9.3 C
İstanbul
27 Kasım Çarşamba, 2024
spot_img

İşçi sınıfı mücadele tarihinde dönüm noktası: 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi

15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’ni başlatan gelişmelerin izini sürdüğümüzde karşımıza 1967 yılı çıkar.

Bu yıl içinde DİSK’in kurulması, özel sektörde ve ardından kamu sektöründe işçilerin daha iyi yaşama ve çalışma koşulları için verdikleri mücadeleye yeni bir hız kazandırdı. Mücadelenin güç kazanması toplumun farklı kesimlerinde tepkilere yol açtı.

İşçilerin büyük ilgi gösterdiği DİSK’in önünü kesmek, özellikle devlet eliyle kurulan Türk-İş’ten DİSK’e geçişleri önlemek için devlet harekete geçti. Dönemin Çalışma Bakanı, Türk-İş yöneticilerine “DİSK’in çanına ot tıkama” sözü verdi.

O yıllarda işverenlerin çoğunluğu yeni toplu sözleşme düzenini, mülkiyet ve yönetim haklarına doğrudan bir saldırı olarak görüyorlardı.

Toplu sözleşme ve grev mevzuatını geriye götürme gayretleri 1967 yılında başladı ve 1970 yılında 1317 sayılı yasa ile somutlaştı. Bu yasanın amacı DİSK’i ortadan kaldırmaktı.

274 ve 275 sayılı yasaların değiştirilmesi için ilk girişim DİSK kurulduktan altı ay sonra 1967 Ağustos ayında yapıldı.Başbakanlık tarafından Meclis’e sevk edilen tasarı komisyonlarda bir süre görüşüldükten sonra gündemden düştü.

Yıl 1970: Tasarı tekrar mecliste

1970 yılı TBMM çalışmalarında tekrar gündeme getirilen hükümet tasarısı, Türk-İş yönetiminin de tam desteğini almıştı. Tasarı bu kez Adalet Partisi, CHP ve Güven Partisi tarafından desteklendi. AP “Anayasa Nizamını Koruma Kanunu” tasarısındaki başarısızlığından sonra bu kez yalnız sendikaları hedef aldı.

Türk-İş, DİSK’i bertaraf etmek isterken dönemin CHP yönetimi de Türk-İş yönetiminin desteğini arkasına alma hesapları yapıyordu.

1970 yılının ilk aylarında TBMM’de, 274 sayılı yasanın değişikliği için önerilentasarılarda en önemli maddelerden biri 9. maddeydi. Bu madde sendikaların, sendika birliklerinin, federasyonların ve konfederasyonların kuruluş koşullarını düzenliyordu.Bu, DİSK’i fiilen bitirme operasyonuydu.

TİP Milletvekili Rıza Kuas, Meclis’te CHP’li ve AP’li sendikacıların yasa değişikliği tasarısını engellemek için komisyonlarda mücadele etti. Kuas, 26 Şubat 1970’te DİSK yetkilileri ve hukukçuların hazırladığı iki alternatif yasa tasarısı teklifini Millet Meclisi’ne sunarak hükümet tasarısının önünü kesmeye gayret etti.

Rıza Kuas’ın 2 Şubat 1970 günü Hergün gazetesinde yayınlanan demeci iki yasadaki değişikliğin arkasında yatan niyeti açık seçik ortaya koyuyordu:

“Getirilmek istenen hükümler, grev hakkını tam anlamıyla yok edicidir. Hele toplu sözleşme hükümlerinin işveren tarafından ihlali üzerine greve gidilmesinin hak olmaktan çıkarılması, Anayasa ile asla bağdaşamaz. Zaten Çalışma Bakanlığı, yeterikadar iş mahkemesinin açılması için Adalet Bakanlığı’nın hareketegeçmesinisağlamazvebunedenleişçilerin alacakları ve hakları yıllarca mahkemelerde sürün- cemedekalırken,grevegitmedenöncebukezdemahkemeye gidilmesinin önerilmesi grev hakkını kökünden yok eder.

…İşçilerinendoğalhakları,elçabukluğuyla,yuvarlaklaflarlavesosyalistmuhalefetingrupkuramadığı meclisteki oy çoğunluğuna güvenilerek geri alınamaz,alınamayacaktır da. Almak isteyenlere hodri meydan!”

Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy 11-16 Mayıs 1970 tarihlerinde Erzurum’da yapılan 8. Genel Kurul’daki konuşmalarında yasa değişikliklerine değindi.Demirsoy, 1968 yılında “Dünya bize güler” ve “Hükümet sendikacılığı yapmayız” diye geri çevirdiği “tek konfederasyon” önerilerini bu kez sonuna kadarbenimsemişti.

Politikadan uzak duracaklarını hep açıklayan Türk- İş yöneticileri, komisyon odalarındaki politik çalışmaların tam göbeğinde bulunuyordu.Türk-İş Genel Kurulu’nda uzun bir konuşma yapan CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, yasa değişikliklerine hiç değinmedi.

Haziran’ın sıcak günleri

1970 yılının ilk beş ayında işçilerin başlattığı grev ve direnişler artıyor, kırsal alandaki küçük üreticiler de haklarını korumak için eylemlere girişiyorlardı.

Kamu emekçilerinin bir bölümü 657 sayılı Devlet Personel Kanunu’ndaki değişikliğe karşı çıkıyor, protesto gösterileri düzenleniyordu.

Çıkarılmak istenen yasaya karşı DİSK Yönetimi 10 Haziran tarihli basın açıklamasında aşağıdaki tespitlerini kamuoyuna bir kez daha duyurdu:

  • Yasa tasarıları Anayasa ilkelerinin ihlali niteliğindedir.
  • Bu tasarılarla özgür sendikacılık ile toplu sözleş- me ve grev yapma hakları yok edilmekte, bu haklar yalnız bir zümreye tanınmaktadır.
  • Tasarılara karşı DİSK’e bağlı örgütler ve bağımsız tüm özgür sendikalar Anayasal haklarına sımsıkı sarılarak sonuna kadar mücadele edecek ve direneceklerdir.
  • Tasarılar kanunlaştığı takdirde çalışma hayatı anarşi içine itilecek, bir zümreye diktatörlük hakkı tanıyan hükümleri ise özgür işçiler asla kabul etmeyeceklerdir. Bundan doğan sorumluluklar, bu tasarıyı getiren hükümete raci olacaktır.
  • Bu tasarılar geri alınmalıdır ve 274-275 sayılı kanunlardaki değişiklik yalnız işçiye hangi sendikayı seçtiği konusunda oy hakkı tanınması olmalıdır.

14 Haziran Pazar Merter Toplantısı

DİSK yaptığı uyarı ve görüşmelerden sonuç alamayınca 14 Haziran’da yapılan toplantıda eylem kararı aldı.

14 Haziran 1970 Pazar günü Merter Sitesi’nde Lastik-İş Sendikası binasında DİSK’e bağlı sendikaların her kademeden yöneticileri, sendika baş- temsilcileri ve temsilcileri toplantıdaydı. Saat 10’da 700 kadar sendika temsilcisi sandalyelere yerleşti, yarım saat kadar daha bekledikten sonra toplantıya gelenler 800 kadar oldu.

Genel Başkan Türkler’in yönettiği ve açış konuşmasını yaptığı toplantıda Kemal Nebioğlu Ankaratemaslarının sonucunu anlattı. Daha sonra Rıza Kuas ve Şinasi Kaya konuştu. Ardından sendika yöneticileri ve sendika temsilcileri arka arkaya söz aldı. Konuşan sendikacıların sayısı 29 idi.

İstanbul Milletvekili Rıza Kuas sözlerine Millet Meclisi’nde yaşananları anlatarak başladı:

“Meclis kürsüsünde de söyledik. Beynelmilel sözleş- meler var, siz böyle bir kanun çıkarıyorsunuz, bütün dünya Türkiye ile alay eder. Getirdikleri kanun yüzde yüz Anayasa’ya aykırı. Ama Nebioğlu kardeşimin dediği gibi, ‘Anayasa Mahkemesi’ne gidinceye kadar atı alan Üsküdar’ı geçer. Bu yönden o zamana kadar biz icabına bakarız’ diyorlar.

Türkiye’de işçiler, işçi temsilcileri, bildiğiniz eski işçiler değildir, artık onlar da Türkiye’de oynanan oyunları, haklarını nasıl elde edebileceklerini öğrenmişlerdir. ‘Bu kanunu işçiler geri aldırtacaklardır, sizi yanıltacaklardır’ dedim. ‘Bu kanun işçi kanının akıtmasına sebebiyet verecektir. Anarşinin gelmesine sebebiyet verecektir. Anayasayı çiğniyorsunuz, gittiğiniz yol yanlıştır, sebebiyeti siz veriyorsunuz’ dedim onlara.”

Toplantıda ön plana çıkmış bazı noktalar şunlardı:

  • İşçiler ve temsilciler sendikalarını seçme özgürlüğüne ve DİSK’e sahip çıkıyor, her ne pahasına olursa olsun örgütlerini korumakta kararlı görünüyordu.
  • DİSK’e bağlı sendikaların varlığının, işçilerin fabrikalarda başı dik yürümesini sağladığı ortaya çıkmıştı. İşçiler örgütlerini yalnız daha iyi parasal haklar alan bir kuruluş olarak görmüyordu.
  • Toplantıda 1 Mayıs’ın kutlanması ve genel grev hakkının yasalara girmesi gibi talepler ortaya çıkmıştı. Bu talepler 70’li yıllarda yükselen mücadelenin habercisi olmuştu.

“Aslında her şey hazır gibiydi”

14 Haziran Pazar günü akşamında DİSK’e bağlı tüm işyerlerinde direniş için her şey hazır gibiydi…

Anayasal Direniş Komiteleri çoktan kurulmuştu.Fabrikalardaki komiteler, 7 Haziran’dan itibaren Ankara’ya farklı postanelerden telgraflar çekmişti.

Mücadele kararlılığı, vardiyadan vardiyaya aktarılmıştı.İşçi semtlerindeki kahvelerde direniş kararı konuşuluyordu.

İşçilerin ve temsilcilerin gözleri gazete haberlerinde, kulakları radyodaki ajans bültenlerindeydi.Evlerde heyecanlı ve biraz da endişeli bir bekleyiş vardı.Direniş haberi semtten semte, fabrikadan fabrikaya yayılıyordu.

DİSK’e bağlı sendikaların baştemsilci ve temsilcileri, Merter Toplantısı’ndan çıktıktan sonra evlerine uğramadan doğrudan sendikaların bölge temsilciliklerine ve şubelerine gitmiş alınacak önlemleri tartışmışlar, son hazırlıkları gözden geçirmişlerdi.

“İşçi sınıfı hazır ol, büyük savaşımız başlıyor”

Direniş ilk olarak Silahtarağa’daki Sungurlar ve Demirdöküm fabrikalarının gece vardiyalarında başladı. Bu sırada her vardiya değişiminde kart basılıyor, işçiler tezgâhların başına geçiyorlar ama çalışmıyorlardı.

Sabah saatlerinde küçük ve orta boy fabrikalarda baştemsilci ve temsilciler işçileri toplayarak yürüyüş kararının gerekçelerini anlatıyor, büyük fabrikalarda ise ünite temsilcileri ile toplantılar yapılıyordu.

Maden-İş gazetesinin 15 Haziran günü yayınlanan özel sayısının başlığı “İşçi Sınıfı Hazır Ol, Büyük Savaşımız Başlıyor” idi. Tüm fabrikalarda dağıtılan gazetede iktidarın Türk-İş işbirliği yaparak DİSK’i yok etmek istediği anlatılıyordu.

DİSK’e bağlı diğer sendikaların yayın organlarının Mayıs ve Haziran ayı sayılarında da işçiyi mücadeleye hazırlayan yazılar vardı.

İşçiler yollarda

İstanbul’da sanayi, denizyolu ulaşımından yararlanmak için Haliç çevresinde kurulmuştu. Boğaziçi’nde Paşabahçe ve biraz karşısındaki İstinye de fabrika kurmak için tercih edilen yerler arasındaydı. İstan- bul-İzmit arasındaki sanayi tesisleri ise demiryolunun çevresindeydi.

1960’tan sonra Haliç dışına taşan sanayi, yeni “yollar” aramaya başladı.Topkapı’yı Trakya’ya bağlayan (eski) Londra Asfaltı boyunca yeni fabrikalar kuruldu.

Şişli’deki Büyükdere Caddesi civarı özellikle yabancı sermayeli kuruluşlar tarafından tercih ediliyordu.Yapımına 1953’te başlanan ve İstanbul’u İzmit’e bağlayan E -5’in iki tarafında sanayi tesisleri yerden mantar biter gibi çoğalıyordu.

İşçiler evden işe giderken yan yolları ve fabrikalar ile gecekondu semtlerini bağlayan yolları kullanıyorlardı.

15 Haziran 1970 sabahında işçiler bu kez ana yollara çıktı.Ekonominin ana damarlarında bu kez işçiler yürüyordu.

İstanbul ve İzmit’teki fabrikalarda önce oturma grevleri yapıldı. Daha sonra yürüyüşler düzenlendi.

Bir yürüyüş kolu Üsküdar’ın sınırlarında bulunan Otosan Fabrikası’ndan, İstanbul-Ankara yolunun 40. kilometresindeki Arçelik’e doğru E-5 üzerinden yürümeye başladı. E-5’in iki tarafında bulunan fabrikalardan, Maltepe-Tugay Yolu ve Kartal-Yakacık yolu üzerindeki fabrikalardan çıkan işçiler Haymak fabrikası önünde toplandı.

Gebze’deki fabrikaların işçileri ise İstanbul’a doğru yürüyordu.Yürüyüşe yalnız DİSK’e bağlı işçiler değil, Türk- İş’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu işyerlerinde çalışan işçiler, gençler ve halk da katılıyordu.

Bir kol da İstinye’den Levent’e doğru yürüyüşe geçti. Paşabahçe’deki işçiler Üsküdar’a doğru yola çıktı. İzmit’teki işçiler Kandıra Sapağı’na doğru yürüdü.

Topkapı bölgesindeki fabrikalarda çalışan işçiler Edirnekapı’da toplanmak üzere yollara düştü.

Silahtar ve Kâğıthane’de toplanan işçiler bu semtlerdeki tüm fabrikalara doğru yürüyüş yaparak direnişi yaygınlaştırdı.

15 Haziran öğle saatleri

Direnişle ilgili ilk bilgiler sendikalardan, bölgelerden ve fabrikalardan DİSK Genel Merkezi’ne iletildikten sonra, yönetim bir basın açıklaması yapma kararı aldı. Babıâli’deki gazetelere kısa sürede iletilen basın açıklamasında Türkler şöyle diyordu:

“Biz devrimci sendikalar olarak bu tasarıların özelliklerini işçilere anlattık. Bunun üzerine işçiler, bu tasarılar hükümetçe geri alınıncaya kadar direneceklerini belirtmişlerdir. Şu ana kadar aldığımız haberlere göre çeşitli illerin 115 işyerinde işçiler fiilen işi bırakmak suretiyle direnişe geçmişlerdir.”

16 Haziran Salı, ikinci gün

Direnişin ikinci gününde İstanbul ve İzmit’in tüm sanayi merkezlerinde işçiler hareket halindeydi.İşçi yataklarından gelen yürüyüş kollarının birleşmesini önlemek için Haliç’in iki yakasını bağlayan Galata ve Atatürk köprüleri açıldı ve trafiğe kapatıldı.

“Bir anda sahillerin birbirleri ile olan bağları kopuvermişti. Köprüler açılmış, gemiler, motorlar ve sahiller alargaya çekilmişti. Bütün yolcu vapurları ve araba vapurları seferden kaldırıldı.

Polis yetkilileri, köprülerin açılışından sonra işçilerin motor ve sandallarla karşıya geçmek istemelerin- den çekiniyordu.

Polis motorları sahilleri tarayıp megafonla şu ihtarları yapıyorlardı:

‘İskelelerden bütün deniz araçlarını çekin. Hiçbir tekne sahile yanaşmayacak.Derhal sahil ve iskeleleri terk edin”

Polisle çatışma

İstanbul’un diğer yakasındaki gelişmelerin bir kısmını ise Mehmet Karaca anılarında şu şekilde anlatıyordu:

“Söğütlüçeşme’ye geldiğimizde, Fenerbahçe Stadı çevresinde kalabalık işçi grupları ile polislerin çatıştığını gördük. Daha açık bir deyimle polisler kaçışıyor, işçiler kovalıyorlardı. Kadıköy istikametinden gelen bizim grup da polisin önünü kesince, polis sıkıştı, o semtlerde ulaşabildiği evlerin kapılarını zorlayarak korunmak amacıyla içeriye girmeye çalıştı. Ancak çok evler kapılarını açmadı. Birçok polis önce başlarındaki beyaz miğferleri attı. Olmadı, üzerlerindeki resmi üniformaları çıkarıp attılar, polis olarak tanınmamak için. Ama gördüğüm birkaçı bu işi yaparken başından çıkardığı miğferi ve üzerinden çıkardığı polis armalı gömleği bir yere atışı, bir çarpışı vardı ki, bu durum onun sadece polis olarak tanınmaktan, bir can korkusundan öte, bu mesleğe de bir ‘lanet’ okuyuş tavrıydı, o öfkeyle yere çaldığı resmi elbisesi. Çünkü iki taraftan gelen işçi gruplarının sıkıştırmasıyla sığınacak yer bulamayanlar kendilerini Kurbağalıdere’ye atıp denize doğru yüzmeye çalışıyorlardı.”

Yoğurtçu Karakolu’nun önünde polis cipleri ve toplum polis otobüsleri duruyordu. Burada polis araçları devrildi. Devirdikleri polis otobüsünün üzerinde işçiler ‘bir kaleyi fethetmişçesine’ basın mensuplarına poz veriyorlardı. Basın mensuplarının fotoğraf karesine giremeyenler; tekrar tekrar biraz evvel devirdikleri otobüslerin üstüne çıkıp, ‘Beni de çek, beni de çek’ diye talepte bulunuyorlardı.

İzmit’te ikinci gün

16 Haziran günü işçiler İzmit’te Maden-İş Sendi- kası Bölge Temsilciliği önünde toplandı ve doğruca Pirelli ve Goodyear fabrikalarına doğru yürüyüşe geçti. Pirelli fabrikası işçileri, yürüyüş kolu fabrika önüne geldiğinde işi terk ederek yürüyüş koluna katıldı. Goodyear fabrikasına doğru yürüyüşe devam eden işçiler, o arada kurulan iki komando barikatıyla karşılaştılar. Bu barikatları yararak, Goodyear önüne gelen işçiler, Goodyear işçilerinin de direnişe katılmasını sağladılar.

Goodyear fabrikasından geriye, şehre doğru dönen işçiler yolda yine iki barikatla karşılaştılar. Bu sırada İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu Kocaeli’nde bulunuyordu ve yürüyüş kolunun şehre girmesine engel olunması için kesin emir vermişti. İşçiler kurulan iki barikatı aştıktan sonra, şehre bir-iki kilometre kala kurulmuş olan üçüncü bir barikatla karşılaştılar. Burada bazı görevliler, işçi liderlerini yürüyüş kolundan ayırabilmek için “Sizi kolordu komutanı görmek istiyor” dedilerse de, işçi önderleri bunu kabul etmediler.

Bu sırada Neşet Demircan adlı Maden-İş üyesinin emniyetçe gözaltına alındığı haberi geldi. İşçilerin emniyete doğru yürümek istemeleri sonunda Demircan serbest bırakıldı.

Anadolu genelinde eylemler

Ankara’da DİSK’e bağlı sendikalara üye işçiler ile öğrenciler Sanayi Çarşısı’nda bir yürüyüş yaptılar. Yürüyüş polis tarafından engellendi, bazı işçiler ve öğrenciler gözaltına alındı.

70 bağımsız sendika Ankara’da bir forum düzenleyerek yasa değişikliklerinin geri çekilmemesi halinde Türkiye çapında direnişi yaygınlaştıracaklarını açıkladılar. İzmir’de de 12 iş yerinde yapılan oturma eylemleriyle İstanbul ve İzmit’teki direnişler desteklendi.

Üç işçi yaşamını yitirdi

Anadolu yakasındaki çatışmalar sırasında Mutlu Akü işçisi Yaşar Yıldırım, Vinileks işçisi Mustafa Bayram, Cevizli Tekel işçisi Mehmet Gıdakile polis Yusuf Kahraman öldü. Fenerbahçe İşkembecisi sahibi Abdurrahman Bozkurt ise çatışmaları izlerken boynuna saplanan bir kurşun ile hayatını kaybetti. 200 dolayında yaralı ise çeşitli hastanelerde tedavi gördü.

Polis Yusuf Kahraman’ın ölümü Davut Acet adlı Elazığlı bir Kürt işçinin üstüne yıkılmak istendi. Daha sonra Kahraman’ı öldüren kurşunun diğer bir polisin silahından atıldığı ortaya çıktı.

Sıkıyönetimin ilanı

Bakanlar Kurulu salı akşamı yaptığı toplantıda İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilân etti. Devlet Bakanı Turhan Bilgin hükümetin kararını şöyle açıkladı:

“Bakanlar Kurulu bugün 19.45’te Başbakan Demirel’in başkanlığında toplanmış, İstanbul ve Kocaeli bölgelerinde cereyan eden olayları gözden geçirmiştir. Anayasa’nın 124. maddesi uyarınca İstanbul ve Kocaeli illeri dahilinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilânına karar vermiştir.

Sıkıyönetim 16 Haziran 1970 Salı günü saat 21.00’den itibaren yürürlüğe girecektir.”

Hükümet sıkıyönetim komutanlığına Birinci Ordu Komutanı Kemalettin Atalay’ı tayin etti. Atalay, Harbiye’deki toplantıda sendikacılara “Yetkim olsa sizi tutuklatırdım” diyen komutandı. Sıkıyönetim daha sonra bazı değişikliklerle 16 Eylül 1970’e kadar sürdürüldü.

Sıkıyönetim komutanlığı yayınladığı bildirilerle, grev ve lokavtları, her tür gösteri yürüyüşlerini yasakladı.Ayrıca saat 21.00 ile sabah 05.00 arasında sokağa çıkma yasağı kondu.

Sıkıyönetim Komutanlığı’nin emriyle DİSK’in ve üye sendikaların çeşitli kademelerindenyöneticiler ile işçiler gözaltına alındı.

Kuşatma altında direniş ve sonrası

Sonraki yıllarda anlatılan öykülerde direnişin ilkiki günü ön plana çıkarılsa da, işçiler işyerlerinde bir süre daha direndiler. Sıkıyönetim yetkililerinin tüm çabalarına rağmen 17 Haziran sabahı işbaşı yapılan işyeri sayısı fazla değildi. Yöneticilerin büyük bölümü tutuklansa veya aransa da fabrikalarda sendika temsilcilerinin kararlılığı ile işbaşı yapılmadı.

İki sıcak günün ardından fabrikalarda yaşananları Celal Alçınkaya’dan dinleyelim:

“17 Haziran’da sıkıyönetime rağmen direniş bazı işyerlerinde devam etti. Benim çalıştığım Rabak Fabrikası’nın yanı sıra Demirdöküm, Elektrometal ve Sungurlar’da da direniş sürüyordu. 18 Haziran’da fabrikaya garnizon komutanı geldi, yanında yüksek rütbeli subaylar ve emniyet görevlileri vardı. Beni çağırıp işçilere işbaşı yaptırmamı istediler. Ben de kendisine ‘Buyurun siz söyleyin de çalışsınlar’ diye cevap verdim. İstanbul Garnizon Komutanı Sadettin Canberk, ‘Neden çalışmıyorsunuz’ diye sorunca bütün işçiler ‘Kanun değişsin, yöneticilerimiz serbest bırakılsın’ diye cevap verdiler.”

Sıkıyönetimin ilân edilmediği İzmir’de eylem yapıldı. Lastik-İş, Maden-İş ve Gıda-İş’e bağlı bazı işyerlerindeki işçiler bir gün için işlerini bırakarak İstanbul ve İzmit’teki direnişi destekledi.

Ankara’da ise 40-50 kişilik bir grup, Maden-İş’in Ankara Bölge Temsilciliği binasını bastı. Saldırganlar evrakları ve eşyaları tahrip etti ve iş aramak için gelen bir kişiyi hırpaladı.

Milliyet gazetesinin haberine göre baskıncılar “Kahrolsun komünizm”, “Yaşasın Türk-İş” ve “Yaşasın Türkeş” diye slogan atmışlardı. Polis, ancak saldırganlar dağıldıktan sonra olay yerine gelmişti.

Enternasyonal dayanışma

1317 sayılı yasaya karşı direnişi Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU) tarafından da desteklendi. Maden-İş’in bağlı olduğu Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu (UMİF: IMF) temsilcisi A. Dannenberg ve Kimya-İş’in bağlı olduğu Uluslararası Kimya İşçileri Federasyonu temsilcisi M. Witt Ankara’ya gelerek temaslarda bulundu. Heyette Batı Almanya’daki metal işçilerinin örgütü IG Metall’den Dr. Fritz Opel de vardı.

Heyet, Bülent Ecevit, AP Senato Grup Başkanı Şeref Kayalar, Milli Birlik Grubu yöneticileri ve bazı bilim insanları ile görüştü. Yabancı sendikacılar tasarının özgür sendikacılık anlayışına ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu vurguladı.

Heyet üyeleri, tasarının, özgür sendikacılık anlayışına ve Türkiye’nin de imzaladığı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerine aykırı düştüğünü, tasarının kanunlaşması halinde Türkiye’nin önemli ölçüde itibar kaybına uğrayacağını açıkladı. Gözlem heyetindeki sendikacılar bu görüşlerini, hazırlayacakları bir raporla, ILO’ya, tüm uluslararası sendika birlik ve federasyonlarına bildireceklerini söylediler.

“Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı”

Eylemlerin boyutu dönemin genelkurmay başkanına, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” tespiti yaptırdı. 21 DİSK yöneticisi gözaltına alındı. Sonraki günlerde 4 bine yakın işçinin işine son verildi.

12 Mart darbesiyle birlikte DİSK yöneticileri halkı kışkırtmakla suçlanıp yargılandı, beraat etti. Eylemlere neden olan yasa 19.10.1972 tarihli Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildi.

Anadolu işçi sınıfının bu ilk büyük direnişi tarihe bir zafer olarak geçecek ve günümüze ışık tutacaktı.

* Yazıda Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu ve Tüstav Sosyal Tarih Yayınları tarafından hazırlanılan “Derinden Gelen Kökler” kitabından faydalanılmıştır.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol