İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri “Deprem değil, rantçı düzeniniz öldürüyor” şiarıyla basın açıklaması düzenledi. Emek ve Demokrasi Güçleri, “Bu deprem sadece yer kabuğunu kırmakla kalmadı. İktidarın açıklarını ortaya döktü, tek adam rejiminin ve neoliberal yağmacılığın neye yol açtığını tüm dünyaya gösterdi” dedi.
Basın açıklamasını İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Veysel Beyazadam okudu.
““Devlet” üçüncü günde ortaya çıktığında, ilk işi, toplumsal dayanışmayı AFAD’ın ve iktidarın kontrolü altına almak için felaketi bir güvenlik sorununa dönüştürmek ve OHAL ilan etmek oldu” ifadelerinin kullanıldığı basın açıklamasının tamamı şu şekilde:
“Basına ve Kamuoyuna;
Ülkemizde yaşanan Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin üzerinden 25 gün geçti.Yıkılan binaların önemli bölümü enkaz halinde dururken saptanan can kayıpları şimdiden 45 bini geçti. Geride yıkılmış kentler, büyüdükleri şehirleri terk eden milyonlar, yakınlarını kaybetmiş yüz binlerce insan, hayata dönmeye çalışan on binlerce yaralı bıraktı. Göçük altındaki yakınlarını ve evlerini terk etmek istemeyen, gidecek bir yeri olmayan yoksul insanlarımız çok zor koşullarda ayakta durmaya, hayata tutunmaya çalışıyor.
Bu deprem sadece yer kabuğunu kırmakla kalmadı. İktidarın açıklarını ortaya döktü, tek adam rejiminin ve neoliberal yağmacılığın neye yol açtığını tüm dünyaya gösterdi.
İlk saatlerden itibaren dört bir yandan yardım çağrıları yükseldi. Her felaketi otoritesini pekiştirmek ve ranta dönüştürmek için kullanan iktidarın, arama kurtarma ve destek çalışmalarını tekelinde topladığı AFAD ortada yoktu. Binlerce depremzedenin ortak çığlığında ifade ettiği gibi “devlet yok”tu. Kurtulanlar ve kendi imkanlarıyla enkazdan çıkanlar yakınlarını kurtarmaya çalıştı. Yaralılar hastanelere götürülemedi. Yollar kapalıydı ve hastaneler çökmüştü. Üç gün boyunca deprem alanındaki halkın imdadına koşabilenlerin en önünde, toplumsal dayanışma ağları, emek ve meslek örgütleri, demokrasi güçleri vardı.
“Devlet” üçüncü günde ortaya çıktığında, ilk işi, toplumsal dayanışmayı AFAD’ın ve iktidarın kontrolü altına almak için felaketi bir güvenlik sorununa dönüştürmek ve OHAL ilan etmek oldu.
İktidar deprem öncesi ve sonrası yaptığı hatalarla yüzleşeceğine, dayanışma faaliyetinde bulunanlar başta olmak üzere önüne gelene parmak sallayarak halkın dayanışmasını engellemek için elinden geleni ardına koymadı. Yardım ve destek çalışmalarının akışında hayati yeri olan sosyal medyayı kapattı, yardım kamyonlarına el koydu, dayanışma koordinasyon merkezlerine kayyum atadı, gazetecileri, gönüllüleri ve adaletsiz, yetersiz yardımları eleştiren depremzedeleri gözaltına aldı, iktidarı eleştiren televizyonları, basını susturmaya girişti. İnsanlık tarihinde belki ilk kez, ihmal ve liyakatsizlikle afeti yönetemeyenlerin ölülerini gömme ve yaşamı sürdürme telaşındaki insanlara küfür edebildiğine şahit olduk.
Bizler, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak felaketin ilk haftasında deprem bölgesindeki destek ve dayanışma çalışmalarımızı daha etkin yürütmek, deprem bölgesindeki halkın acil ihtiyaçlarını karşılamak için bir koordinasyon oluşturduk. Destek ve dayanışma çalışmalarımızın ilk anından itibaren, iktidar yardım çalışmalarımızı engellemeye çalışıyor, kamyonlarımızı durduruyor, depolarımıza el koyuyor, oluşturduğumuz imkanları heder ediyor.
İktidar bunları, yol açtığı felaketteki sorumluluğunu gizlemek, baskıcı düzenini pekiştirmek, sermayenin ve özellikle de inşaat şirketlerinin krizini çözmek, tarikat, cemaat ve çetelerinin hareket alanını genişletmek için yapıyor.
Depremin yüksek yıkıcılık düzeyinin arkasında, neoliberal yıkım politikaları, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, ekonominin inşaat şirketlerinin çıkarlarına odaklanması, kamusal ve bilimsel denetimin tasfiyesi bulunmaktadır. Bilim insanlarının yıllardır yaptıkları açık uyarılara karşın, çıkarılan 9 imar affıyla deprem bölgesindeki 300 bin binaya denetimsiz yapı kayıt belgesi verilmiştir.
Depremin sonuçlarını ağırlaştıran geç, koordinasyonsuz, dengesiz, verimsiz müdahalenin nedeni ise “felaket yönetimi”nin, AFAD tekeli üzerinden, tek adam rejiminin güvenlik politikasına bağlanmasıdır. Bu felaket yönetimi biçiminin yarattığı kargaşalık karşısında iktidar, yandaş medya ve ırkçı demagoglar, “hırsızlık ve yağmacılık” yaygarası ile ortaya çıkan haklı öfkeyi mültecilere, göçmenlere ve yoksullara yönlendirmeye çalışmaktadır. Böylece ortaya çıkan “insani kriz” bir “güvenlik sorunu”na indirgenmekte ve insani krizin sorumluluğu uydurulmuş “düşman”ların üzerine yıkılmak istenmektedir.
Depremin yarattığı büyük yıkım, yıkılan yerleşimlerin yerlerinin yeniden belirlenmesini ve planlanarak inşaasını gerekli hale getirmiştir. Ancak iktidar çıkardığı OHAL kararnameleriyle yeniden inşaaya ilişkin kararları yukarıdan aşağı ve keyfi bir biçimde alacağını ilan etmiştir. Bu tutum bu konuda, toplumun ve felakete maruz kalan insanların çıkarlarını önceleyen bir mantığın değil rantçı bir mantığın hakim olacağını göstermektedir.
Yakınlarını kaybeden, zor durumdaki ailelerinin ve yakınlarının desteğine koşmak isteyen, depremin yeniden vurması endişesi içinde güven vermeyen işyerlerine girmek istemeyen işçiler çalışmaya zorlanmaktadır. Bu nedenle işbaşı yapmak istemeyen işçiler işten atılmaktadır. Bir çok işçi işyerlerinin yıkılması gerekçesiyle tazminatsız olarak işten çıkarılmış, ortada bırakılmıştır.
Depremde yaşamını yitiren on binlerce insanımızın yanında binlerce çocuk da ailesini yitirmiştir. Bu acı durumu bir fırsat olarak gören tarikatların bu çocukları kendi “yetiştirme yurtlarına” yerleştirdiği ve bunun için himaye edildikleri izlenmektedir.
Son sağlık emekçilerinin, Türk Tabipler Birliği’nin deprem bölgesinde olarak gönüllü görev yaptığı bölgelerden çıkarılmaya çalışılması akılla izah edilebilecek bir durum değildir. Böylesine yıkıcı bir sürecin atlatılması kolektif iradenin varlığı ile mümkündür. Daha bir iki yıl önce genel salgın döneminde tüm dünyanın takdir ettiği sağlık emekçilerine yönelmek, doğru bir yönetim kararı içerisinde olunamadığının da göstergesidir.
İktidar sahiplerini uyarıyoruz; büyük bir hata içindesiniz!
Söz konusu olan milyonlarca insanımızın hayatı, toplumumuzun ve ülkemizin geleceğidir. Otorite ve kar hırsınız geleceğimizi yok ediyor.
Depremin 20. gününde deprem bölgesi çadır, hastane, tuvalet, su, elektrik ve temizlik ihtiyaçlarına çözüm arıyorsa, felaket yönetiminizin kendisi bir felaket halini almış demektir.
Felaket yönetimi demokratikleştirilmelidir, iletişim ve basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlama ve tehditler kaldırılmalıdır, yerel yönetimlerin ve tüm halkın etkin bir biçimde katıldığı, eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumsal seferberliğin önü açılmalıdır.
Yeni yerleşim merkezlerinin oluşturulması ve inşaasında, toplumun yararını önceleyen, bilimsel ve demokratik bir karar süreci işletilmelidir. Bu sürece, konu ile ilgili tüm meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve felaketi yaşayan halkın temsilcileri ve görüşleri dahil edilmelidir. Kararlar mutlaka ilgili bütün bilimsel disiplinlerden bilim insanlarını içine alan bir bilim kurulunun denetiminde alınmalıdır.
Acilen sahra hastaneleri, sağlık çadırları ve sağlık kabinleri gibi acil müdahale birimleri oluşturulmalıdır. Ağır koşullar altında çalışan bölgedeki sağlık personeli için özel bir destek planlanı yapılmalı, takviye personel sağlanmalı ve rotasyon yapılmalıdır.
Yaşadığımız felaketin sorumluluğunu mültecilere, göçmenlere ve yoksullara yıkmaya çalışan ırkçılık ve “takdir-i ilahiye” bağlayan yobazlık deprem kadar yıkıcı ve kötücüldür. Yalana dayalı kışkırtmalarla iktidarın siyasi sorumluluğunu gizlemeye çalışan bu provokatörlerin karanlık dünyası Türkiye halkının basireti altında ezilecektir.
Ailesini yitirmiş çocuklarımız, her biri birer çocuk istismar merkezi olma riski taşıyan, geçmişte, çocuk yaşta evliliğe zorlama, taciz, tecavüz gibi çok sayıda istismar olayının yaşandığı tarikat yurtlarına bırakılamaz. Çocuklarımızı karanlığa teslim etmeyeceğiz.
Deprem nedeniyle yaşadığımız acılar, takdir-i ilahi değil, takdir-i siyasidir. İktidar sahipleri ne yaparlarsa yapsınlar, tarihinin en büyük acısını yaşayan ve tarihinin en büyük dayanışma hareketini yaratan Türkiye halkı, yaşadığımız insani felaketin siyasi sorumlularından ve bunların koltuğu altında palazlanan ölüm tacirlerinden mutlaka hesap soracaktır.
Şimdi dayanışma zamanı.
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”