HDP’nin açıkladığı “Kürt Düşmanlığı Raporu”‘na göre, pandemi süresi boyunca 84 kişiye işkence ve kötü muamele uygulandı, HDP’li vekillere 84 fezleke hazırlandı, 444 gözaltı ve 93 tutuklama yaşanırken, 14 belediyeye kayyım atandı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ve Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, pandemi döneminde iktidarın uyguladığı “Kürt Düşmanlığı” politikalarına ilişkin hazırladığı raporu açıkladı. Parti Genel Merkezi’nde yapılan basın toplantısında ilk sözü Dede aldı.
Dede: Pandemi fırsat olarak görüldü
AKP iktidarının salgının yoğun yaşandığı 3 buçuk aylık dönem içerisinde salgınla mücadele etmek yerine kendisi gibi düşünmeyenlerle, muhaliflerle mücadele etmeyi tercih ettiğine dikkati çeken Dede, “Salgını toplum üzerindeki kontrolün arttırılması için bir fırsat olarak değerlendiren AKP iktidarı kutuplaşmayı, ayrımcılığı derinleştirdi. Pandemi sürecini yasakların, hak ihlallerinin ve keyfi uygulamaların gerekçesine dönüştürdü. İktidarın öncelikli hedefi, uzun yıllardır olduğu gibi muhalifler ve Kürtler oldu. Halk sağlığının öncelemesi gereken böylesi bir dönemde kayyımlar atandı, gözaltılar yaşandı, haksız tutuklamaların ardı arkası kesilmedi. Pandemi sürecinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin kapsamlı bir rapor oluşturduk” dedi.
Kerestecioğlu: Toplumcu belediyecilik hedef
Salgın döneminde belediyelerinin sınandığı kaydeden Filiz Kerestecioğlu da “Kimin toplum sağlığı kimin kendi çıkarı için çalıştığı bu dönemde bir kez daha ortaya çıktı. Belediyelerimiz salgının başından itibaren hızlıca harekete geçti. Kamusal alanların temizliğinden, işlerini kaybeden insanlara ekonomik destek sağlamaya kadar pek çok konuda tedbir almaya çalıştık. Fakat, toplum temelli, demokratik ve çoğulcu belediyecilik anlayışımız bu dönemde de iktidarın hedefi oldu” diye belirtti. Yapılan açıklamalar ardından hazırlanan raporun detayı paylaşıldı.
Kayyımlar
HDP tarafından 11 Mart- 25 Haziran tarihleri arasında yapılan “Kürt Düşmanlığı Raporu”unda öne çıkan başlıklar şöyle: “Bu dönemde; HDP’li 14 belediyeye kayyım atandı, 4 belediye meclis üyesi görevinden alındı, belediye eşbaşkanları mesnetsiz iddialarla tutuklandı, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın HDP’li belediye meclis üyelerinin toplantılara katılmaları engellendi. Kayyımların ilk icraatı Kürt dili ve kültürüne dönük saldırılar olurken, belediyelerin kadın özgürlük mücadelesi bağlamında hayata geçirdiği projeler de saldırıların hedefi oldu. Pandemi önlemleri kapsamında su faturalarını erteleme kararı alan ve çalışmalarıyla ilgi toplayan Batman Belediyesi, ilk kayyım atanan belediyelerden biri oldu. Mardin Kayyımı ise kayyımdan önce 2 TL olan suyun metreküp fiyatını 5 Lira 80 Kuruşa yükseltti.
Kardeş aile kampanyası
Korona salgınına, yurttaşları destekleyen bir sosyal devletin yokluğunda, üstelik ekonomik kriz içinde yakalandık. Salgın tedbirleriyle birlikte artan işsizlik karşısında iktidar tercihini sermayeden yana kullanırken, biz bir toplumsal dayanışma kampanyası örgütledik. Bu sürecin bizi yoksullaştırıp, yalnızlaştırmasına seyirci kalmak yerine, herkesin kolayca birbirinin sesi soluğu, dayanağı olabileceği Kardeş Aile Kampanyamızı örgütledik. İktidar ise bu kampanyayı engellemek ve yardımları kreminize etmek için elinden geleni ardına koymadı. Dayanışma kampanyasını yürüten üye ve gönüllülerimiz birçok ilde gözaltına alındı, haklarında soruşturma başlatıldı. Kardeş Aile Kampanyamız yandaş basın tarafından yalan haberlerle hedef haline getirildi. Kardeş Aile Kampanyası ile 13 bin 180 aileyi kardeş ailesiyle buluşturduk. Ayrıca gerek temel gıda ve temizlik ihtiyaçlarını içeren destek paketleriyle gerekse alışveriş çekleriyle 62 bin 94 aileyle dayanışma sağlandı.
İşkence, kötü muamele
Salgın önlemi olarak uygulamaya konulan sokağa çıkma yasakları, ülkenin birçok yerinde polis ve bekçi şiddetine gerekçe olarak kullanıldı. Pek çok kentte polis, bekçi hatta kaymakam korumaları tarafından, ekmek almaya veya çöp dökmeye çıkan, evinin bahçesinde oturan yurttaşlara hakaret edildi, yüz üstü yere yatırılarak ters kelepçe takıldı, silah çekildi. Adana’nın Seyhan ilçesinde Suriye vatandaşı Ali El Hemdan salgın günlerinde polis tarafından vurularak öldürüldü. Diyarbakır’da bir polisi öldürmekten M. E. C. ’ye ait işkence fotoğrafını yansırken aileye işkence yapıldı.
84 kişi işkence gördü
Diyarbakır emniyeti işkenceyi ‘Hain, emniyetin şefkatli kollarında’ notuyla paylaşılmasında hiçbir beis görülmedi. Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu üyemiz Rojbin Çetin’e 3 saat boyunca işkence edildi. Köpeklerin saldırısı sonucu yürüyemeyecek duruma gelen Çetin bir de 11 gün gözaltında tutulmak suretiyle işkence süreci uzatıldı. Çalışmamızda tespit edebildiğimiz kadarıyla salgının en yoğun yaşandığı 3,5 ayda en az 84 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. İşkence vakalarının böylesine yaygınlaştığı bir dönemde 2017 yılında Van’ın Gevaş ilçesinde mantar toplamaktan dönen köylülere işkence yaptığı görüntülerle sabit olan polis O.Ş’ye 3 bin TL para cezası verildi ve bu cezası da hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluyla infaz edilmedi. Elbette 4 köylüye kameralar önünde yapılan işkencenin cezasız kalması bu yönde verilen sayısız yargı kararı işkencecileri cesaretlendirmekte ve işkencenin Türkiye’de giderek yaygınlaşmasında rol oynamaktadır.
Gözaltı, tutuklama
Başta HDP’li siyasetçiler olmak üzere muhalifleri hedef alan iktidar, kadın hakları aktivistlerini, gazetecileri, kötü çalışma koşullarını protesto eden sağlık çalışanları, bir bütünen iktidar gibi düşünmeyen 444 vatandaşı hukuksuz bir şekilde gözaltına aldı. Gözaltına alınanların 93’ü de tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Sadece dün bir gün içerisinde Diyarbakır’da çeşitli kurumlarda kadın çalışması yürüten TJA çatısı altında kadın haklarını savunmaya yönelik 24 kadın gözaltına alındı halen gözaltındalar. Yine Antep’te aralarında il ilçe eşbaşkanlarımızın da bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı. AKP’nin partimize ve muhaliflere yönelik sadece bir günlük bilançosu 57 olarak gerçekleşti.
Mezarlıklara saldırı
Pandemi sürecinde belki de ülkenin tarihine geçecek utançlarından biri olarak ifade edebileceğimiz cenazelere ve mezarlıklara yapılan saldırılara da tanıklık ettik. HPG’Li Agit İpek’in cenazesi Adli Tıp’tan ailesine kargo ile gönderildi. Anne Halise Aksoy’un içinde oğlunun cenazesiyle çekilen fotosu AKP’nin kötülükte sınır tanımadığının resmi olarak toplumun hafızasına kazındı. Konunun HDP tarafından meclis gündemine taşınmasıyla AKP’li Cahit Özkan ‘adli vaka’ olarak sıradanlaştırdı. Bir anneye oğlunun cenazesinin kargo ile gönderilmesi kötülüğünü böyle savundu. Yine bu dönemde çatışmalarda hayatını kaybedenlerin mezarlıkları parçalandı. En az 13 mezarlık defalarca tahrip edildi. Bununla da yetinilmedi ailelerden evlatlarının mezarlıklarını parçalayıp fotoğraflamaları istendi. Garzan Mezarlığından hiçbir hukuki izahı dayanağı olmadan çıkarılan 282 cenaze Kilyos’ta bir kaldırıma toplu olarak defnedildi.
Cezaevleri
Cezaevleri de hak ihlallerinin yoğun yaşandığı alanlardan oldu. Pandemi ile birlikte ziyaretçi ve avukat görüşleri olan mahpusların aile görüş hakları tamamen ortadan kaldırıldı. Avukatlarıyla görüşmeleri birçok cezaevinde engellendi. Sosyal faaliyet tamamen engellendi. Dışarıdan gazete ve kitapların alınması durduruldu, hasta tutsakların tedavileri engellendi. Temizlik malzemeleri maske, mahpuslara verilmedi. Birçok cezaevinde de mahpuslar kantinde yüksek fiyatla satılan bu ürünleri almak zorunda bırakıldı. Bir kısım cezaevinde sıcak su ihtiyacı ya hiç karşılanmadı ya da sınırlı olarak verildi. Ayrımcı infaz yasası açık cezaevlerindeki mahpusların tahliyesi ile hemen hemen yemek sıkıntısı yaşandı hem yemeğin kalitesi düştü hem de miktarı azaldı. AKP MHP salgın dönemini fırsat bilerek kendi yandaşlarını kapsayacak özel af çıkardı. Başta politik mahpuslar olmak üzere yüzbinlerce mapus cezaevlerinde ölüme terk edildi. Aralarında gazeteciler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, 65 yaş üstü tutsaklar, hasta tutsaklar, çocuklu kadınlar ve Kürt siyasetçiler büyük bir ayrımcılığa tabi tutuldu. Bu dönemde 3 ağır hasta tutsak tahliye edilmeyerek bu süreçte yaşamını yitirdi. Yüzlerce mahpus da koronavirüse yakalandı.
Kadına yönelik şiddet ve katliamlar
Salgında evlere kapanmak, birçok kadın için ev içi şiddet riskinin artması demekti. Salgının başından itibaren bu riske dikkat çekmemize rağmen, iktidar bu durumla ilgili hiçbir önlem almadı, kadınlar zaten zor bela ulaşabildikleri desteklere de ulaşamadı. Üstelik bir kamu spotu dahi yayınlamadığı gibi, iktidar, bir de 6284 sayılı Kanun kapsamında erkeklerin evden uzaklaştırılması kararına kısıtlama getirmeye kalktı. Bu da yetmedi! İnfaz yasasıyla şiddet failleri hiçbir tedbir alınmadan serbest bırakıldı; kadınlar ve çocukların başına musallat edildi. Bu üç aylık dönemde basına yansıyan haberlere göre en az 70 kadın erkekler tarafından öldürüldü, çok daha fazla kadın şiddete maruz kaldı.
Kürt ve göçmen kadınlar
Yani, bu ülkede kadın olmanın zorluğuna bir de işçi olmak, Kürt olmak ya da göçmen olmak eklenince ayrımcılıkların etkisi de çok daha büyük oluyor. Örneğin, anadilde sağlık hizmeti sağlanmadığı için, çok dilli hizmet veren belediyelerimize de kayyım atandığı için anadili Türkçe olmayan kadınların, Kürt kadınların ya da göçmen kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanması pandemi döneminde çok daha zorlaştı.
Kadınlara saldırı
Kadın siyasetçilere ve kadın örgütlerine yönelik saldırılar pandemi döneminde de devam etti. Kürt illerinde devletin yapmadığını yapıp şiddete uğrayan kadınlara destek olan, kadın haklarını savunan Rosa Kadın Derneği üyeleri ve pek çok TJA aktivisti kadın gözaltına alındı, tutuklandı. Belediyelerin kadın merkezleri kapatıldı, erkek müdürler atandı, eşbaşkanlık sistemi, belediyenin öncü olduğu kadın kooperatifi bile suç unsuru sayıldı. Tüm baskılara rağmen, bizler mücadeleye devam ettik, örneğin Kars belediyemiz bir kadın danışma merkezi ve kadınlar için destek hattı açtı. Yine Silopi Belediyemiz Alo şiddet hattı açtı. HDP Kadın Meclisi olarak kadın kazanımlarına dönük saldırılara karşı ‘Kadın Mücadelesi Her Yerde’ kampanyasını başlattık.
Meclis
Pandemi döneminde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenterler Bürosunca hazırlanan fezlekelerin Meclis Başkanlığına gönderilmesine de devam edildi. 11 Mart – 30 Haziran’ı kapsayan 3 buçuk aylık raporlama dönemimizde toplam 93 fezleke TBMM Anayasa/Adalet Karma Komisyonuna gönderildi. 93 fezlekenin 84’ü HDP’li vekiller için hazırlanmıştı. Haftalarca kapalı olan TBMM Genel Kurulu’nun açıldığı ilk hafta DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları ve CHP’li Enis Berberoğlu hakkındaki yargı kararları okundu. Vekillikleri düşürüldükten sonra gözaltına alınan Leyla Güven ve Musa Farisoğulları tutuklandı. Leyla Güven 10 Haziran’da tahliye edildi. Anayasa Mahkemesine Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekilliğinin düşmesine yönelik kararın iptali için yaptığımız başvuru ise reddedildi. Bu sırada, Valilik Hakkari’de toplantı ve gösteri yürüyüşleri, stant açma, çadır kurma ve oturma eylemlerini 15 gün süreyle yasakladığını duyurdu, Diyarbakır İl Binasında yapılan basın açıklamasına ise polis saldırdı. Yani iktidar, halkın iradesine göstermediği saygıyı, protesto hakkına da göstermedi.
Bölgede yapılan operasyonlar
Bu dönem savaş politikaları hız kazandı. Kürt yurttaşların yaşadığı bölgelerde sokağa çıkma yasakları, özel ve askeri güvenlik bölgesi ilanları, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazılamaları, yok edilen ormanlar, helikopterler tarafından taranarak öldürülen büyükbaş hayvanlar, mezralarda hayvan otlatmak, ot toplamak isteyen yurttaşların engellenmesi, hatta evlerin basılması ve ‘Bize teröristlerin yerini göstereceksiniz’ denilerek insanlara işkence edilmesi 90’lı yıllarda uygulanan politikaların iktidar tarafından tekrar edildiğini bize bir kez daha gösterdi. Federe Kürdistan Bölgesine yönelik askeri operasyon başlatıldı ve sivillerin yaşadığı yerleşim yerleri bombalandı. Basına yansıyan bilgilere göre bu harekatta, sadece 17-27 Haziran arasında en az 9 sivil hayatını kaybetti.
Eğitim
Salgından derinden etkilenen alanlardan biri de eğitim alanıydı, çocuklar ve gençlerdi. Uzaktan eğitim uygulaması, hem aileleri hem öğretmenleri hem de öğrencileri zorladı. Bu süreçte en dezavantajlı gruplar uzaktan eğitime erişim sorunu yaşayan yoksullar, engelliler, mülteciler, anadili Türkçe olmayanlar oldu. Bu sorunları en derinden yaşayan gruplardan biri de Kürt illerinde yaşayan çocuk ve gençlerdi. Örneğin; Diyarbakır’da EBA’ya giriş¸ yapan öğrencilerin oranı yüzde 20’yi geçmedi.
6 çocuk hayatını kaybetti
Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları bu dönemde de yine sistematik bir şekilde eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Çocuklara sokağa çıkma yasağı olduğu dönemde bile bu çocukları istisna sayıldı. Bu süreçte 6 çocuk/genç¸ Kürt illerinde ya da Kürt kimliği nedeniyle, saldırıya uğrayarak, şüpheli şekilde, oynarken bulduğu cismin patlaması, kurşun isabet etmesi gibi sebeplerle hayatını kaybetti.
Ekoloji
Pandemi sürecinde ilaca, tedaviye ihtiyaç duyulduğu kadar güvenilir gıdaya da ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Birçok ülke tarım ve gıda üretimi için salgının başından itibaren tedbirler almaya başlamışken Türkiye’de ise çiftçilere dönük baskılar arttı. Kürt illerinde hizmet veren Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ), uygulamalarıyla hem gıda güvenliğini hem de halk sağlığını tehlikeye attı. DEDAŞ, kolluk kuvvetleriyle beraber, salgının en yoğun hissedildiği dönemde, borçları bahane ederek pek çok köyün tamamının elektriklerini kesti. Kesilen elektrikler nedeniyle su kuyuları çalışmadı, halk hijyenin böylesi önemli olduğu bu süreçte şebeke suyundan mahrum bırakıldı. DEDAŞ üzerinden Kürt halkının cezalandırılması politikaları sonucu gıdaya en çok ihtiyaç duyulduğu, uzmanların kıtlık tehlikesini ısrarla vurguladığı bir dönemde Kürt çiftçisinin hasadı susuzluk nedeniyle tarlada yandı. Hayvanlar susuzluktan telef oldu, Tarım ve Orman Bakanlığı bitkisel üretimin geliştirilmesi programına önemli tarım merkezleri arasında yer alan Diyarbakır, Urfa ve Mardin’i dahil etmedi ve destekten mahrum bıraktı. Bunların yanı sıra sınır ötesinde Rojava’da tarım alanları top atışlarıyla ateşe verilerek tarladaki ürün harap edildi.
Doğa talanı hız kesmedi
Tüm başlıklarda ifade ettiğimiz gibi pandemi dönemini fırsat bilerek bir çok ihlale imza attı bunlardan biri de doğal ve kültürel alanların talanı oldu. Ancak bu gerçekliğe rağmen AKP iktidarı pandemi döneminde birçok hukuksuz ÇED raporu çıkarmış, ÇED raporu alınmadan birçok projenin hayata geçirilmesine ön ayak olmuştur. Başta 12 bin yıllık geçmişi olan Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu barajı olmak üzere birçok doğal ve kültürel alan HES projeleri ve çeşitli rant politikalarına iktidar tarafından iktidar tarafından kurban edildi.
İfade özgürlüğü rafa kaldırıldı
Elbette yaşanan tüm bu hak ihaleleri karşısında muhalifler çevreciler, avukatlar insan hakları savunucuları, muhalefet etmeyi durdurmadılar. Yaşanan haksızlıklara karşı seslerini duyurmaya çalıştılar. Ancak pandemi döneminde AKP’nin geçmişten bu yana uyguladığı pandemi gerekçe yaparak uygulamaz hale getirdiği gösteri ve yürüyüş hakkı da büyük oranda engellendi.”
‘En iyi anlaştıkları konu Kürt düşmanlığı’
Rapor ardından söz alan Kerestecioğlu, iktidarın pandemi döneminde de Kürt siyasi hareketine ve HDP’ye yönelik zor ve baskı aygıtlarını hiç aksatmadan çalıştırdığını belirtti. Raporun iktidarın HDP ile olan kavgasının artık bir varlık yokluk kavgasına dönüştüğünü ifade eden Kerestecioğlu, şunları söyledi: “Yani, iktidarın 15 Temmuz sonrasında MHP ile kurmuş olduğu koalisyonu ayakta tutabilmesinin yolu açık ki, Kürt düşmanlığından geçiyor. Nasıl ki 15 Temmuz öncesinde Gülen cemaatiyle ortaklıklarında en kolay uzlaştıkları konu Kürtlere ve muhaliflere yönelik devlet baskısı ise, bugünkü ortaklarıyla da en iyi bu konuda anlaşıyor. 15 Temmuz’dan önce siyasi baskı amacıyla kullanılan davalar, gömlek değiştirmiş hakimler, savcılar ve aslında bizzat iktidar tarafından devralınmış durumda. Demokratik, eşit, özgür ve barışçıl bir ülkeyi geçmişten aldığımız derslerle birlikte yaratma umudunu dün yitirmediğimiz gibi bugün de yitirmeyeceğiz.”