10 C
İstanbul
28 Kasım Perşembe, 2024
spot_img

İrfandro’ya… – Ömer Erciyes

Bir de öyle bir kardeşlikti Peyk. İrfan’ın şarkılarına, sanatına inanmış, yıllarca birbirini bırakmamış bir kardeşlik. Kompozisyon doktorası yapmış bir müzisyenle, okuma yazma bilmeyen bir müzik şairini aynı kazanda kaynatan bir kardeşlik.

2000’lerin başında Kadıköy’deki evinin sokağa bakan odasında, güzel bir Hi-fi sistemden çalınan Peyk’in ilk albümü “Suluşaka”nın demosunu dinletmişti bana Canay (Cengen). Hala o demo durur bende. Hareminde Han‘ı dinlediğimde özel bir müzikle karşı karşıya olduğumu, İrfanın ağzından çıkan ilk cümleden itibaren özel bir şarkıcı olduğunu hissettim. Şarkının o dönemki sınır ötesi operasyonlarla ilgili olduğunu, İrfan’ın askerliğinin o döneme denk gelmiş, ve operasyonlara katılmış biri olduğunu anlattı bana. Hayatı şarkı yapıyordu İrfan, direk filtresiz. Aslında neden müzikle sanatla uğraştığımızı hatırlatan bir sanatla gelmişti o zamanlar.

O zaman hem heyecanlanmış hem de hüzünlenmiştim, çünkü böyle pırlantalar genelde küçük bir kitle tarafından alkışlanır ve kapitalist ilişkilerle örülmüş toplumsal hayat içinde zaman içinde erirlerdi. Bir şarkı yazmak ağır bir yüktür hem duygusal hem teknik hem de bedensel açıdan bu ağır iş sistem ekonomisine dayanamaz.
(Hakikaten de Peyk yıllar içinde bir efsane olarak büyüdü ve bu toprakların en “underrated” grubu oldu. Bunu da madalya gibi taşıdılar. İrfan’ın sonradan “helal tık” diye adlandıracağı, hiç bir reklam çalışması yapmadan milyon dinlendiler.)

”Hepimiz o ülkeyi karanlığa sürükleyen 80 darbesi sonrası çocuklarıydık da, o 80’lerin Avcılarında işçi sınıfı mahallelerinde, hababam sınıfı naifliğinde büyümüş bir çocuk işçiydi.”

Ama İrfan savaşçıydı, bırakmadı. Hepimiz bıraktık, yeniden başladık, yıllarca bıraktık arada bir iki denedik.. Yok o bırakmadı. Bir de çok yetenekliydi, bu toprakların gördüğü en iyi şarkı yazarlarından biriydi. Sadece ıslık çalarak şarkı ortasında alkış alabilecek kadar ıslık çalardı. “Islık Adam” diye çocukluk yıllarını anlatan bir de kısa film çekmiştir. Konservatuarda 8 yaşında keman pratiği yapan bir öğrenci gibi, 80’lerin Avcılar sokaklarında ıslık çalarak yapmıştı müzik eğitimini. Yıllar içinde şarkılar, albümler, konserler; pandemide Olta Dayanışma, en son Hamiyet diye bir müzikal… Herkesin anavatanı çocukluğudur diye bir laf var. Yine o anavatandan çıkmış bir müzikal…

Sen kimsin müzikal yazacak, Andrew Lloyd Weber misin? Daha nota bilmezsin, tiyatro bilmezsin. O kadar değerli sanatçıyı nasıl bir araya getirdin ? Işıl Kasapoğlu gibi bir ustaya “ hassiktir ! çok güzel” dedirtebilecek bir dehaydı İrfan. Herkes o dehanın ve kalbin etrafında toplanarak Hamiyet gibi mucizeyi gerçekleştirdi.

“Ömer onu yapmamız lazım, bunu yapmamız lazım.” Hep de bir acelesi vardı ve mucizeler gerçekleştirdi. Meğer bize bırakacağı “hayatı kullanma kılavuzu”nu tamamlıyormuş, canım İrfan’ım.

İrfan alüminyum doğramacı esnaftı, yakışıklı bir kolye / tişört satıcısıydı, bildiğin işçi sınıfıydı. Bir süre Avrupa’da yaşamış, çok iyi Fransızca ve İngilizce bilirdi. Hepimiz o ülkeyi karanlığa sürükleyen 80 darbesi sonrası çocuklarıydık da, o 80’lerin Avcılarında işçi sınıfı mahallelerinde, hababam sınıfı naifliğinde büyümüş bir çocuk işçiydi. (“Denizdeyim” şarkısı o yıllara, son kıtası ise cananı Rena’ya yazılmıştır) Bütün bu ağır yükün altında bir de böyle bir gelenekten geldiği için ayakta durabildi. Bütün bu sanatsal üretimin içinde, bir kayıt stüdyosunda gülünce çizgi olan o güzel gözleriyle “dolar ne olur hacı ?” diyerek dalga geçebilecek bambaşka bir ruhtu. Bu kontrasttı onun esas rengi.

İrfan teori / nota bilmezdi, bir gün Özgür’e (Ulusoy) sorduğumda “aman abi, özellikle öğretmiyoruz, böyle iyi” demişti.

Bir de öyle bir kardeşlikti Peyk. İrfan’ın şarkılarına, sanatına inanmış, yıllarca birbirini bırakmamış bir kardeşlik. Kompozisyon doktorası yapmış bir müzisyenle, okuma yazma bilmeyen bir müzik şairini aynı kazanda kaynatan bir kardeşlik. 60’lardan 90’lara kadar olan grup geleneğini gerçekten sürdüren, bu yüzden her aranjmanı, her groovu organik duyulan çok özel bir çeteydi Peyk.

İrfanın fikirlerini, özenle titizlikle tam teşekküllü bir sanat eserine çeviren bir dost meclisiydi, rock grubu filan değildi.

Uzun uzun yazıyorum çünkü İrfan uzun uzun konuşurdu.

“Herkesi kapsayan, kesinlikle insan hatta nesne ayırmayan bir aurası vardı” dedi Eren (Uygur). “ Bilerek veya bilmeyerek tek bir kalp kırmadı İrfan Alış “ diye yazdı Barış (Tokgöz).

Bu iki cümle bile anlatır aslında. Ama yine de “İnsanım ben de / Hatalar yapar / Kendime söver sayarım” diye söz yazacak kadar incelikli bir ruh..

”Birimiz köleysek hiçbirimiz özgür değiliz diye bir laf var ya. İrfan bunu biliyordu…”

Karaburun’da Stüdyo’nun ilk yıllarında daha inşa halindeyken gelip benimle Sulu Şaka’yı kaydetti, destek olmak için.. Hem ticari hem sanatsal hayatı bir arada götürürken, o sıkışık programda bana da destek verdi. Bu sadece bana verdiği destek… Onunla ilgili kiminle konuşsam, İrfan’ın dokunuşunu anlatıyor. Kim bilir kimlere iyilikle dokundu canım İrfan’ım.
Ve o çok başka insanları bir araya getirdi. O insanların her birinde aynı hüzün vardı çünkü herkese eli dokunmuş herkese yardım etmiş, hatta Olta Dayanışma’yla bir yardım zinciri örgütlemiş bir sivil toplum aktivistiydi. Başka biri kuramazdı Olta’yı, ya da devam ettiremezdi bu kadar sene sanırım. Olta’daki birçok insan İrfan’a olan güvenleri ve sevgileri yüzünden oradalardı, zaman içinde onlar da dostumuz oldular, onlarca güzel insanla tanıştık İrfan sayesinde…Olta dayanışma da yaşayacak ve kendi stüdyolarını açacak İrfan’ım merak etme…

Ben hikayenin başlarında yaklaşık 15 sene önce İstanbul’dan ayrıldım, ve doğanın içinde bir ev yapmaya başladım. Oyundan çıktım bir anlamda. Ama oyundan çıktığınızda da oyun sizi oynuyor. Birimiz köleysek hiçbirimiz özgür değiliz diye bir laf var ya. Bunu burada çok daha iyi anladım. Karaburun’da her şeyden uzak bir yerde de yaşasanız, Afrika’da kanat çırpan kelebek sizin kalbinizde fırtına yaratabiliyor, hepimiz birbirimize bağlıyız aslında (politik, ekonomik ve duygusal anlamda) en yalnız anlarda / mekanlarda bile. Bu bağı biliyordu İrfan, ve bu bağ sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı kapsıyor.

Dünya kapitalizmle işleyen çirkin / acı dolu bir yer insan sayesinde ve iklimi değiştirip gezendeki varoluşumuzu tehdit edebilecek kadar da gözünü hırs bürümüş bir gafil ve aptal türün elinde.

Bu tür cümleler çok tık almaz, kapitalizmin insana sunduğu illüzyonda yaşayan insanlar bunu görmek ve bunu değiştirmek yerine, sistem içinde hayatta kalma mücadelesi içinde bu gerçeği unuturlar, unutmak isterler.

”Hassas kalpler için cehennem olan bu dünyayı, cehennemliğini göstererek “daha iyi bir dünyayı nasıl inşa ederiz?” in projesiydi hayatı..”

İşimiz var, gücümüz var.
Saçma sapan derdimiz var
Sözüm ona tanrımız var
Merhamet yok
Çünkü insanlar korkar Allahtan
Kalu Beladan bu yana
bir gemi batıyor
cani sulara

Köleler ve Kilitlerde bunu suratınıza en ağır şekilde çarpar İrfan, işte tam da bu yüzden tık almaz, Peyk şarkıları. Çünkü “Gerçek can sıkar”.
Ama işte orada kalbinizden vurur sizi, o gerçeğin gözlerinin içine bakmaya cesareti olan güzel ve yumuşak kalpleri. Herkes o gerçeğe bakamaz. Herkes bir illüzyonda dans ederken, onlara çok değer veren ama “fan” olmayan sayıları az ama çok özel bir tür “hassas kalpler kulübü” takip eder Peyk’i. “Helal tık” dediği de budur.

Zaten İrfan’ın da derdi buydu: Hassas kalpler için cehennem olan bu dünyayı, cehennemliğini göstererek “daha iyi bir dünyayı nasıl inşa ederiz?” in projesiydi hayatı..
O yüzden Peyk şarkıları ciddi miktarda keder bıkkınlık küfür ve bir o kadar da isyan umut ve mizah barındırır. Ve kapitalizmin illüzyonuna kapılmamış hassas kalpleri havalandırır.
İrfan ellerinde kumlarla, mavi gökyüzüne bakarak Avcılar da bir plajda denize giren, umutla ve sevinçle dünyaya bakan ve aynı plajda batan bir mülteci teknesinin ambarında kilitli kalarak boğulan, kadın ve çocuklara ağlayarak kahreden bir çocuktur.

Köleler ve kilitlerde, dişlerini sıkıp, ıslak gözlerle “Allah’ınız var mı lan sizin” diye sisteme bağıran bir delikanlıdır İrfan. Don Kişot’tur.

İrfan’ı anlatmaya bu kısa yazı değil, bir kitap yetmez. Ama Peyk dinleyin… O zaten bize bırakmamış, her şeyi şarkı yapıp yazmış. Hepsi var şarkılarında.. 53 senelik bir ömürde, iki kısa film ve yaklaşık elli şarkı, her biri bir kitap değerinde, açın dinleyin…

Delikanlım seni çok özleyeceğiz, bütün dünya özleyecek… Bıraktığın boşluğu bu dünyaya bir küfür ve teselli olarak bıraktığın şarkılarınla ve yaşama yolunla dolduracağız ve “Teslim Olma”yacağız canım İrfan’ım. Artık bizde.. Sen merak etme…

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol