Türkiye iç tüketim değeri yüksek bir kibir denizinde yüzüyor. “Halep’ten Musul’a her yeri dizayn ederiz” diyen ve ederi kendinden menkul bir dayatmacılık, siyasetin farklı yelpazelerinden toplumun geniş katmanlarına yedirilmiş bir anlatı artık. Son 13 yılın fiyaskolarla dolu ibretlik karelerden birinden bile ders çıkarmaya niyetleri yok. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT’ten kalma “operasyonel istihbaratçı” kimliğini diplomatik alana tahvil ediyor. Güney sınırlarına bir tampon geçirme planının Irak tarafı için “Erbil, Süleymaniye, Bağdat, Kerkük ve Musul’da geleceği hep beraber kuracağız” diyor. Ne büyük iddia! Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 4. Kolordu Komutanlığı’ndaki iftarda “Irak hududumuzun güvenliğini bu yaz itibarıyla komple garanti altına alacak, Suriye’de yarım kalan işimizi de mutlaka tamamlayacağız” diyor. Sınırların ötesini dizayn operasyonlarında yaşadıkları hezimetleri, yol açtıkları kötülükleri, tamir edilemez yıkımları ve bunların Türkiye içine yansımalarını tartıştırmamak için de bütün meseleyi “terörle mücadele” zeminine oturtuverdiler. Bütün bir pislik “terör koridoru”nun altına süpürülüyor. Mesele artık “ulusal güvenlik” ve oradan çıkış yok!
Geçenlerde hikâyenin Suriye tarafındaki halini özetleyen bir olay yaşandı. Muhalif kaynaklara göre 17 Mart’ta MİT Başkanı İbrahim Kalın rejim değiştirme oyununun aparatları Antep merkezli “Suriye Geçici Hükümeti” ve İstanbul konuşlu “Suriye Ulusal Koalisyonu’nun temsilcileriyle birlikte Azez’de iftar masasındaydı. Katar’ın temsilcileri de sofradaydı; para kasası eksik olacak değil ya! Epeydir sızlanıp duran muhalif grupların sorunları ve talepleri dinlendi. Heyet Bab’üs Selame Kapısı’ndan Kilis’e dönmek üzere yola çıktığında Azez yakınlarında Sajo diye bilenen kamp alanındaki kavşakta yolları kesildi. Öfkeli kalabalık bağırdı, çağırdı. Heyete eşlik eden askerler yolu açmak için havaya ateş açtı. Kalabalık dağılmayınca konvoyun güzergâhı değiştirildi. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı Cephet’uş Şamiyye hemen olay yerine intikal edip gereğini yaptı. Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah Tümeni dahil SMO’nun diğer unsurları olağanüstü hal moduna geçirildi. Gösterilere katılanlara yönelik av başladı. Türkiye’den de özel tim bölgeye intikal etti. Muhalif kaynaklar göstericilerin El Şahba Topluluğu diye bilinen gruba ait olduğunu öne sürdü. Bu grup HTŞ’ye yakın olmak ve Fırat Kalkanı bölgesinde onların Truva Atı gibi davranmakla suçlanıyor. Ancak bu grup olayla ilgisinin olmadığını, gösteriye katılanların da Türk heyetini hedef almadığını savundu. Grubun açıklamasına göre kamplarındaki yerinden edilmiş insanlar, halkın geçici hükümet ve koalisyondan duyduğu rahatsızlığı dile getirmek için konvoyun önünü kesti. Ancak kalabalık konvoyda Türk yetkilileri görünce şaşırdı. Grup yanlış anlaşılmaları gidermek için olaylara karışanların bir kısmını Cephet’üş Şamiyye’ye teslim ettiklerini, kalanları bulmak için de çalıştıklarını kaydetti. SMO birimlerinin kirli sularda balık avlamaya çalıştığını ve askeri seferberliğe gerek olmadığını belirtti.
Anlaşılan El Şahba Topluluğu milisler ve patronlarının gazabından sakınmak için Türklerin “sehven” protesto edildiğini söylemek zorunda kalıyor. Ertesi gün geçici hükümete bağlı savunma bakanlığı sorumluların teslim alındığını ve sayıları 30 bin civarında verilen SMO milislerinin karargâhlarına dönebileceklerini duyurdu. Vaooo… MİT Başkanı’nı ‘sehven’ protesto edenleri bastırmak için 30 bin milis seferber ediliyor. Bu sayı niye 30 bine düştü onun hesabını da biz tutmayalım artık. SMO Aralık 2017’de kurulurken asker mevcudu 110 bin olarak verilmişti. En mütevazı rakam 60-70 bindi. Eridiler mi? Belli ki evet. Katar’ın finanse ettiği İstanbul merkezli Suriye TV’nin 8 Kasım 2023’te yayımladığı “Milli Ordu erozyona uğruyor” başlıklı raporda dağılmalara dikkat çekilmişti. Mevcudu artık her ne ise birliklerin hepsi seferber edilmiş. Büyük devletin mühim şahsiyetleri için daha küçük bir önlem olmazdı. Suriyeliler güya 13 yıl önce gösteri hakkını çok gören ceberrut bir rejimi yıkmak için yola çıkmıştı. Şimdi “Kurtarılmış Bölge” dedikleri alanda protesto etmenin bedelinin ne kadar ağır olduğunu tecrübe ediyorlar: Kaçırılmak, işkence görmek, tehdit edilmek, mahrum bırakılmak ve yeri geldiğinde öldürülmek!
***
Suriye’ye karşı kirli ve kanlı bir müdahaleye dönüşen ve muhaliflerin hala “Suriye Devrimi” diyerek teselli bulduğu isyanın 13’üncü yılında Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde gösteriler düzenlendi. Sloganları “Tüm Suriyeliler için Devrim” idi. Zorba bir rejime karşı haklı gerekçeleri olan ama başından kirletilmiş bir hikâyenin umutsuz takipçileri! Dürüstçe sürecin çalındığını söyleyenler de çıkıyor. Türkiye’nin rejim devirme aparatı Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) Suriye Milli Ordusu (SMO) adıyla yeniden yapılandırıp kendi ajandasının peşine takmasından duydukları hayal kırıklığını dile getirenler de oluyor. “Ya biz rejimle savaşacaktık…” diyorlar. Kalın’ın önünü kesenlerin kızgınlığına dair yerel kaynaklar şunu söylüyor: Hem geçici hükümet ve koalisyona karşı duyulan öfkeyi dışa vuruyorlardı hem de Türkiye’nin Suriyeli milisleri Libya ve Azerbaycan gibi ülkelerde operasyonlarda kullanmasını protesto ediyorlardı.
Geçici hükümetten onlarca milis örgütüne kadar hepsi savaş ağalığı ve bölüşüm kavgasının arsız parçaları. Aynı saflarda yer alanlar sürekli birbiriyle çatışıyor. Bu çarkın içinde talan, yağma, kaçakçılık ve istismardan adam kaçırma, işkence, göz dağı ve tetikçiliğe kadar ne ararsan var. Bu hamur kirli sularla o kadar yoğruldu ki artık maya tutmuyor.
***
Beri tarafta İdlib’i kendi emirliğine çeviren Heyet Tahrir el Şam da (HTŞ) kurduğu düzenle SMO’yu kemiriyor. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekât bölgelerinde bölük pörçük milis güçleri karşısında “Gerçek çözüm benim” diyor. Halep, Hama ve Lazkiye kırsalında Suriye ordusuna karşı saldırıları tırmandırarak “devrimci mücadeleyi sürdüren biziz” mesajı veriyor. Biraz Türkiye’den yeşil ışık görse İdlib’den kovduğu eski ortaklarını El Bab, Cerablus, Azez ve Afrin’den de süpürecek. HTŞ, Nusra Cephesi’nin halefi. Nusra da IŞİD’in orijinal Suriye yapılanması. ABD, IŞİD’le mücadeleyi bölgede ayağına yer açmak için bahaneye dönüştürürken HTŞ’yi Türkiye’nin himayesinde Suriye’ye karşı kullanışlı bir yapı olarak görüyor. Ankara ile Washington arasında Kürtler faslındaki ayrışma bir kenara Suriye’ye karşı tezgâhta ABD ile ortak olan Türkiye de HTŞ’yi pek çok açıdan kayırıyor. Üstelik HTŞ bu iki ülkenin de terör örgütleri listesinde. Bu kayırma ifadesini laf olsun diye kullanmıyorum. Bir kere Cilvegözü/Bab el Heva kapısı onlara çalışıyor. Türkiye en az 125 askeri üs ya da nokta ile HTŞ dahil rejim karşıtı tüm silahlı örgütlere koruma sağlıyor. Muhalif kaynakların verdiği bilgilere göre, Türk ordusunun bulunduğu üslerin 57’si Halep kırsalında, 51’i İdlib’de, 10’u Rakka kırsalında, 4’ü Haseke kırsalında, ikisi Lazkiye kırsalında ve biri Hama kırsalında. Bunların sayıları 2020’de Suriye ordusu ile M-5 yolunda çatışmalar yaşanırken 200’e yaklaşmıştı. Azaldı mı, yoksa veriler mi farklı emin değilim. HTŞ’nin IŞİD’den gelmesi, IŞİD’le yollarını ayırınca El Kaide’ye el vermesi, sonra kendini meşrulaştırmak için müstakil cihadî örgüt olarak yoluna devam etmesi Türk-Amerikan ekseni için hiç sorun değil. IŞİD gömleğini çıkardılar ya yeterli! “Değişti Colani” diyebilmek için o kadar yırtınıp durdular. Adam takım elbise bile giydi, daha ne olsun! Ebu Bekir el Bağdadi’nin 2012’de Nusra’yı örgütlemesi için Suriye’ye gönderdiği bir fedai olduğu ufak bir detaya dönüştü! Artık çarşı-pazar denetleyen sorumlu bir lider pozu veriyor. Bu şekilde Suriye isyanına katılmış fraksiyonlar arasında somut olarak düzen kurmayı başaran bir tek ben varım diyor.
Bu tarafın düzeni, Fırat’ın doğusunda Kürtlerin liderliğindeki ‘demokratik özerklik’ düzenine kafa tutuyor. Gariptir ki demokratik özerkliğin öncüleri, ÖSO şemsiyesini kullanan grupların düşmanlığını “Esad’ın gizli ortakları” suçlamasıyla çekmişti. Sonra Türkiye’nin yönelttiği düşmanlık onların da davası oluverdi. Sonra hikâyenin yönü değişti: Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) Suriye’nin bir numaralı düşmanı ABD ile ortaklık kurması, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak kontrol coğrafyasını Arap yoğunluklu bölgelere genişletmesi, Amerikan himayesinde petrol ve gaz sahalarını ele geçirmesi, örgütsel ve kamusal gücünü artan oranda Abdullah Öcalan’ı idealize eden kampanyalara adaması, pratikte duvar portrelerinde Esad’ın yerini Öcalan’ın alması bir zamanlar Kürtlerle ortaklığa değer atfeden kanatları da bu projeden uzaklaştırdı. Vekâlet savaşının parçası olmayı reddeden muhalif kesimlerle Kürtlerin ortaklığı Suriye’nin ortak geleceği için kayda değerdi. Gazze’deki soykırım savaşı sırasında Suriye’nin topraklarından bir kısmında işgalci olan İsrail’e Hamas karşıtlığı üzerinden göz kırpılması da değişimci güçlerle ortaklık potansiyelini biraz daha eritti. Özetle ABD ile ortaklık, özerk yönetimi Suriye denklemini çevreleyen ve coğrafyayı harmanlayan gerçeklerden uzaklaştırdı.
***
Tekrar “Devrim çalındı” diyenlerin birkaç farklı adrese yönelen öfkesine dönersek; bunlar bir süredir HTŞ’yi de hedef alıyor. İdlib’de Colani ‘hazretlerine’ karşı gösteriler yapılıyor. “Esad’a da hayır Colani’ye de hayır” diyorlar. Bir de Suriye yönetiminin kontrolü altında olup da Esad karşıtı gösterilerin yapılabildiği Dürzî yoğunluklu Süveyde’nin torpilli haline bakıp “devrim olacak” diye avunuyorlar. Elbette Suriye düze çıkmış değil. Ekonomi can çekiştiriyor. Humus’tan geriye Irak sınırına kadar olan çöllük alanlarda IŞİD ağır bedeller ödetiyor. Ordu Halep, Lazkiye ve Hama kırsalında sıklıkla darbe alıyor. El Kaide çizgisindeki cihatçılar NATO’nun himayesinde ‘İdlib Emirliği’nin tadını çıkartıyor. ABD, Fırat’ın doğusunda Suriye yönetimini cezalandırabildiği, baskılayabildiği ve kaynaklardan mahrum bırakabildiği mevcut pozisyonundan çekilmek istemiyor. Ankara da Şam’la normalleşme için askerlerini çekme ve silahlı muhaliflerin fişini çekme şartlarına yanaşmıyor. Neticede milyonlarca sığınmacı için dönüş yolu açılamıyor. Erdoğan’ın günün sonunda Esad’la kucaklaşıp muhalifleri yüz üstü bırakacağını düşünüp kederlenenler de var. Bir taraf cihatçılarla, diğer taraf savaş ağalarıyla çevrili; yine de “Yolumuzdan dönmeyeceğiz” deyip duruyorlar. Beyhude! Ne gidecekleri bir yol ne de dönecekleri bir yol kaldı. Dönüş yolunun açılması da evvela Türkiye’nin izlediği ucube siyasetin toptan değişmesine bağlı. O vakit belki Suriyeliler de başlarını ellerinin arasına alıp yeniden muhasebe yapma şansı bulabilir.