak adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Pandeminin bir olumlu yanı varsa o da bizi çevrimiçi olanakları daha fazla kullanmaya yöneltti diyebiliriz. Bu süreçte birçok kadın örgütü çeşitli uluslararası söyleşiler düzenledi. Biz de Arjantin ve Polonya’dan feministlerle onların deneyimlerini konuşmak ve mücadelenin ortak taleplerini tartışmak adına bir araya geldik. Ayrıca enternasyonal mücadele adına, geçtiğimiz 25 Kasım öncesi “Pandemi ve Kapitalist Kriz: Kadın Mücadelesinin Rolü” başlıklı uluslararası çevrimiçi buluşmada; Arjantin, Şili, Brezilya, İran, Peru, Bolivya, Panama, Dominik Cumhuriyeti, Nikaragua, Meksika, İspanya, Portekiz ve Cezayir’den feministlerle bir araya geldik ve kapitalist hükümetlere karşı feminist hareketin ve işçi sınıfının birlikte mücadelesini güçlendirecek 5 önemli uluslararası politik kampanyanın çağrıcısı olduk: Erkek-şiddeti ile mücadele, kürtaj hakkı mücadelesi, sağlık çalışanlarına destek, siyasi tutsaklara özgürlük ve ırkçılıkla mücadele.
- Son olarak, bugün İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin yürütülen mücadeleyi nasıl değerlendiriyor, bu sürecin nasıl kazanımları olacağını düşünüyorsunuz? Sözleşmeye ilişkin kararnamenin geri çekilmesi ya da sözleşmenin uygulanması sizce nasıl bir yol ile mümkün?
Bir taraftan bahsettiğim İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu ekseninde eşit yaşama hakkımızı yok sayanlara karşı üç aylık yasal sürenin işaret ettiği 1 Temmuz gününü de kapsayan bir mücadele süreci yürütülüyor. Diğer yandan Eşitlik için Kadın Platformu’nun çalışmaları sürüyor. Ve birçok kadın örgütü bir yandan da bulunduğu alanlarda kendi çalışmalarını sürdürüyor, daha fazla kadına ulaşmanın olanaklarını geliştiriyor. Tüm bu mücadeleler birbirini besliyor. Bu alanlarda kadın örgütleri olarak ortak mücadelenin gerek ve unsurlarını da yeniden tartışma, konuşma fırsatı buluyoruz. Bu süreci bu açıdan da kıymetli görüyoruz.
Bugün sözleşmenin içeriğinin gerçekten uygulanması yani ev içi şiddeti ve kadına, LGBTİ+lara, toplumun diğer dezavantajlı gruplarına yönelik ayrımcılığın önlenmesi ve haklarımıza dönük diğer saldırıların engellenmesi için iktidardan ve iktidarın uzantısı olan burjuva yapılardan bağımsız bir ortak zeminin oluşabilmesi bir önkoşul. Ardından bu birlikteliği ve kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini hangi araç ve taleplerle daha da güçlendirebileceğimizi tartışmak gerekiyor.
Ve elbette İstanbul Sözleşmesi’ni fesih kararının yalnızca kadınlara ve LGBTİ+’lara değil, temel hak ve özgürlüklerini kullanmak; eşit, özgür ve şiddetten uzak bir yaşam sürmek isteyen herkese karşı bir saldırının parçası olduğunu da görmek gerekiyor. Tek Adam rejimi toplumsal meşruiyetini kazanana kadar Kürtlere, kadınlara, öğrencilere, doğaya, kültüre, bilime ve emeğe saldırmaya devam edecek. Maruz kaldığımız siyasi ve ekonomik baskıların sona ermesinin tek yolu, erkek egemen kapitalist sistemle mücadeleden geçiyor. Biz kadınlar, mücadelelerle kazanılmış hakların bir “oldubitti” ile yok sayılmaması için, İstanbul Sözleşmesi, haklarımız ve hayatlarımız için mücadelede ısrar etmeliyiz! Ve aynı ısrarı toplumun hakları ve iradesi yok sayılan tüm kesimleri olarak gücümüzü ve mücadelelerimizi birleştirme noktasında da göstermemiz gerekiyor.