Biliyoruz, seçim 14 Mayıs’ta diye bir ilan var. Bu dergi sizlerin eline ulaştığında, muhtemelen seçime 1 ay gibi bir zaman kalmış olacak, tabii eğer seçim başka bir sürece evrilmezse. Bu nedenle, sürece daha genel, “seçim geliyor ve bunlar gidiyor” heyecanına kapılmadan bakmak istiyoruz. Bu, belki de bizim ana gündemimizin seçim olmaması anlamına da geliyor.
Kapitalist sistem, büyük bir krizin içindedir.
Bu kriz 2008’de başlamıştır ya da bir zirve yapmıştır. Bu krizin kapitalist sistemin krizlerinden farklı iki özelliği daha var. Birincisi, emperyalistler arası (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya beşlisi başta olmak üzere) dünyanın yeniden paylaşım savaşımının içinde bu kriz ortaya çıkmıştır. ABD hegemonyası çözülmektedir. Bu çözülüş, sürtünmesiz değildir. ABD emperyalizmi, hegemonyasını kaybetmek istemiyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşmuş olan ya da pekişmiş olan, kurumlaşmış olan bu hegemonyanın çözülmesine ABD elbette razı değil. İkincisi ise, krizin ortaya çıktığı dünyada aynı zamanda Çin ekonomisi gerçeği var. Çin’in kapitalist sistemin kuralları içinde, bağımsız bir dev ekonomik güç olması, krizi daha da derinleştiriyor ve ABD hegemonyasını sarsıcı bir etki yaratıyor.
ABD, savaş politikaları ile, tüm dünyada savaş naraları atarken, çeşitli düzenlemelere girişti. Ama Suriye savaşı bir dönüm noktası oldu. Rusya, bir bağımsız güç olarak devreye girdi. İşte Ukrayna krizinin temeli buradan bakarsak anlaşılabilir. 2014’ten beri ABD, NATO, Ukrayna’da Neonazi bir organizasyon oluşturdu. Bugün Ukrayna’da, NATO ile Rusya savaşmaktadır. Bedelini büyük ölçüde, Ukrayna halkının ödediği bu savaş, aslında ABD’nin, rakibi olan diğer emperyalist Batı güçlerini kendi bayrağı altına toplamaları için kullanılmıştır. ABD’den kopmaya çalışan AB, bu savaş sonrasında, tamamen ABD denetimine girme eğilimleri göstermiştir.
Ve bugün savaş, NATO ve Batı ile, Rusya-Çin arasında bir savaş hâline dönüşmektedir.
Tüm bunların ortasında, kapitalist-emperyalist sistemin krizi hafiflemiyor. Daha mart ayında, banka batmaları yeniden gündeme geldi ve arkasının gelmesi büyük bir olasılıktır.
Ve tüm bunlar ülkemize de yansımaktadır.
Ülkemizde, bir Saray Rejimi vardır.
Saray Rejimi, burjuva devletin, çağımız burjuva devleti olan Tekelci Polis Devleti’nin olağanüstü örgütlenmesidir. TC devletini bu olağanüstü örgütlemeye götüren süreç, Erdoğan’ın vb. isterik istemleri değildir. Tersine, üç etken bu olağanüstü Saray Rejimi’ni doğurmuştur. Biri, bu paylaşım savaşımıdır. Bu paylaşım savaşımı, TC devletini de etkilemektedir. ABD, TC devletini bir tetikçi, bir kundakçı olarak kullanmak istedi ve buna uygun bir örgütlenmeyi istedi. Fakat aynı zamanda içeride, Kürt devrimini bir türlü bastıramayan, özel savaş aygıtları ile de sonuç alamayan devlet, çözülüşünü de durduramamaktaydı. Ve bir üçüncü etken, Gezi Direnişi ile başlayan ülkenin her yanını saran direniş sürecidir. Gezi, elbette o eski yoğunluğuna sahip değildir. Ama Gezi Direnişi’nden bu yana, ülkede direniş hiç durdurulamamaktadır. Bu durum ise, Kürtlere karşı savaşta ülkenin diğer alanlarının izole edilmesi durumunu ortadan kaldırmıştır. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin direnişi, tüm örgütlenme eksikliklerine rağmen, siyasal iktidarın kimyasını bozmaya devam etmektedir.
İşte, bu üç etken Saray Rejimi’ni, bir olağanüstü devlet örgütlenmesini gündeme getirmiştir.
Ve dahası, geçtiğimiz dönem boyunca, bu Saray Rejimi de dikiş tutturamamaktadır, sistemin çözülmesini engelleyememektedir.
Buna durumu özetleyen birinci madde diyebiliriz.
İkincisi, ekonomik krizin derinleşmesidir. Kriz tüm baskıya, tüm şiddete, tüm palyatif önlemlere rağmen derinleşmektedir.
Egemenlerin, “rant-yağma-savaş ekonomisi” konusundaki ısrarı, öyle geçici bir isteğin ürünü değildir. Tersine, kapitalist sistemin dünya çapındaki süreçleri ile de bağlantılıdır. Egemenler, bu rant yağma ve savaş ekonomisine devam etme isteğindedirler.
Yaşamak, artan enflasyon koşullarında, artan işsizlik koşullarında imkânsız hâle gelmektedir. Bu durum, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin hayatlarını çekilmez hâle getirmiştir. Bu nedenle de direniş sürekli büyümektedir.
Egemenler, bir yandan Saray eli ile, sürekli saldırı, baskı, şiddet, tutuklama vb. politikalarını geliştirirken, diğer yandan da burjuva muhalefet (ki Saray Rejimi’nin bir parçasıdır bu burjuva muhalefet) eli ile işçilere, emekçilere, topluma, öfkesi burnuna kadar çıkmış halka, “seçime kadar sabredin” sloganı ile “sahte umutlar” vermektedir.
İşte, insanların seçimi beklemesinin bir nedeni budur ve doğrusu Saray Rejimi ve onların partnerleri burjuva muhalefet, bunu bir noktaya kadar başarmış görünmektedir.
Bir toplumsal patlamayı önlemek için, asgarî ücret konusunda adımlar atılmış, bu yolla, ortalama ücretler asgarî ücret seviyesine çekilmiştir. Emeklilere yeni umutlarla 7500 TL en düşük emekli maaşı önerilmiştir. Böylece, tüm emeklilerin maaşları, en düşük emekli maaşına eşitlenmeye çalışılmaktadır.
Kısacası her attıkları adımda, sosyal patlamayı önleyecek bir parasal göz boyama işini yapıyorlar, hem de aynı zamanda, işçi ve emekçilerin sırtına ekonomik krizin tüm faturasını yükleyecek önlemler alıyorlar.
Bir yandan bir parmak bal çalma numarası, bir yandan “seçim var” fikri ile insanlar tam anlamı ile oyalanmaktadır.
Öte yandan, deprem sürecinde hep birlikte gördük ki, TC devleti katliamcıdır ve halkı ölüme terk etmiştir, enkazın altında insanların günlerce bağırarak, yardım isteyerek ölmelerine yol açmıştır. Bu bilinçli bir tutumdur.
Ne enflasyon geri duruyor, ne de devletin harç -haraç- ve vergileri yerinde sayıyor. Her iki cepheden de, bir günde açıklanan asgarî ücret vb. eriyip gitmektedir. Tüm bunların, gerçek bir seçim sürecinde oya dönüştürülmesinin planlandığı ise doğru değildir. Ne HÜDA PAR’ı seçim ittifakı yapması Erdoğan’a oy kazandırır, ne Çakıcı’nın adamlarının deprem bölgesinde jandarma komutanı ile poz verip bunu yayınlamaları oy kazandırır. Ne insanları açlığa mahkûm etmek, ne insanları enkazın altında bırakmak oy kazandırır.
Bu nedenle, işçi ve emekçilerin, devrimcilerin, süreci doğru anlaması gerekir.
1- İşçi sınıfı ve emekçiler, halk için, kadınlar ve gençler için, seçim, sonuçları ne olursa olsun bir çözüm değildir.
Ama bu toplumsal güçler, eğer bir gün bile dururlarsa, eğer direnişlerini geri çekerlerse, eğer mücadele alanlarından çekilirlerse, işte o zaman gerçekten kaybetmiş olurlar.
Devletin, Saray Rejimi’nin, muhalefeti iktidarı ile devletin yapmaya çalıştığı da budur. Halkın, sisteme, devlete karşı tepkisini, yeniden sistemin içine hapsetmek istiyorlar.
Oysa, sistem, bir bütün olarak, rant, yağma ve savaş politikalarına kilitlenmiş durumdadır ve bunu sürdürmek niyetindedirler. Bu ise, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin yararına hiçbir çözümün olmayacağı anlamına gelir.
2- Varsayalım ki bir seçim olacak olsun, bu durumda dahi işçi sınıfının, kadınların ve gençlerin bağımsız örgütlenmesi, devrimci sosyalist bir işçi sınıfı çizgisi büyük öneme sahiptir. Öyle ise, örgütlenme ve direniş hattını terk etmek söz konusu olamaz.
3- Bugün, işçi sınıfı ve emekçiler, siyasal iktidarı almak, burjuva devleti, tüm biçimleri ile alaşağı etmek gündemi ile karşı karşıyadır. Bu nesnel olarak da mümkündür. Örgütlenmenin eksikliği, bunun zamanlamasını etkileyecektir. Ama örgütlenmemiz zayıf, gücümüz az diye, burjuva cephenin herhangi birinin kuyruğuna takılmamız, asla ve asla çözüm değildir, affedilemez bir hatadır.
Dün, birçok işçi, AK Parti’nin “sosyal tabanı” olarak görülüyordu. Gerçekten de birçok işçi oyları ile AK Parti’yi desteklemiştir. Ama biliyoruz ki, asla onun sosyal tabanı olmadılar.
İşçiler, hiçbir burjuva partinin sosyal tabanı değildir, olmamalıdır. İşçi sınıfının devrimci sosyalist bir çizgisi ne denli gelişmiş olursa, bu sorun da çözülecektir.
Bu nedenle, mesele seçim meselesi değildir.
Meseleyi böyle koymak, Saray Rejimi’ne ve onların yasalarına çok güvenmek anlamına gelir ki, kendileri kendi yasalarını çiğniyorlar. Yasalarını bir savaş hukuku çerçevesinde kullanıyorlar.
Mesele, işçi sınıfının, kendi bağımsız, devrimci hattında örgütlenmesidir. Bu, Birleşik Emek Cephesi de demektir. Bu örgütlenme var olduğu ve güçlü olduğu oranda, zaten egemenlerin atacakları adımları da sınırlayacaktır. İşçi sınıfı, kadınlar ve gençler, bizzat kendi mücadeleleri ile haklarını alıyorlar, başkası da mümkün değildir.
Bizim içinden geçtiğimiz koşullarda, seçime daha 40 gün var. Bir ay, bu koşullarda çok uzun bir zamandır.
Sistem, sadece Erdoğan vb. değil, bir bütün olarak Saray Rejimi, her türlü saldırıyı gündeme getirecektir. Saldırı ne olursa olsun, bu saldırılara karşı koymanın yolu, direniştir. Direniş hattını, sadece bir savunma hattı diye ele almak yanlış olur. Aslında, bir bütün olarak sistem savunmadadır ve işçi-emekçiler saldırı hâlindedir. Bu ruh hâlini korumak, bugün çok ama çok kıymetli görünmektedir.
İşçi ve emekçilerin hem genel olarak kurtuluş yolu, devrim ve sosyalizmdir hem de bugün içinden geçtiğimiz koşullarda işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, kendi bağımsız direniş hatlarını korumak zorundadır.
Bunun pratik ve günlük anlamı, direniş hattını geliştirmek, örgütlenmeyi geliştirmektir. Hiçbir burjuva lider ya da parti, işçi ve emekçilerin sorunlarını çözemez, buna niyet bile etmez. İşçiler, direnenler, kendi sorunlarını kendi güçleri ile, kendi elleri ile çözerler.