17’inci Karaburun Bilim Kongresi’nde “Kapitalizmin yıkımı ve kadın emeği” başlığıyla düzenlenen panel A-8 oturumu yazar Özlem Özkan’ın yürütücülüğünde gerçekleştirildi. Panelde İstanbul Üniversitesi Doktora Öğrencisi Şeyda Tuğgen Gümüşay, ‘Kapitalizmin yıkımı, yıkımın kadınlar üzerindeki etkisi ve kadın özneliğinin inşası’ ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağından Zeynep Kıvılcım, ‘Otoriter rejime karşı hukuk yoluyla direnmek: Türkiye’de hukuki feminist aktivizmin olanakları’ başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi.
‘Kadınlar eylemlerde dönüştürücü role sahip’
İlk olarak söz verilen Şeyda, 2008 finansal krizin ardından artan saldırganlığın erkek egemenliğini daha fazla teşvik ettiğini, kadınlar üzerindeki baskıyı ve emeğinin kırılganlaşmasını artırdığını belirterek bu tahakküm karşısında da kadınların kendini ezen mekanizmaya karşı örgütlendiğini ifade etti. Şili’de Las Tesis eylemlerini, Sudan’da Ömer El Beşir’e karşı başlatılan zam protestolarını ve Rojhilat’ta Jîna Emînî’nin katledilmesiyle başlayan eylemlerde kadınların dönüştürücü rolü olduğunu ifade eden Şeyda, “Kadınların özellikle bu süreçlerde kendilerini daha özgür hissediyorlar, kamusal alanda daha aktif oluyorlar. Sınıf ve kadın mücadelelerinde birbirini dışlamadıklarını, kendilerine dönük erkek patron şiddetini de direnişin parçası haline getirdiklerini görüyoruz. Hem sınıf bilincini hem de kadın oluşunu ortaya çıkarıyorlar. Direnişlerin temeli toplumsal cinsiyet odaklı olmasa da direnişlerde kadın oluşunu ortaya koyuyor. Kadınlar direnişe gittiğinde toplumsal cinsiyet eşitliği temelli taleplerini dile getiriyorlar” şeklinde konuştu.
‘Kadın deprem sonrası mağdur değil kurucu rolde’
Depremlerde feminist ve sosyalist yapıların özellikle Hatay’da çadır kurduğunu ve bu bölgelerde deprem mağduru olarak görülen kadınların şimdi kurucu rol üstlendiğini ifade eden Şeyda, “Çok sayıda kadın dernekleri açılmış durumda. Samandağ’da Kadın Dayanışma Evleri kuruldu. Çocuk yaşlı engelli bakımında kadınların yer alması, yaşam alanlardaki eksikliklerin giderilmesinde kadınların yer alması kadınların deprem sonrası kurucu rolde bulunmalarında etkide bulundu” diye belirtti.
‘Kadın toprakla üretimden kopacağının farkında olduğu için mücadelede’
Cerattepe’de Karadeniz’de maden direnişlerinde kadınların önde olduğunu dile getiren Şeyda, burada kadınları ekolojiyle bağlarının kapitalizme karşı kararlı tutumlar almalarında etkili olduğunu ifade etti. Erkeklerin sistemden paylar alırken kadınların ise daha sınırlı paylar aldığını söyleyen Şeyda, “Kadınlar kendini üretime kattığı bağ tarım. Ekolojik saldırı kadının buradan kurduğu bağı yıkan bir durum. Kente gittiğinde işsiz kalacağının, tarımdan, üretimden kopacağının, kendini üretebildiği yerden uzaklaşabileceğinin farkında” şeklinde ifade etti.
‘Burjuva muhalefeti mücadeleyi ayrıştırma çabasında’
Kadınların birçok eylemde sadece kadın olmaktan kaynaklanan sorunların değil sistemin kendisinden kaynaklanan sorunlarda da yer aldığını dile getiren Şeyda, sistem karşıtı eylemlerde kadın olmanın etkisinin olduğunu, tüm yaşam alanlarına dair sınıfsal perspektifi ile yer aldığını belirtti. Burjuva muhalefetin söylemlerinin ise mücadeleyi ayrıştırdığını dile getiren Şeyda, “Örneğin göçmen kadının uğradığı şiddet daha az görülür hale geldi. Göçmen karşıtlığı kadın hareketinde aşılmış durumda. HÜDA PAR ve Saadet Partisi ile birlikte şeriat tartışması var. Mücadelenin iktidar ve burjuva siyasetinin söylemleri arasında sıkışması isteniyor” şeklinde dile getirdi.
‘Kadınlar nasıl bir dünya istediği üzerinden örgütlenmeli’
Kendi gündemlerinde yaşamı örgütleyen kadınlar olarak ‘nasıl bir dünya istiyoruz’ sorusunu cevaplayan örgütlenmenin peşinde olunması gerektiğini ifade eden Şeyda, “Kendi isteklerini ön plana çıkaran bir kadın hareketi olmalı. Bütün bu gündemlere dair kadınları buraya nasıl çekeceğiz, bütün yaşamı ne istiyoruz üzerinden örmeliyiz. Ekolojiye, depreme, işçi direnişçilerine dair sözümüz olmalı aynı zamanda da deprem sonrası nasıl bir yaşam istediğimizin cevabı olmalı” diye konuştu.
‘Hukuk direniş aracı olarak bitmedi’
Zeynep ise akademisyen Barbara Grabowska-Moroz ile birlikte Macaristan, Polonya ve Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi ile ilişkili kadın mücadelelerinde otoriter rejime karşı hukuk yoluyla direnme üzerine çalışmalarını sundu. Hukukun direniş aracı olarak bitmediği sonucuna vardıklarını ifade eden Zeynep, İstanbul Sözleşmesini kadınların gündemlerinde üst sırada yer aldığını belirtti. Zeynep, “Feminist aktivizmin siyasallaşması hukuku kullanmak apolitik hale mi getirir? Hukukun üstünlüğünü dile getirilen ülkelerin kendisinin cinsiyetçi oluşuna dair durumu göz ardı etmiyoruz. Hem formel hukuki eylemlerin hem sözleşmenin imzalanması onaylanması uygulanması hukuki ve hukuki olmayan aktivizmi içeriyor. Aralık 2022’de dernek ve platformlara bağlı İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da görüşmeler yapıldı. Aktif olan ana örgütleri seçtik” şeklinde ifade etti
‘Lobi faaliyetleri muhalefet partileri üzerinden devam ediyor’
İlk yasa yapım sürecine müdahalelerin taktik olarak ortaya çıktığını, yasa yapım sürecine müdahalelerin kapsamlı olduğunu belirten Zeynep, Türkiye feminist tarihinde başarılı müdahalelerin bulunduğunu ifade etti. Kadınların 2000’li yıllardan itibaren lobi yapma yollarının kapandığını ancak yasa yapım sürecine katılım çabalarından vazgeçmediklerini söyleyen Zeynep, “Muhalefet partileri üzerinde lobi yapmaya başladılar. Şimdi yasa çıkmasını engelleme faaliyetleri var. EŞİK ‘Yasalara dokunma uygula’ kampanyası düzenledi. Bir de üçüncü taraf olarak davalara müdahil olmak başarılı bir strateji olarak ortada. Karşı anlatılar feminist anlatı ceza davalarına feminist bakış getirilmesi kamuoyu oluşturulmasında önemli katkılar var” diye belirtti.
‘Otoriterliğin sınırlanmasına vurguda bulunuldu’
Sözleşmenin iptaline karşı Cumhurbaşkanlığının kararnamesine 200’den fazla dava açıldığını ve burada hukuki argümanların öne sürüldüğünü dile getiren Zeynep, kararnamenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve cumhurbaşkanının yetkilerinin, otoriterliğin sınırlanmasına vurguda bulunulduğunu kaydetti. Danıştay tarihinde ilk kez kapıların açıldığını, sürekli yayın yapılarak yasakların delindiğini belirten Zeynep, “Hala görüşülen davalar var. Kararnamenin mevzuata aykırı olduğu söylendi. Feminist avukatlar açıklama yaptı ve kimse kendi örgütünden doğru açıklama yapmadı. Cumhurbaşkanının kadınlar tarafından kadınlara hesap vermesi gerektiğini göstermek açısından önemli olduğunu gösterdi” ifadelerini kullandı.
‘İnsan hakları dili ile mücadele tüm topluma anlatıldı’
Hukuki kavramların kamusal siyasetin örgütlenmesinde insan hakları dilinin kullanılarak protesto gösterilerinde sözleşmenin toplumun genelini ilgilendiren bir konu olduğu söylemine yer verildiğini ifade eden Zeynep, “Topluma söylemede taktiksel olarak insan hakları söylemi kullanışlı oldu. Kadınların yaşam hakları arasında güçlü bir bağ kuruldu. Başka sözleşmelerden de çekilinebilir diyerek Türkiye’nin genelini ilgilendiren bir söylem oldu” dedi.
‘Mücadele uluslararası boyuta taşındı’
Avrupa Konseyi Şiddete Karşı Kadınlar Ağı (WAWE) ile ilişkilerin İstanbul Sözleşmesi kampanyalarında işlevsel olduğunu ifade eden Zeynep, “Nahide Opuz Türkiye kararı İstanbul Sözleşmesini tetikleyici kararlardan biri. Diyarbakır’da mahkemeye gitmesiyle başlayan hukuki aktivizm. ‘İstanbul Sözleşmesi Diyarbakır’dan başlayan aktivizmin eseridir’ dediler. Diğer bir taktik de gölge raporlama. Özellikle CEDAW ile ilgili İstanbul’da bir kere sunuldu. Orada bile 5 gölge rapor sundu. Çekilmenin ardından imkan kalmasa bile diğer uluslararası sözleşmeler kapsamında gölge raporlama olarak kullandıklarını söylediler. Bunu İstanbul Sözleşmesi’nde de kullandıklarını, bu sorunların Türkiye’ye sorulmasını sağladığını, belirlenen usulün CEDAW dışında neden o sözleşmeden çıktığını sorduran bir yöntem” diye belirtti.
‘Hukuksal şiddette Kürt kadınlarına çifte standart uygulanıyor’
Feminist aktivistlerin Avrupa Konseyinin sadece dayanışma mesajları ile sınırlı tepki verdiğini söylediklerini belirten Zeynep, devletin de feministlere hukuksal şiddet uyguladığını ifade etti. Artan yoğun polis şiddetiyle feminist gösterilerin imkansız hale getirilmek istendiğini dile getiren Zeynep, “ Görüşmeciler hukuki tacizin Kürt feminist aktivistlere karşı çifte standart uyguladığını söylediler. Sokak eylemi davalarında Kürt aktivislere terörle bağlantılı şekilde dava açılırken batıda ise toplantı yürüyüşleri kanunundan dava açılıyor. Bu diğer Kürt aktivisler için caydırıcılık sağlamayı amaçlarken Kürt aktivislerin yurt dışına çıkmasına neden olduğu için aktivizmin kesintiye uğramasına da neden olduğunu söylediler” şeklinde ifade etti.
‘İstanbul Sözleşmesi farklılıkları birleştirdi’
Feminist aktivistlerin hukuki araçları kullanarak siyasallaştığını ve güçlendiğini söylediklerini belirten Zeynep, İstanbul Sözleşmesi tartılmasında farklı sınıflar, inanç ve farklı planlardan kadınları birleştirdiğini dile getirdi. Hukukun direnme imkanını hala koruduğunu belirten Zeynep, “Polonya ve Macaristan’da da mücadelenin siyasallaştığını söylerken kendi aktivistlerinde dezavantaj yarattığını söylerken Türkiye’dekiler aksini söylediler. İktidarı sınırlama için hukuk bir araç değil ama gündem belirlemek, söylem üretmek tartışmaları kamuoyuna taşımak ve kitle büyütmek açsından önemli dediler. Polonya Macaristan’da hukuk işlevini yitirdi derken bu gerilemenin amiral gemisi olan Türkiye’de ise aktivistler hukuku kullanmaya devam etmeliyiz dedi” şeklinde konuştu.