7 Ekim’den bu yana gözümüzün önünde cereyan eden soykırım ve katliamla birlikte Türkiye’de boykot oldukça önemli bir konu haline gelmiş durumda. İsrail’e karşı boykot hareketinin pek çok kitle hareketi gibi çok boyutlu olduğunu hiç akıldan çıkarmadan bu yazıyı kaleme alıyorum.
İsrail’e karşı güncel boykot eylemlerine baktığımızda iki ayrı çizgiyi görmekteyiz. Bir tanesi revaçta olan tüketim boykotu. Tüketim boykotu aslında bir üst aşamaya da geçerek salt bireysel tüketimi durdurmak/sınırlamak ile kalmamış, İsrail firmalarının ve ürünlerinin açık hedef haline geldiği eylemlere dönüşmüş durumda. Starbucks’lara dönük eylemler ve birçok belediyenin işletmelerinde başlattığı ürün boykotu ile birlikte tüketim boykotunun kendini aştığını söyleyebiliriz.
Diğer boykot çizgisi ise İsrail’e karşı boykotun devlet düzeyinde ele alınması için yürütülen çalışmalar. Dünyada pek çok ülkede aktif olan İsrail’e karşı Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi (Boycott, Divestment and Sanctions – BDS Movement) Türkiye’de kitlelerin sözüne giderek daha fazla baktığı, BDS hareketinin boykot çizgisine göre kitlelerin eylemlerini ve siyasetini giderek daha çok uyarlamaya çalıştığı bir örgütlülük haline geldi. BDS’nin ürün boykotunu ikinci planda tutmasının en önemli sebeplerinden birisi ürün boykotunun İsrail uluslararası sermayesini ve devlet ilişkilerini etkileyecek yeterlilikten yoksun olması.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin iki devletin de varlığı boyunca giderek geliştiği ve bu iki devletin Ortadoğu’da kapitalist-emperyalist işgalin iki büyük üssü konumunda oldukları tarihe bakınca su götürmez bir gerçektir. Irak ve Suriye işgallerinin taşeronluğunda önde gelen bu iki devletin Ortadoğu’nun yeniden paylaşımında anlaşamadıkları tek nokta pastadan ne kadar pay alabilecekleridir, ya da birbirlerinin payına göz dikmeleridir, diyebiliriz. Ancak emperyalizmin bölgesel taşeronu olmak, kendi içerisinde son derece istikrarlı olmak anlamına gelmiyor. Her iki ülkenin ulusal birliğini tamamlamak ve ülke içinde işgali derinleştirmek noktasında büyük sorunları var – Türkiye’de Kürtler ve İsrail’de Filistinliler – ve dönem dönem birbirlerine karşı da bu iç sorunları kullanıyormuş izlenimi vererek iç politikada popülist bir söylem tutturabiliyorlar. Ancak bu elbette bölgede iki dost devlet ve halklara karşı ortak düşman oldukları gerçeğini gizleyemiyor.
Türkiye Devleti içerisinde az önce bahsi geçen birinci türdeki boykotun özellikle bu dönemde giderek yayıldığını ve başka bir aşamaya geçtiğini belirtmiştim. Özellikle AKP belediyelerinde başkanlar tarafından açıklanan ürün boykotu bu yeni aşama, yine de öncülüğünü BDS’nin yaptığı devlet düzeyinde boykotun tabiri caizse yanından geçemez ve yine etkisiz. Tek etkisi, iç politikada iyi bir malzeme olarak kullanılabilmesi.
Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin İsrail’li bir firma ile 150 milyon dolarlık anlaşmayı sürdürürken işletmelerinde İsrail ürünlerinin boykot etmesi, halktan gelen yoğun boykot talebinin birinci ve etkisiz türde boykota yönlendirilerek sönümlendirilmesinin en güzel örneklerinden biri. Bu ikiyüzlülüğe yönelen tepkiler “Ama boykot edelim derken halka hizmetten geri duramayız” minvalinde açıklamalarla savuşturulmaya çalışılacaktır. Halbuki bu da herkesin bildiği bir yalandır.
Türkiye ve İsrail, bölgenin emperyalist işgaline taşeronluk eden iki çete devlet olarak birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Giderek büyüyen ticaret hacmi, askerî işbirliği, hammadde ihracı vb. aslında ürün boykotuyla bu düzenin korunmasının amaçlandığını gösterir. Türkiye devletinin egemenlerinin emperyalist merkezlerle ve onların taşeronuyla kavgası olamaz, ancak işbirliği olur; kavgası halkla, işçi sınıfıyla olanın Filistin halkının özgürlük mücadelesine bir katkısı asla olamaz.
Bölgede ve dünya ölçeğinde İsrail’e karşı boykotun sorumluluğu bugün her zamankinden daha fazla sosyalistlerin üzerine düşmektedir. Boykotun saptırılmasına karşı etkin boykotun yükseltilmesi ana hedef olmalı, TC devleti sınırları içerisinde de boykot eylemlerinin hedefi devlet ilişkisini kesmeye odaklanmayı amaç olarak belirlemelidir. BOP’un ortağı olduğunu açıkça beyan etmiş olan Saray rejimine karşı sosyalistlerin görevi budur, bunun dışındaki boykot eylem biçimleri sarayın Filistin’in insansızlaştırılmasında oynadığı rolü güçlendirmektedir.