22.2 C
İstanbul
8 Eylül Pazar, 2024
spot_img

İşçi sınıfının normali: Mücadele!

Günlük yaşamda en zor şeylerden biri, içinde olduğu durumu tüm çıplaklığıyla görebilmektir. Çünkü gerçeklik kendini farklı biçimlerde ortaya koyuyor ve arkada yatanı görebilmek için bilime ihtiyaç duyuyoruz.

Bir insan neden yoksul olur? Doğuştan mı? Başarısız olduğundan mı? Yoksa şanssızlık yakasını bırakmadığı için mi?

Savaşlar neden olur? Ülkeleri yönetenler psikopat olduğu için mi? Komşu ülkelerin halkları komple kötü insanlar olduğu için mi? Yoksa atalarımız aralarındaki husumetleri bize miras bıraktığı için mi?

Sorular çok, cevapları muhtelif. Oysa bilim, tüm bu soruların cevaplarını veriyor. Toplumsal meseleleri ele alırken, sınıflı toplumların varlığını unutarak ya da inkâr ederek ele alırsak, elbette hurafelerle yol alırız. İşte o zaman her şeyin sorumlusu görünmez ve ilahi bir el olur. Öyleyse, hiçbir şeyi değiştirmek mümkün değildir.

Oysa doğa da toplum da değişir, dönüşür ve kendi yasalarıyla hareket eder.

Eşitsizlik büyüyor, zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor!

Ülkemizde ve dünyada, iki ana gündem, toplumun önünde sorunlar yumağı oluşturuyor. Bunlardan birincisi, kapitalizmin aşırı kârları nedeniyle işçi sınıfının giderek yoksullaşması. Diğeri ise, şimdilik bölgesel ilerleyen, ama hızla yayılarak dünyayı sarma eğilimleri gösteren savaşlardır. Ve bu ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Her ikisinin sebebi de egemen sınıfların varlığıdır. Bunlara son verebilecek tek güç ise işçi sınıfı ve onun örgütlü gücüdür.

Sömürünün kaynağı olan sermaye, doğası gereği hem kendini sürekli büyütmek ister, hem de giderek daha az elde toplanır. Tekelcilik budur. Sermayenin yoğunlaşması. Dünya nüfusunun en yoksul yarısı neredeyse hiçbir servete sahip değil (toplam zenginliğin yalnızca %2’sini elinde bulunduruyor). Buna karşılık, dünya nüfusunun en zengin %10’u küresel servetin %76’sına sahip.

Nüfusun en yoksul yarısı yetişkin başına ortalama 2.900 Avro, en zengin %10’luk kesim ortalama 550.900 Avro’ya sahip. Rakamlar 2022 yılına ait. Geçen zamanda makasın açıldığında sanırız hemfikirizdir. Küresel multimilyonerler, son birkaç on yılda küresel servet artışının orantısız ölçüde bir payını ele geçirdiler: En tepedeki %1, 1990’ların ortalarından bu yana biriken tüm ilave servetin %38’ini alırken; alttaki %50, bunun yalnızca %2’sini alıyor.

Rakamlar, çıplak gerçeği ortaya koyuyor. Bu yüzden milyonlarca insan mülteci olarak başka ülkelere ucuz iş gücü olarak akıyor. Çocuk işçiliği artarken sadece ülkemizde son 11 yılda en az 631 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti. 2023 yılının ilk 5 ayında 11 çocuk işçi hayatını kaybetti. Gelecekten umutsuz bir gençlik, para kazanmayı hayatının merkezine koyuyor, bunu yapamayanlar canına kıyıyor.

Ülkemizde de durum farklı değil. Sadece etrafımıza bakmak yeterli. Oturduğumuz mahallenin etrafını saran lüks konutlara bakalım. Ya da çalıştığımız plazaların otoparklarındaki araçlara. Birileri bu servetlere sahiptir, bizler ise bir ev, doğru düzgün bir araba sahibi olmak için neredeyse bir ömür çalışsak bile yetmeyebilir.

Enflasyonun sorumlusu biz miyiz?

İktidar daha yılın başında, temmuz ayında ücretlere zam yapılmaması gerektiğine karar verdi. Aynı şekilde, emekli maaşlarında da refah payı verilmeyeceğini, sadece enflasyon rakamları üzerinden artış olacağını. Buna gerekçe olarak, artan ücretlerin, enflasyonu artırdığına hükmetti. Yani neredeyse işçiler olmasaydı bu ülkede gül gibi geçinip giderlerdi. Ama o zaman bu zenginlikleri kim üretecek, binbir türlü hizmetlerini kim görecek ve hatta güvenliklerini kim sağlayacaktı.

Aklını sermayeye teslim etmiş burjuva ekonomistler de bunu işçilere kabul ettirebilmek için sınırsız imkânları kullanıyor. Bir çeşit rıza üretimi gerçekleşiyor.

Oysaki işçi ücretleri, uzun zamandır, şirketlerin harcamalarında neredeyse en küçük kalemlerden biridir. Eğer enflasyonu tetikleyen sebepleri arayacaksak, bunun bir numaralı sebebi şirketlerin rekorlara doymayan kârlarıdır. Bununla bağlı olarak, sermayeye yapılan servet transferleri bir başka sebeptir. Almaktan feragat edilen vergiler, garantili ödemeler yoluyla özel sektör tarafından işletilen hastane, köprü, tünel, havaalanlarına ödenen milyar dolarlar, eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinin özelleştirilmiş olması en temel enflasyon sebepleridir. Enflasyon, gelirin sermaye lehine yeniden dağıtımından başka bir şey değildir.

Normalleşme hikayeleri

Yerel seçimlerle birlikte başlatılan normalleşme ya da yumuşama tartışmaları, işçi sınıfının mücadele isteğini kırmanın yeni bir aracıdır. Saray Rejimi, rant–yağma–savaş ekonomisi olmadan var olamaz.

Saray Rejimi aynı zamanda sadece Erdoğan ve AKP demek değildir. Sözde muhalefet, Saray Rejimi’nin uzantısıdır. CHP değil midir kitleleri 2023 seçimlerine kadar sandıkla oyalayan. Şimdi yeniden sandık hayalleri ile halkı kandırmaya devam ediyorlar. Normalleşme hikayeleri anlatılırken, Kobane Davası’nda binlerce yıllık hapis cezaları verildi, 1 Mayıs iradesini savunanlara saldırıldı, kayyum uygulamaları devam etti. Öyle bir normalleşme ki bu, hakkını arayan işçilere dört koldan saldırıyorlar, her türlü soygunu, rüşveti, hırsızlığı koruyorlar.

İşte Saray Rejimi’nin, sermayenin normali budur. İşçi sınıfının normali ise hakları için mücadelede etmek, iradesine sahip çıkmak, eylemli direnişi büyütmektir.

Çözüm kararlı bir direniş örgütlemekte

Krizin yükünü, savaş ekonomisinin yükünü emekçilerin sırtına yüklemekte kararlı olan Saray Rejimi ve sermayeye karşı işçilerin elinde bir tek mücadele seçeneği kalmıştır. Dünyanın bir çok noktasında işçiler, halk, savaş politikalarına, artan vergilere, yoksulluğa karşı sokaklara çıkıyor. Kararlı ve bir miktar olsun örgütlü kitlelerin hükümetlerine geri adım artırdığına tanık oluyoruz. Çözüm bizde de örgütlü ve kararlı bir direnişin örgütlenmesidir.

Var olan direnişleri daha güçlü kılmanın ve sürekliliğini sağlamak istiyorsak, bu direnişleri Birleşik Emek Cephesinde, ortak bir potada buluşturmak olmazsa olmazdır. Örgütlü bir gücü hiçbir şeyin yenemeyeceğini biliyor ve inanıyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde haklar dilenerek, rica ederek elde edilmedi, edilemez.

Sözümüz kalbi ezilen sınıflar ve halklarla birlikte atanlaradır: Bulunduğumuz yerden başlayarak, örgütlülüğü büyütmek, her adımda büyük bir direnişin parçası olduğunu bilerek hareket etmek, eylemli direnişin kazandırıcı gücünü görmek, göstermek için mücadeleyi sürekli kılmak bizim elimizdedir.

Kaybedecek tek şeyimiz zincirlerimiz. Kazanacağımız ise bütün bir hayattır.

*İşçi Gazetesi’nin 218. sayısından alınmıştır.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN TEMMUZ SAYISI ÇIKTIspot_img
İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol