Dünyada, şiddete karşı neredeyse bir anayasa işlevi gören İstanbul Sözleşmesi, zaten hiçbir uluslararası sözleşmenin uygulanmadığı Türkiye’de, mağdurların, tedirgin hissettikleri anda dönüp baktıkları bir güvenceden ibaret sadece… Şimdi o tedirginliğin karşısında dönüp bakacakları hiçbir sözleşme, hiçbir kanun, hiçbir mahkeme olmasın istiyorlar.
Fadime Tekin, bir yaşındaki torununu getirdiği parkta, tedirgin oturuyordu.
Bir insan rüzgârların salladığı dallardan bile tedirgin olmayagörsün… Yaşamak artık iyice zorlaşmıştı…
Derin bir nefes alıp duyduğu sesin korkusuyla ilgili olmadığını fark ettiği sırada, korktuğuyla yüz yüze geldi.
Bir yaşındaki torununun gözleri önünde, korktuğu, kaçtığı, son dönemde yeniden ortaya çıkan o adam, Fadime Tekin’i Ankara’nın göbeğindeki bir parkta tam 16 yerinden bıçakladı. Bıçağı sakladığı gazete kağıdının üzerine hakaret dolu notlar almış, Tekin’i bıçaklarken, nefretle o hakaretleri bir bir sıralamıştı.
“Ölmek istemiyorum” dedi henüz kendindeyken Fadime Tekin, torununa sahip çıkılmasını, oğlunun aranmasını istedi.
Direndi, ölmedi…
* * *
Aslında Fadime Tekin, bütün bunların olabileceğini biliyordu. Benzer saldırıları yaşayan diğer kadınlar gibi…
1988’de evlendiği Rıza Işık, Almanya’ya çalışmaya gitmiş, 2009’da Türkiye’ye döndükten sonra ise Fadime Tekin’e sürekli şiddet uygulamıştı. Hakaretler, aşağılamalar ve en sonunda fiziki şiddet.
Fadime Tekin, 2013’e kadar dayanabildi. Evliliği sonlandırabilmek için Ankara’ya oğlunun yanına taşındı, boşanma davası açtı. Rıza Işık’ın karşı çıkmasına rağmen, mahkeme, 2015’te boşanmalarına ve Fadime Tekin’e nafaka ödenmesine karar verdi. Ağır kusurlu davranışları nedeniyle Rıza Işık’ın tazminat ödemesi de kararlaştırıldı.
Ama Rıza Işık için elbette mesele bitmemişti. Ne yaparsa yanına kâr kalacağını biliyordu, niye bitsin ki?
İtinayla gizlenmelerine rağmen, olaydan üç ay önce, oğlunun ve eski eşinin adresini buldu. Her gün o çevrede dolanmaya başladı. 16 Eylül 2019’da, oğlunun evine girmekte olan Fadime Tekin’in karşısına çıkıp, içeri girmeye çalıştı. Barışmak istediğini söyledi, reddedilince, tehditler savurdu. İki gün sonra da Fadime Tekin’i bıçakladı.
* * *
Fadime Tekin’in oğlu Murat Işık, annesini öldürmeye çalışan babasıyla yıllardır görüşmediklerini, adreslerini gizli tuttuklarını ancak kendilerini bulduğunu, son üç aydır parkın etrafında gezindiğini, bir keresinde eve girmek istediğini ancak dışarıya çıkarttığını anlattı. Babasının, yıllar önce nişanlısını öldürüp, af sayesinde 10 yıl cezaevinde yatıp serbest kaldığını, daha sonra evlendiği annesine yıllarca şiddet uyguladığını söyledi. Bu kez hemen kurtulmaması için elinden ne geliyorsa yapacağını vurgulayarak…
Fadime Tekin’i bıçakla öldürmeye çalışan Rıza Işık yakalandı. Yakalandığında rahattı…
Bir kadını öldürdüğünde, bir süre cezaevinde de yatsa çıkabileceğini bilmenin rahatlığı…
“Kader kurbanı” denilerek durmadan affedilen suçluların, her seferinde yeni bir af çıkacağını, af çıkmasa da indirimlerle kısa sürede kurtulabileceğini bilmelerinin rahatlığı…
O rahatlıkla, “öldürmeye teşebbüs” suçlamasıyla yargılandığı davada, kadınlara, kadın avukatlara hakaretler etti. Sonrasında özür dilemenin yeteceğini bilerek, canı ne istiyorsa söyledi.
8 Temmuz’da, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden hakim karşısına çıkacak. Toplumsal Hukuk Kadın derneği avukatları başta olmak üzere, kadın avukatlar, hak savunucuları Fadime Tekin’in yanında olacak daha önce olduğu gibi.
Avukatlar, önceki duruşmalarda, Fadime Tekin’in aylarca yaşam mücadelesi verdiğini anımsatarak, uyumaya çalıştığı her gece, bıçak darbeleri aldığı yerlerden yeniden ve yeniden yaralandığını anlattı mahkemeye… Talepleri, Işık’ın tasarlayarak öldürmeye teşebbüs suçundan indirimsiz ceza alması.
* * *
Avukatlar elbette kaygılı… Zira bu davalarda indirim yapmanın bin bir yolu var.
Örnek bir başka dosya, yakın zamanda karara bağlandı.
Üniversite öğrencisi Zülal Tütüncü‘nün, Günhan Öztürk tarafından kılıçla, canavarca bir biçimde öldürülmesine ilişkin davada İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen hafta kararını açıkladı.
Mahkeme, Öztürk’ü kasten öldürmekten suçlu buldu ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis yerine müebbet hapis cezası verdi. Çok ağır gibi dursa da cezasının üçte ikisini yatacak Öztürk, muhtemel indirim ve aflarla cezaevinden çıkacak, hayatına devam edecek. Zülal Tütüncü ise henüz 21 yaşında hayatını kaybetti.
Annesi Bedriye Tütüncü, buna isyan ediyordu:
“Ağırlaştırılmış müebbet cezası bekliyorduk. Aldığı cezanın 3’te 2’sini yatıp çıkacak. Karara itiraz edeceğiz ve ağırlaştırılmış müebbet cezası alana kadar mücadele vereceğiz. Allah, o caniye oradan çıkmayı nasip etmesin. Benim kızım uyurken kılıçla öldürüldü. Zülal’in elleri kesik içindeydi. O çocuğa sahip olabilmek için senelerce tedavi gördük. Birçok kez ameliyat masasına yattım. Bir çocuk kolay mı büyütülüyor? Bu caninin dışarı çıktıktan sonra başkasının canını yakmayacağının da garantisi var mı?”
Yok…
Kimsenin garantisi yok.
* * *
Tüm bunlar olurken, hükümetin gündeminde yine İstanbul Sözleşmesi var.
Sözleşmenin imzalanmasının yanlış olduğunu söyleyenlerin arasına AKP’li Numan Kurtulmuş da katıldı şimdi.
Sanki mahkemeler İstanbul Sözleşmesi’nin şiddet görenleri koruyan maddelerini uyguluyormuş gibi, sanki sözleşme birilerini gerçekten koruyor, kolluyormuş gibi davranmak, hakikatten uzak sloganlar mutlu ediyor bir kesimi.
Ve tüm bu açıklamalar yapılırken, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması için çaba gösteren, dönemin bakanı, şimdinin Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, yorum yapmıyor. Partisine, bunları söyleyenlere açıklamıyor sözleşmenin anlamını ve içeriğini…
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, sadece haziran ayında 27 kadın öldürüldü. Cinayetlerin yüzde 41’ini, evli oldukları erkekler işledi. Eskiden birlikte oldukları erkekler, babalar, akrabalar katletti kadınları. Çok azı, tanımadıkları biri tarafından öldürüldü.
* * *
Dünyada, şiddete karşı neredeyse bir anayasa işlevi gören İstanbul Sözleşmesi, zaten hiçbir uluslararası sözleşmenin uygulanmadığı Türkiye’de, mağdurların, tedirgin hissettikleri anda dönüp baktıkları bir güvenceden ibaret sadece…
Şimdi o tedirginliğin karşısında dönüp bakacakları hiçbir sözleşme, hiçbir kanun, hiçbir mahkeme olmasın istiyorlar. Daha çok korksunlar, daha çok yaralansınlar, daha çok ölsünler ve kimse bir şey diyemesin.
Ve ne kadar kırılganmış ki her koruyucu yazılı metinden kırılabilen “aile yapısını” kurtarabilmek için tek yapabildikleri o metni ortadan kaldırmak.
Onlara göre, içsel ahlak, yüzleşme, hakikat, insan onuru, sevgi, anlayış, eşitlik değil, korku ve şiddet kurtaracak aile yapısını…
Ve oradan çıkan sevgisizliğe, gizlenmiş şiddete, eşitsizliğe, bütün bunların yarattığı yaralı insanlara “aile” diyecekler…