Başlıktakiler, bizim sözlerimiz değil.
İlki, “İstanbul’u veren, Türkiye’yi verir” sözü, önce benzeri olacak şekilde Erdoğan’a aittir ve ardından bugünlerde Erdoğan’a “izindeyim” mesajını vermeye çok ihtiyacı olan İçişleri Bakanı Soylu tarafından tekrarlanmıştır.
İkincisi, “Erdoğan, kazanamayacağı seçimi tekrar ettirmez” sözü, çok yaygın olarak sokakta insanların şüphe ve korkularının karışımı bir “anonim” söz gibidir.
23 Haziran’da, İstanbul seçimleri tekrar edilecek.
Neden?
Çünkü, Saray Rejimi, eğer İstanbul’u kaybederse, büyük rant ve yağma kanallarını kaybedecektir. Binlerce trol, belediye kasasından beslenmektedir, Kolin İnşaat ve onun finanse ettiği Pelikan grubu belediyeden beslenmektedir. Saymakta zorlanacağımız birçok inşaat firması, birçok yağmacı, birçok hortumcu, birçok vakıf, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni hortumlamaktadır.
Erdoğan, seçim akşamı, açık olarak yenilgiyi kabul etmiştir. Açık olarak, “39 ilçenin 25’ini aldık, il meclisinde çoğunluk bizde, ama büyükşehiri neden kaybettiğimizin hesabını yapacağız” dedi. Açık ve net olarak, yalnız adam modunda, eşi ile birlikte balkona çıktı. Yanına kimseleri almadı. Ama, bir anda çeteler, hepsi birden, Erdoğan’ı ikna yollarını aramaya başladı. Bir yandan Soylu çetesi, bir yandan Bahçeli çetesi, bir yandan Damat çetesi, bir yandan kendisinden daha önemli olduğu hâlde kocasını arkada tutan Kaplanlı Pelikan çetesi vb. hepsi birden yüklenmeye başladılar. İstanbul Belediyesi’nin ne demek olduğu, 25 yılın ardından, ilk kez açığa çıktı. İstanbul, büyük hortum ve yağma alanı, büyük rant alanıdır. Bunu bir kere daha ortaya koymuşlardır. Bizzat Saray Rejimi, İslamcısı, tarikatı, Ergenekon’u vb. ile topyekûn, İstanbul’un ne kadar önemli olduğunun altını çizdiler.
Tüm çeteleri ile, tüm bileşenleri ile Saray Rejimi, işçi sınıfına, emekçilere açıkça, İstanbul’un önemini ifade etmeye başladı.
Bir itiraftır ve kesinlikle kayıt altına alınmıştır.
Yağma ve rantın merkezi İstanbul’dur.
Ama bu kadarla sınırlı değildir. İstanbul, esas olarak işçi sınıfının kentidir. İşçi sınıfı, İstanbul’u almayı aklına koymalıdır. Hayır, 23 Haziran’da böyle bir şey olmayacak. 23 Haziran’dan söz etmiyoruz. Devrimci yürüyüşümüz için, ülkede işçi sınıfının iktidarı için, İstanbul’un alınmasının öneminden söz ediyoruz. Bu vesile ile bunun altını bir kere daha çizmek istiyoruz. Yoksa 23 Haziran seçimlerinde İmamoğlu’nun kazanması, İstanbul’un işçi sınıfı tarafından alınmış olması demek olmayacaktır.
Ama bu vesile ile, İstanbul’un AK Parti’den, Erdoğan’dan çıkmasının ne demek olduğunu, Saray Rejimi bizzat itiraf etmektedir.
İmamoğlu’nun seçilmesi, bu açıdan, önemli bir adım olacaktır.
Ama “İstanbul’u veren, Türkiye’yi verir” sözünün üzerinde iyice durmalıyız. Soylu ve Erdoğan, Saray çeteleri, Ergenekon çeteleri, aslında “İstanbul’u kaybetmek”ten söz etmiyorlar. Onu zaten kaybettiler. İstanbul’u zaten 31 Mart’ta kaybettiler. Söyledikleri şudur; vermemek. Kaybettiler ama bugün İstanbul seçimleri yenileniyor. Kaybettiler ama vermediler. Kaybettiler ama bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda seçilmiş birisi değil, bir kayyum oturuyor. Kaybettiler, ama vermediler.
İşin sırrı buradadır.
Soylu çetesi, Ağar çetesi, Bahçeli çetesi, Damat çetesi, Pelikan çetesi ve daha adını bilmediğimiz birçok çete, İstanbul’u “vermemek” üzerine bir strateji kurmuşlardır. Yoksa İstanbul’u kaybettiklerini onlar da biliyorlar.
Dertleri açıkça İstanbul’u vermemektir.
Bu açıdan, 23 Haziran seçimlerinin İmamoğlu lehine sonuçlanması, İmamoğlu’nun tekrar kazanması durumunda, “vermeme” taktiğinin tekrar gündeme gelme ihtimalini düşünmek gerekir.
CHP, devlet partisi olmamış olsaydı, CHP, biraz parti olabilseydi, biraz cesaret gösterebilseydi, seçimleri boykot çağrısı yapsaydı ne olurdu? Eğer seçimleri boykot edip yerine otursa idi, hiçbir şey olmazdı. Ama eğer seçimleri boykot edip, parlamentodan çekilse idi, halkı, İstanbul Belediyesi’nin önüne, belediyeyi savunmak üzere çağırsa idi, işte o zaman farklı olurdu.
Biliyoruz, CHP bunu asla yapmaz. Yapmaz çünkü oyunun bir parçasıdır.
Burada bir an durmalı ve 31 Mart seçimlerinde İmamoğlu’nun kazanmasına dönmeliyiz. İmamoğlu kazanmıştır. Hem de 13 bin oyla değil. 13 bin oy + AK Parti ve Saray çetelerinin yaptığı hileler kadar farkla kazanmıştır. Bizim tahminimizce bu en az %60 ile kazanmıştır demektir. AK Parti, Saray çeteleri, bu sefer planladıkları hileleri yaptıkları hâlde, istedikleri sonuca ulaşamamıştır.
Neden?
Çünkü, 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın arkasına yerleşen ABD ve AB birlikteliği, NATO mekanizması, bu kez bir bütün olarak hareket etmemiştir. Ülkeye borç vermiş ve bugün alacaklı durumdaki sermaye, kendi alacağını garanti altına almak isteği ile Erdoğan’ı hizaya getirmek istemmiş ve “hile”lerine bir sınır koymuştur. AB, bu yönde davranmıştır. ABD’nin Erdoğan’a desteği yeterli olmamıştır.
İşte Damat, bu nedenle ABD’ye gitmiştir, Trump ile pazarlıklar başlamıştır. Bir ucunda S-400, bir ucunda Suriye’de işgalci olarak kalma isteği, diğer ucunda ise, İstanbul’u geri alma planı olan bir pazarlıktır bu.
İçeride çetelerin Erdoğan’a baskısının üstüne ABD’den gelen olumlu hava eğilimleri vardır.
Acaba, Erdoğan, her zaman olduğu gibi, bir kere daha kandırılmak üzere midir?
Erdoğan, “kaybedeceği seçimi tekrarlattırmaz” sözü, acaba, Erdoğan’ın yeniden kandırılması için bir zemin midir?
Erdoğan, acaba Batı tarafından gözden çıkarılmıştır da, hızlı gitmesi için, 23 Haziran seçim tekrarlama işine mi sokulmuştur? Bu soruların doğru yanıtı için 31 Mart seçimlerinin AK Parti ve Erdoğan’ın Saray Rejimi için bir yenilgi olduğunun iyi anlaşılması gerekir.
Tüm yasaların çiğnendiği bir seçim sürecidir 31 Mart. Kürt il ve ilçelerinde, yasalar ayaklar altına alınarak seçim sonuçları yok sayılmıştır. Belediye binalarının önüne barikatlar kurularak, Suriye’deki işgalci zihniyet Kürt kentlerinde dışa vurulmuştur.
Neden Erdoğan ve Saray Rejimi, açıkça İstanbul Belediyesi’ni İmamoğlu’na teslim edip, belediyenin önüne barikatlar kurmadılar? Neden, İstanbul için bir kayyum atama yoluna gitmediler? Yasalara bağlı olduklarından mı? Elbette hayır.
31 Mart seçimleri, Saray Rejimi için tam bir yenilgidir. Erdoğan’ın 31 Mart akşamı tutumu ve konuşmaları açıktır. Yolun sonunun açık işaretidir. Açık olarak, kendisine verilen metinleri okumuştur. Bir demiştir, serbest piyasa ekonomisine bağlı kalınacak. İki demiştir, ekonomik ve hukukî reformlar yapılacak, Böylece uluslararası sermayenin istedikleri yerine getirilecek. Üç demiştir “beka” politikası tutmuştur. Kürtlere ve işçilere, devrimcilere saldırılara devam. Dört demiştir, Suriye’ye gireceğiz.
Erdoğan, uluslararası sermaye ile yaptığı bu anlaşmayı bozmaya yönelmiştir. Bunun için YSK, akıl almaz, mantıksız ve yasalara uymayan bir iptal işlemi yapmıştır. Gerekçesi sonra yazılacak iptal kararı olur mu? Seçimlerin yenilenmesinde sadece büyükşehir belediye başkanlığının yenilenmesi olabilir mi? Ama görüldüğü gibi olmuştur.
Soruyu şöyle soralım: Neden seçim yeniliyorlar da, “biz kazandık” diye ilan etmiyorlar? Bu soruyu saçma mı buldunuz, bakınız Kürt il ve ilçelerinde kaybettikleri seçimleri “kazanma”dılar mı? %70 ile seçilen HDP’li başkanının yerine %20 oy alanı belediye başkanı ilan etmediler mi? 13 bin oy fazla almış olsa da İmamoğlu yerine, ikinci gelen aday Binali Yıldırım’ı neden başkan ilan etmediler?
Hukuksuzluk Kürtlere daha mı kolay yapılıyor?
Saray Rejimi, tüm hilelerine rağmen, seçimi kaybetmiştir. Bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi stratejik anlamda önemlidir. Elbette, bu Saray Rejimi’nin yıkılması, özgürleşme vb. anlamlara gelmemektedir. Ama halkın gelişen direnişinin açık ilanıdır. Bu açıdan büyük değerdedir. Stratejiktir, çünkü, direniş çizgisinin gelişimi için büyük olanaklar demektir.
23 Haziran’da İstanbul seçimleri yenilenecek.
CHP, İmamoğlu ile “her şey çok güzel olacak” sloganı ile yola devam etmektedir. Hemen, HDP’nin tavrının ne olacağı tartışılmaya başlanmıştır.
Yanlıştır.
İlk tartışılması gereken, CHP’nin boykot ve parlamentodan çekilme tutumunu almamış olmasıdır.
HDP’nin tavrı kuşku yok ki, Saray Rejimi’ne karşı olacaktır. Kürt illerinde kazandıkları seçimler gaspedilirken başkasını yapmaları mümkün değildir. Her ne kadar CHP, Kürt ilçelerinde seçim sonuçları gasp edilirken sesini çıkarmamış olsa da, HDP 31 Mart’taki stratejisine devam edecektir.
31 Mart seçimleri, Saray Rejimi’nin politikalarının çöküşüdür. Bahçeli, bu seçimleri, başkanlık sisteminin tamamlanması olarak görmüştür ve ittifak, istediği sonuçları elde edememiştir. Her ne kadar Bahçeli kazançlı çıktı ise de, sona erdiğinin bilincindedir. CHP liderine saldırı, bunu açık olarak göstermektedir.
Saray Rejimi, gerilemektedir. Erdoğan için düşüş süreci başlamıştır. Arka planda bulunan güçler, Saray Rejimi’nin çöküşünün, devrimci bir dalgaya yol açmaması için, yumuşak güçlerini devreye sokmak isteğindedirler. CHP, devleti, sistemi kurtarmak için devrededir. İmamoğlu, tam da bu amaçla gerilimi azaltmak, Saray Rejimi’nin kontrollü düşüşünü sağlamak için bulunmuş çözümdür.
“Erdoğan kaybedeceği seçimi tekrarlatmaz” deniliyor. Peki ne yapabilirdi? Zaten düşüş süreci başlamıştır. Bu durumda tekrarlatması bir çözüm olarak görünmüştür.
Seçmen matematiği ortadadır. Bu durumda Erdoğan ve Bahçeli grubunun seçimi kazanması, ancak ve ancak, hile, baskı, yalan, şantaj, devlet terörü ile sağlanabilir. Ama bunun yeterli olacağı da tartışmalıdır.
İmamoğlu, seçimleri daha büyük bir farkla kazanırsa, hele ki mesela %60’la alırsa, bu kez, Bahçeli “bu ittifak zarar veriyor, bitmiştir” derse ne olacak? Bu soruyu Erdoğan’ın düşündüğü söylenmektedir. Mutlaka buna bir yanıtı vardır denilmektedir. Yanıtı ne olabilir; ABD’ye daha fazla taviz vererek, seçim desteğini artırmasını talep etmektir. Taviz, Suriye meselesi, İran meselesi ve S-400’lerden başka bir şey olamaz. Ama zaten ABD yardımı 31 Mart’ta da vardı.
Diyelim ki, Erdoğan, seçimleri kazansın ve Binali başkan olsun. Bu durum, acaba Erdoğan’ın düşüşünü önleyecek mi?
31 Mart’ın sonuçları ortadan kaldırılamaz.
Kürt il ve ilçelerinde kazanan HDP’li adayların yerine, AK Partili yenilmiş olanlara başkanlık verilirse ne olur? Elbette kayyum sisteminin bir başka versiyonu olmuş olur. Soylu açıkça itiraf etmiştir. Bir beş yıl daha belediyeler bizde olsa, seçimleri kazanırız, demektedir. Bu açık bir tutumdur. Peki bu durum, Kürt seçmeninin 31 Mart’ta HDP’li adayları seçmiş olduğu gerçeğini değiştirecek mi? Bu baskı, bu yasaları hiçe sayan anlayış, bu yalan, bu zulüm sürdürülebilir mi?
İstanbul’da da AK Parti kaybetmiştir.
Şimdi, Erdoğan, kendi eli ile İmamoğlu’nu kendine başkan adayı yapmıştır.
Şimdi Erdoğan, kendi eli ile İstanbul seçimlerini “Türkiye’yi vermek” noktasına taşımaktadır. Bu, kendi iddialarıdır. İstanbul’u “vermemek” sadece seçim sonuçlarına bağlı değildir. Ama 23 Haziran’da seçimi bir kere daha, daha fazla fark ile kaybetmeleri, bu açıdan oldukça önemlidir. Tam da bu, HDP’nin stratejisine uygundur.
23 Haziran seçimlerine giderken, toplumun farklı kesimlerinden yükselmekte olan ses, gerçekte bu nedenle önemlidir. “Her şey çok güzel olacak” sözü, aslında yeterli değildir. Ama toplumun geniş kesimlerinden ses çıkması, çok küçük bir tonda da olsa ses çıkması önem kazanmıştır. Bu, 31 Mart seçimlerinin sonucudur. Bu sesi çoğaltmak önemlidir, ve mümkündür. 23 Haziran seçimleri, sonucu ne olursa olsun, bunun olanağı demektir.
İşçi ve emekçiler için mesele, örgütlenmek, direnişi genişletmek, örgütlü gücü büyütmektir. Egemenler, devlet, Saray Rejimi çözülürken, elbette kendileri için yumuşak iniş yapacak önlemler alacaklardır, almak isteyeceklerdir. Ama biz devrimciler, iktidara giden yolun, özgürlük ve sosyalizme giden yolun, devrimi örgütlemekten geçtiğini biliyoruz. Bunu anlamı, bugün, direnişi büyütmek, örgütlenmek, işçi sınıfının devrimci birliğini sağlamaktır. Sandıktan çıkan sonuçların, hileleri yenmenin, yalan makinaları ile başa çıkmak ve zulmü ortadan kaldırmak anlamına gelmediğini, artık herkes, gözü olmayanlar da dahil, görmeye başlamıştır. Halkın kendi gücüne, işçi sınıfın kendi örgütlülüğüne güvenmek dışında yolu yoktur.
“Bacımınkiler gibi gök gözlü şehrim,
İstanbul’um,
seni düşünüyorum.
Oturmuşsun deniz kıyısına,
bakıyorsun limana giren Amerikan zırhlısına.
Hastasın, açsın, öfkelisin.
O da bakıyor sana,
hem de nasıl,
efendinmiş,
patronunmuş,
sahibinmiş gibi it oğlu it.”
İstanbul, Anadolu devriminin, sosyalist devrimin merkezidir.
İstanbul, mücadele edenlerin, onlarca kere yenildikten sonra ayağa kalkanların, binlerce yıldır katledilenlerin, zindanlarına atılanların, fabrikalarında esir alınıp kanı emilenlerin, meydanlarında TOMA’larla üzerlerine gaz sıkılanların, sokaklarında tacize uğrayan kadınların, üniversitelerinde kurşuna dizilen, tutuklanan gençlerin, özgürlük ve sosyalizm için savaşanları şehridir.
Gerçekten, onların, gerçek sahiplerinin elinde olduğu zaman, gerçek güzellik başlayacaktır.
Bunun yolu örgütlenmekten geçmektedir.
Örgüt özgürleştirir.
Direniş güzelleştirir.