22.9 C
İstanbul
19 Eylül Perşembe, 2024
spot_img

“İnsaf diye inlediğinizde…” Sınıfının savaşçısı, devrimin ozanı, komutan – Yusuf Alp

 “Bize bıraktığın

SON şiir

Bize bıraktığın

EN İYİ şiir

Gidişindir şimdi.”

                        Şafak YILDIZ

Komutan Bekir Kilerci’nin ölümünün ardından yoldaşının yazdığı şiir, yoldaşının gözünden Bekir’in son eylemini anlatıyor.

Burhanettin Akdoğdu: arkadaşları ona Burhan, şiirleri ona Bekir diyordu. Aralık 1997’de gözaltına alınıp terörle mücadele şubesine götürüldüğünde 28’indeydi. Ve 13’ünü gösterdiğinde takvim yaprağı, düşmanın tutsağıyken, düşman zindanını direniş mevziisine dönüştüren Bekir, yoldaşlarına komutan oldu.

Devrimciler birden belirmezler. Öyle gökten zembille inmezler. Onlar hayatın orta yerinde, bütün zorluklara, bütün zulümlere karşı inatla, ısrarla ayakta durmuş insanlardır. Her yanlarını saran somurtkan, depresif ruh haline inat gülen, gittiği her yere umut aşılayan insanlardır. Kazım Koyuncu “devrimci bir dükkana girdiğinde fark edilen insandır” der devrimcileri tanımlarken.

Sözcüklerin dahi bedeller ödenerek alındığı zamanlardı. Sokaklardan kan akıyor, gizli köşelerde elimize tutuşturuluyordu teksir kağıtlarıyla çoğaltılmış şiirler. Bir şiirin içinde “parti” sözcüğünü duymanın verdiği coşkuyla, bir yazının orta yerinde geçen yoldaş sözcüğüyle yaşama tutunuyorduk. Bir yanda kartpostallara sığdırılıp, yok etmeye çalışanlar vardı şiirleri; diğer yanda bütün görkemi, bütün sadeliğiyle şiiri halkın ayaklarına serenler… Kalemlerinden silah yapıp, silahlarından özgür bir dünya için ateş saçanlardı onlar…

Halk için sanat değil; halkın yanında, halkla sanat sloganını ete kemiğe büründürenlerin zamanıydı.

Onların zamanı

12 Eylül yenilgisinin, Sovyetler Birliği yenilgisinin sonrası… Yani kavgadan kaçan kaçana… Yani direnmek daha zor; yani direnişçiler gül bahçelerini çölde hayal ediyorlar. Yani “Bir bir çekilirken teslim bayrakları / Ve kaçmalarla uzarken / Göçmelerle tozarken Avrupa yolları / Durdu bir avuç yiğit / Bir tutam kır çiçeği / Ölüm dediğiniz de ne ki / Gözümüzde hainler kadar küçük / Ve zafere inancımız / Ölümsüzleşen ölümler kadar büyük / Onlar ki bir ayrıkotu tarlasında / Bir tutam çiçektiler / Binlerce ihanet çirkinliğinde / Bir avuç direnci güzellediler / Hiç bir şey bitmemişti daha / Gülerek girdiler zulüm tufanına / Ölerek girdiler / Ve en dayanılmazında tufanların / Adlarını bile söylemediler”(Adnan Yücel)

Yani onlar, yani zaferden şüphe duymayanların zamanı.

Burhanettin; arkadaşları için Burhan, şiirleri için Bekir, yoldaşları için komutan…

O, devrimci sosyalist bir işçiydi: “Bir işçi çocuğu olarak doğdum, / bir işçi olarak yaşadım / ve sınıfımın savaşçısı olarak öleceğim.

Çok gövdeli bir ağacın ortak meyvesiyim, / diline kilit vurulan atalarım / sizin adınıza da dövüşeceğim.”(‘Kimlik kartı’ şiirinden)

O, bir devrimciydi. İyi bir şairdi, iyi bir ozan. Ne demekse iyi sanatçı; o, oydu. Devrimci sanatçıydı. Devrimci bir eylemciydi. Devrim ne bekliyorsa onu yapandı.

Yoksul mahallelerde yaşar, ucuz çay içer, kuru fasulye ve nohut severdi. Salonlardan değil sınıfın kalbinden çıkar sesi, halkın orta yerinde dimdik dururdu.

Şiirinide, öyküsünü de, bütün eylemlerini de işçileri, yoksulları, halkın kendi kulaklarına üflemek için yapardı.

“Mustafa’yı çamurdan çıkardığında hiç ağlamamıştı Turgut. Belediye gelmemişti. Cadde üzerindeki harfiyatçıdan yardım istedik kulak asmadılar. Mustafa o gece çamurun ortasında kaldı. Sabaha karşı çıkarabildik. Sokak lambasının altında kardeşinin yüzünü sildiydi Turgut. Annesi kendini yerlere attı, kafasını duvara vurdu da hiç ses etmedi Turgut. Kimseye bir şey demeden kucakladı kardeşini sonra da eve taşıdı.”(‘Mustafa’yı ısıtmak için’ öyküsünden)

Ablası Bekir’den bahsederken aslında devrimcilerin neden öyle birden çıkmadığını da açıklıyor bize;

“Okumak onun için çok ciddi bir ‘faaliyetti’.  Arkadaşları; birlikte bir kitabı okuduklarında O, kitabın dipnotlarından ulaştığı dört beş kitabı da bitirdiğini, O’nun yalnız çok okuyan değil ‘çok iyi’ okuyan biri olduğunu söylüyorlar.

Sanat onun için bir anlatı biçiminin yanında, bir müdahale ve bir değiştirme aracıydı da. Bu yüzden pek çok alanda çalışmalar yürütmüştür. Deriden masklar yapmak, ağaç dallarından heykelcikler yapmak, cam macunundan insan yüzleri… Ve tiyatro… Ve şiir… Ve öykü…”

Bekir, burjuva kültürün içinde dimdik bir itirazdı. Yeteneklerini bir övünme kaynağı olarak kullanmadı, sınıfın ihtiyaçları için seferber etti. O, sosyal ilişkiler lanetli bir bencilliğin etrafında dolanırken, biz olanı yarattı.

Yoksul bir ailenin çocuğuydu Bekir, yoksulların, işçilerin şairiydi.

Sınıfın savaşçısı olmak!

Her yanımızı saran özel mülkiyetçi çılgınlığın orta yerinde nasıl da destansı duruyor değil mi?

Şiirlerinin her yanına sarılmış devrim tutkusu, inancı okuyana da geçer.  Brecht’ten esinlenerek kaleme aldığı Bay L öykülerinin birinde şöyle der: “İyi ajitatör söze sosyalizm diyerek başlamayan, ama sonunda karşısındakiyle birlikte sosyalizm diye haykıran kişidir.

Hayatı ve dünyayı değiştirmenin yollarından biri de tiyatroydu Bekir için. Tiyatro öyle bir salon etkinliği meselesi değildi. Sokak tiyatrosuna, doğaçlama tiyatroya gönül vermişti Bekir. Grevlerde, direnişlerde, eylemlerde hem alanda hem sahneydi. Yoldaşı, Bekir’in tiyatroculuğunu anlatırken aslında devrimci sanatçının tanımını yaptığını biliyor muydu?”

“Bir direniş vardı tekstil fabrikasında. Oraya ziyarete gitmiştik. Direnişin hareketli zamanında sendikadan yapılan açıklamalar işçilerin moralini bozmuştu. Orada doğaçlama bir oyun koymaya karar verdik. İşçiler, direniş çadırını bırakıp evlerine dönmeye başlamışlardı. Biz birkaç kişi, aramızda ‘ne yapalım’ diye  konuşurken, bir kalabalık gördüm. Kalabalığı yara yara içinden geçtim, en öne geldiğimde, birden Bekir bana seslendi: “Ne haber Erbakan hoca?”  Kendimi birden oyunun içinde buldum. Biz de katıldık doğaçlamaya. O direniş, o oyunla birlikte birden tekrardan canlandı, insanlar toparlandı, moraller yerine geldi ve sonraki çabalarla birlikte devam etti. Sürekli işçi direnişlerine gidiyorduk, buralara da oyunlar hazırlamıştık ve işçiler tarafından çağırılıyorduk…”

“Dostta  yarattığı moral kadar, düşmana saldığı korkunun sonucunda gözaltına alındı Bekir.

Ama en önemli eylemini yapmasına da engel olamadılar.

Erdal Eren için bir ağıt yaktı Bekir. Öyle güzel, öyle naif…”

Bekir, Erdal Eren ile aynı gün katledildi. 13 Aralık!

Yılların hiçbir önemi yok bu ayrıntıda. Erdal Eren için şiir yazdıktan bir süre sonra gözaltında katledildi. O şiirinin yayınlandığı Kaldıraç dergisinin Aralık sayısını göremedi. Tıpkı Erdal gibi, “büyük görevin bilinciyle, davaya tüm varlığını katan her insan gibi içi rahattı.”

KENARDAKİLERE…

Herkes söyledi,
O, yaptı.

Sessizce akan bir ırmaktı
Çağlayanların şamatasına
olgun bir gülümsemeyle baktı
Uçuruma ulaştığında
-biliyordu-
bir şelale olacaktı.

Herkes konuştu,
O, yaptı.

Sabırla kaynayan bir kaynaktı
Mertebesini
Yaşamın ayrıştırıcılığına bıraktı.
Büyük görevin bilinciyle
davaya tüm varlığını katan her insan gibi
içi rahattı.

Komutan Bekir

İşkencelerden geçirdiler Bekir’i. Devlet,karşısına dikilen iradeleri teslim almak için bugün de olduğu gibi o günlerde de her yolu denerdi. Bu yöntemlerden sadece biriydi işkence…  Bekir’de geçti o tezgahlardan ama yılmadı. Korkmadı!

Korkutamadılar!

Hem devrimci bir işçi, devrimci sanatçı, bir işçi neden korksun ki sistemden!

Katlettiler Bekir’i. Bir daha şiir yazamasın, oyunlar oynamayasın diye. Bekir gözaltına alındığında aynı yerde olan başka bir devrimci yıllar sonra kaleme aldığı mektubunda o anları, korkanların korkusunu, Bekir’in direnişini şöyle anlatıyordu;

“ Gözaltına alınışımın beşinci günü (12.12.97) akşamı isminin Burhanettin olduğunu öğrendiğim, Bursa’da gözaltına alındığı belirtilen kişiyi getirdiler. Bankonun karşısındaki hücrede olduğum için kayıt işlemlerine tanık oldum. Kayıt sırasında moralinin oldukça iyi olduğunu gördüm. Karamsar hiçbir hava yoktu. Ancak yoğun hakaret ve küfüre maruz kalıyordu. Üzerinde büyük bir psikolojik baskı oluşturmak istedikleri belli oluyordu. Hücreye koymadan sorguya götürdüler. Tahminen üç-dört saat sorguda kaldı. Getirip yanımdaki hücreye koydular. Bu arada hakaret ve küfürler devam ediyordu. Aradan tahminen bir, bir buçuk saat geçmişti ki tekrar götürdüler. Gördüğüm işkencelerden dolayı halsizdim ve uyumuşum. Bundan sonra nelerin yaşandığına tanık olamadım. 13 Aralık cumartesi sabahı yoğun gürültülerle uyandım. Dışarıda müthiş bir koşuşturmaca yaşanıyordu. Bunu ayak seslerinden anlıyordum. Bilinçli bir panik havası yaratılmaya çalışılıyordu. Gardiyanlardan birinin polise seslendiği duyuldu “Abi koş adam kendini asmış”. Sanki biz gözaltında olan diğer insanlara bu özellikle duyurulmaya çalışılıyordu. Daha sonra bizleri teker teker başka kısıma aldılar. Nedenini sorduğumuzda polislerden biri “temizlik yapıldığını” başkası ise “müdürün denetime geldiğini” söyledi. Olağandışı bir şey olduğu kesindi.”

Mehmet Ali Yazıcı, gözaltında sürekli kontrol edildiklerini ve intiharın söz konusu olmadığını yazıyordu.

“Bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Kayıt esnasında ve ilk sorgu sonrasında Burhanettin Akdoğdu’nun moralinin ve ruh halinin çok iyi olduğuna tanık oldum. Yoğun hakaret ve küfürler işkencede direndiğini kanıtlıyordu. Katledilmesinin sorumlusu Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Siyasi Şube’nin işkenceci polisleridir.”

Acımız, öfkemiz…

Ortağımızı işkence ile aramızdan aldılar.  Eski yazılara bakıp Bekir’i anlatmaya çalışan ben de dahil yeni ortaklarını onun karşılıklı sohbetinden mahrum bıraktılar. Bu bize acı verse de onun bıraktıkları, hiç sönmeyen kocaman anısı hiç eksilmeden yanı başımızda duruyor. Eksilmek bir yana mücadele ettiğimiz her gün bu anı büyüyor, ayrıntılanıyor ve bir eylem rehberine dönüşüyor.

Hani Fidel’i, Che’yi, Rosa’yı, Mahir’i, Bedreddin’i, Spartaküs’ü, George Habbash’ı anlamak için elini sıkmamız gerekmiyor ya, Bekir de onlar gibi. Onların tayfasından. Siz de Bekir’in yazdıklarını okuyun anlayacaksınız.

Ama gene de eski yazılara bakarak Bekir’i anlatmaya çalışırken buruklukla “ah keşke” diyorsunuz. “Keşke 5 dakikalığına bile olsa herhangi bir şeyden konuşabilsek.”

İşte acımız binlerce yıl geçmişten beri aramızdan aldıklarına dairdir. Bekir için öfkemiz,Ulrike için duyduğumuzla aynıdır. Öfkemiz tayfadan aldıklarının tümüne dairdir.

Ama işte tayfadan eksiltildik diye gemiyi bırakmadık…

Bekir devrim çizgimizi derinleştirdi. Bekir öyle bir komutan…

Bak Bekir yeni yeni ortakların var ardında bıraktığın. Bak ortak seni tanıyoruz. Bak yoldaşım, bak yürüyoruz. Yıldızları gördük komutan, gemimiz zafere ulaşacak.

Sınıf kini ve intikamımız

Bekir 23 yıldır bıraktıklarıyla aramızda. Bize bıraktığı ah, intikam sesleri ve zafer çığlıklarıyla dimdik duruyor. Soma’da, Reyhanlı’da, Nadira için atılan çığlıklarda, fabrikalarda, mahallelerde, kampüslerde, plazalarda…

Bekir bize sınıf kinini, sınıf olmayı, tereddütsüz bir savaşı ve zafer inancını öğütlüyor. Bekir yaşarken hala, bize yaşamayı öğretiyor:

FIRTINA KOPANDA…

Çıraktım,
Ustanın şarap parası için
Çırpı bedenimi ateşe attım.

İşsiz kaldı babam
Hıncını dayakla çıkardı anamdan.

Bizden biri öldü ilaçsızlıktan,
Bir zengin piçi araba sürdü üstüme,
Giremedim ışıklı mağazalardan içeri
Bir kere bile.

Dayak yedim polisinizden,
Anama sövdü yalaka ustabaşı.
Taze bir gül gibiydi Ayşe,
Para yüzünden vardı itin birine.
Parasızlıktan,
Çocuklarının yüzüne bakamadığından
İncecik yaşlar indi de çenesine
Mehmet astı kendini bir gece.

Kara geceler gibi ağırlaşıyor da milyonların yüreği
Burjuvaların suratını dağıtmaya yetmiyor
Binlerin emeği.
Ama biz milim rüzgarın esmediği
Günleri de biliriz.
Biliriz bir gök patlamasıyla yarılırda
Kainatın yüzü
Bir fırtına kaplar yeryüzünü.

Ahh,
İntikam sesleriyle çınlıyor sokaklar
Ooy
O fırtına kopanda,
Bedenim o rüzgarın önüne
Bir mermi gibi sekende
Siz aşağılık asalaklar
Nereye kaçacaksınız o günde.

Milyonların nasırlaşmış yüreklerinden
İnsaf dileyeceksiniz de
Patlayan kazan başında
Haşlanmış derisiyle
Kardeşimin cesedini göstereceğim
Sizlere.
İnsaf diye inlediğinizde
Göçük altında gömdüğünüz
Madencilerin seslerini dinleteceğim.

Bir daha insanlığın başına
bela olmayasınız diye
hepinizin kafasını taşlarla ezeceğim.

Bu kinimi aşırı bulanlara ise
Tek söyleyeceğim;
“ Ben bu kadar vahşi olmayı
Siz burjuvalardan öğrendim”

 

 

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EYLÜL SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol