Şeref Birsel
Hep beraber içeride olsak, ‘dışarısı’ kalır mı, her kavram zıttıyla kaim değil mi yani? Bir insan iyi bir şairle -geç de olsa- karşılaşınca sevinir, ben utandım. Sadece geç tanıdığım için utanmadım, şaire ‘her anlamda geç kaldığımız için de’ utandım. Yaşamak, biraz da utanmaktır, bilirim ama çok dokundu okuduklarım: 23 yıldır kıstırıldığı yerin tuğlalarında elimin sıcaklığını hissettim, hiçbir şey yapmamakla. Ve fakat babam da olsa şiirden anladıklarımı söylemekte kararlı olduğum ortada dursun isterim. 23 yıl cezaevinde kapatılmış bir şair ne söyleyebilir ki hakikati ıskalayan?
Kimse görmeden kırlara, dağlara
İlhan Sami Çomak [1973, Çewlîg (Bingöl)] kırk dört yaşında. Ömrünün yarıdan fazlası (23 yıl) cezaevinde geçti. İlk kitabını 2004’te yayımlayan Çomak’ın toplam yedi şiir kitabı okurla buluştu. Bütün bu kitapları ‘içeride’ karşıladı. Yazdıkları, dışarıya çıkıp ona geri döndü, yeni şiirler eklendi önceden yazılanlara. Böyle böyle gümrah bir şiir yolculuğu edinmiş oldu. Yukarıda adını sıraladığım üç şiir kitabı şubat 2017 tarihli. Kapatılmış olmayı arabesk bir söyleyişe dönüştürmemiş; hâfızada kalanlarla düşleri birleştirip kimseler görmeden kırlara, dağlara yolculuk yapmayı sürdürmüş. Özleyişler, yarım bırakılmış zamanların ortasına aşk duygusu yerleşmiş. Umut hep diri ve gelecekten alacaklı.
Bir insanın içiyle konuşması
“Sana yağmurlar getirdim güzelliğin hışırtısıyla/Bugün kardeşimin ellerinden başlayarak boynuna/Doğru senin bütün çocukları öptüm.” Şiirlerde yoğun bir iç dökme telaşı öne çıkıyor. Soluksuz konuşan bir özne eşlik ediyor bize. Bize, geçirilmiş güzel zamanları tazeleyerek yeniden gösteriyor. “Yağmur Dersleri” sevgiliye bir “güzelleme” olarak da okunuyor fakat bu şiirlerin içinde ağzını dağlara doğru toplayan biri ansızın bizi 1938’e, yani yaralı Dêrsim’e çıkarınca şaşırmıyoruz, çünkü şairin ses tonu acıya, yıkıma, kıyıma uğramış insanları, coğrafyaları anlatmaya çok uygun. Cezaevinde 23 yıldır tutsak bir insan, kendi içiyle konuşur en çok; hâfızanın sadakatine güvenir ve yeniler geride bıraktığı zamanı. İnsanın içi kapatılmıştır, yetmemiş kendisi de kapatılmış ve bütün bunların üzerine doğası gereği ‘kapalı’ olan şiir oturmuş.
‘Önce göz vardı’
Çomak, bize bir şey anlatırken sadece ‘bir’ şey duymuyoruz; bir defa sesin tazyikinden hareket alanının darlığını; sözcük kadrosundan, özlediği insanların, yerlerin özelliğini; aşktan geriye kalan koyultulmuş yalnızlığı da duyuyoruz. “İlhan Sami Çomak’ın şiirlerinde öne çıkan görme duyusu -özellikle ‘Dicle’nin Günlüğü’nde- beni şöyle düşündürdü: Önce ‘göz’ vardı. İster dış dünyada ister rüyada ses çıkartabilmek için görmek lazım bir şeyleri. Zamanla baktığı şeylere sığmadı göz, çatırdadı ve sızdı ağzımıza doğru, böylece dil kıpırdamaya başladı, gözün gördüklerinin tazyiği altında. Gözün gördüğüne ses verdi ağız.
‘Umutsuzluk yok’
İçeride geçirilmiş yirmi üç bahar, yirmi üç kış… Dile kolay. Ve bütün bunlar sevgiliden, anneden, babadan, coğrafyadan uzakta sonsuz bir uğultu içinde geçip gitmiş. Bir ses, bir göz sahibi olmak isteyen modern insan, bugün devletin aygıtları altında okulda, hastanede, kışlada, cezaevinde göz altında tutuluyor. Ve böylece kendi hikâyesine sahip çıkacak olanlar da tasfiye edilip eritilmeye uygun hale getiriliyor. İlhan Sami Çomak’ın sesinde ezginlik, karamsarlık, umutsuzluk yok; bilakis özlemle yoğrulmuş geçmiş günlerin sıcaklığı var:
Kimseyi bağlamayan bir dil
Çomak’ın “Bir Sabah Yürüdüm” kitabında hız var. Söyleyişin yüksek hızı. Dörtnala soluksuz koşan dizeler. Sesin nesneleri yerinden oynatan, devirici rüzgârı. Şair duyduğunu ustalıkla duyuruyor, gördüğünü ustalıkla gösterdiği gibi. Şiir dili doğrudan hiç kimseye bağlanmıyor, belki biraz İkinci Yeni’den söyleyiş imkânı edinmiş, ama içerikte bambaşka bir şiir yazıyor. Dışarıda bulunmuş, kuru, başkalarına ait bir şiir değil bu, aksine her anlamda ‘içeride’ doğmuş, moda söylemlere, sloganlara uğramamış bir şiir. Gürül gürül insana doğru akan, insan bekleyen bir şiir. “Biri gelse/Boğazımda ıkınan suların nefretine biri gelse/ Benim kırmızılarla uğraştığıma kendini eklese/Taşın çatılan sezgisine benzediğimi anlasa/Gölgenin irkilip duran alnına/Beni karış karış beni yudum yudum biri gelse/Ağzını gözünü toplayıp bana gelse”…
Modern bir türkü dinliyoruz sanki. Şiirlerin kendine mahsus ezgisi bir yerden sonra okuru da içine alıyor. Bu üç kitap üzerine ayrı ayrı ve uzunca durulmalı. İlhan Sami Çomak, sadece nitelikli okurların değil, özellikle günümüz şiirinin rekoltesinden şikâyet edenlerin okuması gereken ve bu ilgiyi fazlasıyla hak eden bir şair. Yazdıklarını dünyaya gönderdiği için ona teşekkür etmeliyiz. Teşekkür ederim şair.
İlhan Sami Çomak [1973, Çewlîg (Bingöl)] kırk dört yaşında. Ömrünün yarıdan fazlası (23 yıl) cezaevinde geçti. İlk kitabını 2004’te yayımlayan Çomak’ın toplam yedi şiir kitabı okurla buluştu. Bütün bu kitapları ‘içeride’ karşıladı. Yazdıkları, dışarıya çıkıp ona geri döndü, yeni şiirler eklendi önceden yazılanlara. Böyle böyle gümrah bir şiir yolculuğu edinmiş oldu. Yukarıda adını sıraladığım üç şiir kitabı şubat 2017 tarihli. Kapatılmış olmayı arabesk bir söyleyişe dönüştürmemiş; hâfızada kalanlarla düşleri birleştirip kimseler görmeden kırlara, dağlara yolculuk yapmayı sürdürmüş. Özleyişler, yarım bırakılmış zamanların ortasına aşk duygusu yerleşmiş. Umut hep diri ve gelecekten alacaklı.
Bir insanın içiyle konuşması
“Sana yağmurlar getirdim güzelliğin hışırtısıyla/Bugün kardeşimin ellerinden başlayarak boynuna/Doğru senin bütün çocukları öptüm.” Şiirlerde yoğun bir iç dökme telaşı öne çıkıyor. Soluksuz konuşan bir özne eşlik ediyor bize. Bize, geçirilmiş güzel zamanları tazeleyerek yeniden gösteriyor. “Yağmur Dersleri” sevgiliye bir “güzelleme” olarak da okunuyor fakat bu şiirlerin içinde ağzını dağlara doğru toplayan biri ansızın bizi 1938’e, yani yaralı Dêrsim’e çıkarınca şaşırmıyoruz, çünkü şairin ses tonu acıya, yıkıma, kıyıma uğramış insanları, coğrafyaları anlatmaya çok uygun. Cezaevinde 23 yıldır tutsak bir insan, kendi içiyle konuşur en çok; hâfızanın sadakatine güvenir ve yeniler geride bıraktığı zamanı. İnsanın içi kapatılmıştır, yetmemiş kendisi de kapatılmış ve bütün bunların üzerine doğası gereği ‘kapalı’ olan şiir oturmuş.
‘Önce göz vardı’
Çomak, bize bir şey anlatırken sadece ‘bir’ şey duymuyoruz; bir defa sesin tazyikinden hareket alanının darlığını; sözcük kadrosundan, özlediği insanların, yerlerin özelliğini; aşktan geriye kalan koyultulmuş yalnızlığı da duyuyoruz. “İlhan Sami Çomak’ın şiirlerinde öne çıkan görme duyusu -özellikle ‘Dicle’nin Günlüğü’nde- beni şöyle düşündürdü: Önce ‘göz’ vardı. İster dış dünyada ister rüyada ses çıkartabilmek için görmek lazım bir şeyleri. Zamanla baktığı şeylere sığmadı göz, çatırdadı ve sızdı ağzımıza doğru, böylece dil kıpırdamaya başladı, gözün gördüklerinin tazyiği altında. Gözün gördüğüne ses verdi ağız.
‘Umutsuzluk yok’
İçeride geçirilmiş yirmi üç bahar, yirmi üç kış… Dile kolay. Ve bütün bunlar sevgiliden, anneden, babadan, coğrafyadan uzakta sonsuz bir uğultu içinde geçip gitmiş. Bir ses, bir göz sahibi olmak isteyen modern insan, bugün devletin aygıtları altında okulda, hastanede, kışlada, cezaevinde göz altında tutuluyor. Ve böylece kendi hikâyesine sahip çıkacak olanlar da tasfiye edilip eritilmeye uygun hale getiriliyor. İlhan Sami Çomak’ın sesinde ezginlik, karamsarlık, umutsuzluk yok; bilakis özlemle yoğrulmuş geçmiş günlerin sıcaklığı var:
Kimseyi bağlamayan bir dil
Çomak’ın “Bir Sabah Yürüdüm” kitabında hız var. Söyleyişin yüksek hızı. Dörtnala soluksuz koşan dizeler. Sesin nesneleri yerinden oynatan, devirici rüzgârı. Şair duyduğunu ustalıkla duyuruyor, gördüğünü ustalıkla gösterdiği gibi. Şiir dili doğrudan hiç kimseye bağlanmıyor, belki biraz İkinci Yeni’den söyleyiş imkânı edinmiş, ama içerikte bambaşka bir şiir yazıyor. Dışarıda bulunmuş, kuru, başkalarına ait bir şiir değil bu, aksine her anlamda ‘içeride’ doğmuş, moda söylemlere, sloganlara uğramamış bir şiir. Gürül gürül insana doğru akan, insan bekleyen bir şiir. “Biri gelse/Boğazımda ıkınan suların nefretine biri gelse/ Benim kırmızılarla uğraştığıma kendini eklese/Taşın çatılan sezgisine benzediğimi anlasa/Gölgenin irkilip duran alnına/Beni karış karış beni yudum yudum biri gelse/Ağzını gözünü toplayıp bana gelse”…
Modern bir türkü dinliyoruz sanki. Şiirlerin kendine mahsus ezgisi bir yerden sonra okuru da içine alıyor. Bu üç kitap üzerine ayrı ayrı ve uzunca durulmalı. İlhan Sami Çomak, sadece nitelikli okurların değil, özellikle günümüz şiirinin rekoltesinden şikâyet edenlerin okuması gereken ve bu ilgiyi fazlasıyla hak eden bir şair. Yazdıklarını dünyaya gönderdiği için ona teşekkür etmeliyiz. Teşekkür ederim şair.