Nereye baksanız bir yıkım. Tarım toprakları, yaylalar, ormanlar, zeytinlikler tahrip ediliyor. Koskoca dağları biçiyorlar. Sadece bir yıl içinde Giresun, Balıkesir ve Erzincan’da en büyük üç zehirli atık havuzu patladı. İleride nasıl etkileri olacak, bilmiyoruz. Ve elbette iş cinayetleri… Çine’de ciğeri taşlaşanlar, Amasra’da grizudan ölenler. Bütün bu bedelleri niye, kim için ödüyoruz peki?
Bir yüzünde iş cinayetleri, çevre tahribatı, halk sağlığı sorunları yatan madenciliğin diğer yüzünde yüksek kazançlar duruyor. AKP’nin yolunu açtığı kuralsız, nizamsız vahşi madencilikte kârlılık oranları rekor düzeylere ulaşmış durumda. Öylesine hızlı büyüyor ki sektör, pandemide “çarklar dönsün” denilerek ağırlaştırılan çalışma koşulları sayesinde üretim, satışlar ve ihracat patladı. Enerji Bakanı Fatih Dönmez, gururla maden sektörünün 2021’de son 11 yılın zirvesine çıktığını söylüyor. Merkez Bankası’nın yayınladığı sektör bilançolarında da manzara net zaten. Tabii o bilançolarda aynı anda iş cinayetlerinin de zirveye çıktığı yazmıyor. Cumhuriyet tarihinde madenlerde gerçekleşmiş toplu ölümlerin üçte ikisinin AKP iktidarında yaşanması, neyin pahasına rekorlar kırıldığını anlatıyor herhalde.
5 yılda 4 kat büyüdü
Amasra’daki toplu iş cinayeti sonrasında bir kez daha dikkatlerin kesildiği madenciliği bir de bu gözle inceleyelim şimdi. Ucuz, güvencesiz, örgütsüz emek ile dizginsiz bir doğa tahribatının yarattığı sinerji, bakın maden patronlarının kârını nasıl katlamış.
Madencilikte asıl kâr metal cevheri ve taş ocaklarında yatıyor. Metal cevheri şirketlerinin aktif büyüklüğü son 5 yılda 4 kat artıp, 30.1 milyar liradan 117.8 milyar liraya yükseldi. Pandemi yılları olan 2020’de büyüme hızı yüzde 34, 2021’de yüzde 59. 2016-2021 arasında net satışlar 7 kat, yurt içi satışlar 8 kat, ihracat ise 6 kat arttı.
Metal cevheri madenciliğinde toplam 30 bin 627 işçi çalışıyor. Sektörün göz kamaştırıcı rakamları üzerinden kaba bir hesap yapıldığında işçi başına brüt satış gelirinin bir yılda 1 milyon 261 bin liradan 2 milyon 64 bin liraya çıkârak, yüzde 64 yükseldiğini; işçi başına faaliyet kârının ise yüzde 68 artış hızıyla, 560 bin liradan 942 bin liraya ulaştığını görüyoruz. Bu hızları, sömürünün artış hızı olarak da okuyun. Peki rekor kârlarda aslan payını hangi şirketler alıyor?
Sektöre kimler hakim?
Ünvanında aynı anda çok sayıda iş kolu yazan irili ufaklı, taşeron vs. şirketleri bir yana bırakırsak, metal cevherinde doğrudan faaliyet gösterenlerin sayısı 1050 civarında. Şirketlerin yüzde 75.5’i mikro, yüzde 14.6’sı küçük, yüzde 6.4’ü orta büyüklükte. Hepsinin satışlardaki payının toplamı yüzde 9.5’i ancak buluyor. Yani şirketlerin yüzde 3.5’i sektörün yüzde 90.5’ine hakim. Büyükleri tanıyoruz: Koç, Anadolu Grubu, Şişecam, Ciner, Eczacıbaşı, Zorlu, Yıldırım Holding, Cengiz Holding, Limak, Eysim Madencilik, Kaltun Madencilik, SSS Yıldızlar Holding, Nurol, Nesko Madencilik. Altın madenlerinde ağırlık Kanadalı küresel şirketlerde. Onların yerli taşeronları ise iktidarla arası iyi olan, AKP’nin inşaat ve enerji politikalarıyla büyümüş Çiftay İnşaat gibileri.
Tabii madencilik ruhsatlarının dağıtımı da tıpkı inşaat gibi ‘yandaş yaratma’ konusunda son derece elverişli. AKP’nin yerel ‘iş ağları’ inşaatla beraber madenciliğe dayanıyor. Ama sektörde ‘büyük yandaşlar’ asıl olarak özelleştirmelerle yaratıldı. Mesela; milyarlarca dolarlık rezerve sahip Eti Gümüş, Eti Alüminyum, Eti Bakır, Eti Krom insanın telaffuz etmeye utanacağı bedellerle Yıldırım Holding, SSS Yıldızlar Holding ve Cengiz Holding arasında pay edildi. Haliyle madencilikte toplumun hesabına yazılan maliyet kalemine işçi cinayetleri ve doğa tahribatıyla beraber, kamu yağmasını da eklemek lazım. Kısaca madencilikte iktidar mimarisine entegre olanlarla, eski sermaye grupları aynı kuralsızlığın nimetlerinden doyasıya faydalanıyorlar.
Zorlu’nun nikel madeni Manisa’da Çaldağı’nı düzlerken; Koç, Sivas’taki altın madeniyle Alevi köylerinin kutsal mekanlarını çiğniyor. Limak, zeytinlikleri sökmek için çabalarken; Cengiz, İkizdere’yi taş ocaklarıyla cehenneme çeviriyor. Nesko’nun atıkları Şebinkarahisar’ın verimli tarım arazilerini çürütürken; Nurol, Kaz Dağları’nı kazıyor. Esam’ın, Eysim’in, Kaltun’un Çine’deki madenlerinde işçiler 8-10 yıl çalışıp silikozisten ciğerleri taşlaşınca, ‘kullanım ömürleri’ dolduğu için ‘iş dışı’ bırakılırken; İliç’te, Kanadalı tekelin zehirli atık havuzu patlıyor.
O yüksek kârlar böyle elde ediliyor işte. Nasıl ki Kamu İhale Kanunu sürekli bir değişiklik döngüsüne sokularak, siyasi ve iktisadi modelin merkezine inşaat ekonomisi yerleştirildiyse; Maden Kanunu da 20 yılda 21 kez değiştirildi. Böylece insan ve çevre maliyetini üstlenen, teknolojiye yüzünü dönmüş, kurallı bir faaliyetten ziyade, ucuz emek-hammadde yağması-doğa talanı formülüne dayalı bir politikayla giderek vahşi bir karaktere bürünüyor madencilik. Yoksullaştıran büyümenin, ölümcül sektörü oluyor. İşçi ve doğa ölüme itildikçe, sermayenin kârı da zirveye çıkıyor.