Ülkenin egemenleri, basını, “aydın” diye geçineni, sendikacısı, sanatçısı, iktidarı, muhalefeti hepsi, hep birlikte işçi ve emekçileri, kitleleri “susmaya”, “eylemsizliğe” çağırıyor.
Egemenler, Saray Rejimi ve arkasındaki tüm güçler, her fırsatta baskıyı, şiddeti artırarak; kitleleri, halkı, işçi ve emekçileri korkutmak, sindirmek istiyorlar. Polis copu, jandarma baskısı, işkenceler, sorgusuz tutuklamalar, her türlü yasaklamalar, TOMA’lar, yalanlar, mahkemeler vb. hepsi bunun içindir.
Saray Rejimi, yönetemiyor. Artık, zor, hile, terör, yalan dışında hiçbir şeyle iktidarlarını sürdüremiyorlar. Bu zorun, bu terörün, bu şiddetin, bu her türlü yalan ve karartmanın da sonunun gelmekte olduğunu herkes biliyor.
Ama, Saray Rejimi, korkuyu yaymak dışında bir yol bulamıyor.
Saray Rejimi, korku ile titredikçe saldırıyor. Ve Türkiye’nin devletçi tüm muhalefeti, Saray Rejimi’ne yardım etmek için bu korkunun etkisi ile, halka, işçi ve emekçilere, “sokaktan uzak durma”yı vaaz ediyor.
Artık, Erdoğan’ın vaazları yetmiyor. Artık, basının karartmaları yetmiyor. Artık, yargının polis gücünün bir parçası hâline getirilmesi yetmiyor. Türkiye’nin egemenleri, yeni vaizler devreye sokuyor. Her bir koldan, basından, “aydın”lardan, CHP’den, “akil adam”lardan, hepsinden yeni vaizler çıkıyor. Kılıçdaroğlu, “bizi sokağa çekmek istiyorlar” diye vaaz veriyor. Ve arkası kesilmiyor.
Saray Rejimi, bu fırsatlar içinde, saldırılarını daha da ileri taşıyor.
CHP, bunun açıkça yardımcısıdır. Yönetemeyen devlet, şimdi tüm güçlerini devreye sokarak, hep birlikte Erdoğan’ın arkasına sıraya diziliyor. Erdoğan, aslında bu ittifak içinde bir figürdür. Ve kendi zaafları dışında bir derdi de yok gibidir. Ama bugün, devletin diğer çeteleri, Erdoğan’ı önde tutarak, gelişmekte olan direnişi bastırmaya, halkın öfkesini köreltmeye çalışıyorlar.
Korkutarak, insanların akıllarını esir almaya çalışıyorlar.
Parlamentoda iki HDP’li ve bir CHP’li milletvekilinin vekilliği düşürüldü. Bitmiş, hiçbir hükmü olmayan bir parlamentodan milletvekilliklerinin düşürülmesi, aslında, büyük “olay” değildir. Kayyumlar ile başlayan saldırının devamıdır bu. Ama, iktidarın yeni bir saldırı dönemi başlatacağının kanıtıdır.
Daha önce CHP’li aynı milletvekilinin tutuklanması ile “demokrasi yürüyüşü” başlatan CHP, bu kez “sokağa çıkma”nın tehlikelerinden söz ediyor.
HDP, bir yürüyüş başlatıyor. Birçok yasak devreye sokuluyor. İller arasında geçişe izin verilmiyor. Ve dahası, TV tartışmalarında HDP konu edilirken, hiçbir HDP’linin çağrılmamasını ayıplayan bir konuşmacıya verilen yanıtlar, tüm devlet makinasının nasıl bir konum aldığını gösteriyor.
HDP’ye sesleniyoruz diyorlar: “PKK terör örgütüdür” diye açıklama yap, diyorlar. Yapmazsan demek ki, sen terörü destekliyorsun, diyorlar. İşte size zekâ seviyelerini gösteren propaganda.
Şöyle diyelim; Erdoğan’a sorsunlar, talepte bulunsunlar: “Soygun çeteleri ile, Cengiz İnşaat’la, havalimanı ihaleleri ile, Kalyon İnşaat’la vb. hiçbir ilişkim yoktur ve bunlar yargılanmalıdır” diye açıklama yap, yoksa sen de onlardan birisin.
Erdoğan’dan talep edilsin: “IŞİD ve İslamî çetelerle bir ilişkim yoktur”, bunlar halka, insanlığa karşı suç işlemektedirler, diye açıklama yap, onları tutukla.
Erdoğan’a sorsunlar; neden “çetelerle bir ilişkin yok, bu çetelerin tek tek üyeleri şunlardır, trollerin gerçeği şudur vb.” açıklamasını yapmıyorsun, yoksa sen de onlardan biri misin?
Bahçeli’ye neden sormuyorlar: Çatlı’yı, Çakıcı’yı vb. terör çeteleri olarak neden açıklamıyorsun, neden terörle arana bir sınır çizmiyorsun?
Bu sorular sadece HDP’ye soruluyor.
HDP, bu soruları açıkça reddetmelidir.
Soruyu tersine çevirmek gerekir: Siz bu soruları soranlar, eğer seçme ve seçilme hakkını savunuyorsanız, neden kayyumlara karşı çıkmıyorsunuz? Eğer siz dediğiniz gibi, demokrasiden yana iseniz, neden yasaların eşit uygulanmasını, bari bu kadarını bile savunmuyorsunuz? Eğer siz, adalet diye bir duygu ile hareket ediyorsanız, neden Erdoğan’dan, Saray Rejimi’nden hesap sormaya yönelmiyorsunuz?
Gezi’ye katılan bir genç, “terörist” olmadığını ispat etmeli ama, IŞİD eylemlerine katılan, camilerde silahlı eğitim yapan, internet üzerinden silahlı video tehditleri yayınlayanlar bundan muaftır, neden?
Bir işçi hakkını aradığında, bir öğrenci anayasal hakkı olan protesto yaptığında, bir insan iktidarı beğenmeyen bir sosyal medya paylaşımı yaptığında, onun “terörle” arasına mesafe koyması gerekiyor, ama bir polis, bir asker, halka kurşun sıktığında, Ali İsmail’i sokak ortasında öldürdüğünde, Ethem’e kurşun sıktığında, onun arkasında devlet yer alacaktır.
Şimdi, ister CHP olun, ister bir “aydın”, ister bir köşe yazarı olun, ister kendinize “demokrat” deyin, HDP’ye saldıran iktidarın kayığına binip “HDP terörle arasına mesafe koysun” dediğinizde, siz de Saray Rejimi’nin bir parçası olursunuz. Kayyumlara karşı çıkmaya cesaretiniz olmadığı için, HDP’ye saldırma modasına kolay kapılıyorsunuz.
İkiyüzlü gazetecilik yapanlar, devlete şirin görünmek için, her HDP’liye, “siz PKK terör örgütüdür neden demiyorsunuz” sorusunu soruyorlar. Ne cesaret! Ülkede cesaret denilen şey, güçlüden yana taraf olmak hâline geldi. Aynı gazeteci, bir MHP’liye, siz neden “faşist çetelerle aranıza sınır koymuyorsunuz” diye sormuyor. Türk milliyetçiliği ile şişirilmiş gençlerin saldırılarına neden açıktan karşı çıkmıyorsunuz, diye sormuyor. Neden, Erdoğan veya bir AK Partiliye, “siz İslamcı çeteleri, isim isim neden lanetlemiyorsunuz” diye sormuyor? Devletten bir yetkiliyi karşısında gördü mü, “neden seçilmiş insanların yerine kayyum atıyorsunuz” diye sormuyor, neden İslamî çetelere silah taşıyorsunuz, diye sormuyor.
İşte size gazetecilik.
HDP’ye sor, ama diğerlerine sorma.
İşte siz, barikatınızı, HDP’nin önüne kurdunuz mu, devlet size dokunmaz sanıyorsunuz. Ama öyle olmuyor. Siz bu kadar susmayı, siz bu kadar korkmayı yücelttiğiniz için, dürüst gazeteciler tek tek tutuklanıyor. Bu kadar gazeteci içeride ise, bu sizin, gazeteciler olarak adalet duygunuzu korkularınıza kurban etmenizin sonucudur. Siz Gezi’de yer alırken bile, bunu savunmak için çok zorlanıyorsunuz. İşte bu nedenle, kendinizi de savunamıyorsunuz.
Siz, açık ve net olarak, tereddüt etmeden, kendi haklarınızı savunacaksınız, sizin gibi, kendi haklarını savunan işçi ve emekçilerle bir ve aynı yerde olmaktan gurur duyacaksınız. İşte bu olduğunda, size saldırmaları da zor olacaktır.
Avukatların durumu da böyledir.
Barolar, eğer, yakın geçmişte, açık ve net olarak, bir direniş gösterselerdi, kendi meslektaşlarına bile sahip çıkmama yollarına düşmeselerdi, devlet baskısı ile halk arasında halktan yana, ezilenden yana tutum almış olsalardı, iddia ediyoruz, bugünkü saldırıyı iktidar devreye sokamazdı.
Öte yandan, eğer bugün bir KHK ile Barolar ve Odalar altüst edilmiyorsa, bunun nedeni de, bugüne kadarki direnişin bir parçası olmalarıdır.
Yani, direniş ne kadar gelişmiş ise, o kadar güvende oluyoruz. Ne kadar zayıf direnmiş isek, o kadar saldırıya açık hâle geliyoruz.
Bugün Baro Başkanları bir yürüyüş başlattılar. Eğer onlar da Kılıçdaroğlu’nu dinleyip, Feyzioğlu’nu dinleyip geri dursalar, kayıpları daha da büyük olacaktır. Bundan emin olabilirsiniz. Saray Rejimi, daha fazla, daha fazla saldırmak zorundadır. Baskı ve terör dışında bir yolları kalmamıştır. Baskı ve şiddetle ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar.
Ve açık bir sonuç vardır: Susmanın, eylemsizliğin, geri çekilmenin bir sonu yoktur. Geri adım ata ata, herkes bir Kılıçdaroğlu hâline gelmektedir. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın en çok sevdiği “muhalif”tir. Çünkü, kendisi bir muhalif değildir. Erdoğan, ona bazı paslar atar ve o da bunların üzerine top çevirir. Bu yolla, ülkenin gerçek sorunları üzerine tek laf etmemiş olur.
Direniş çizgisini, sizin haklarınıza ilk saldırı olduğu noktaya koymanız gerekir. Yoksa, adım adım, savunacak hiçbir mevziniz kalmaz.
Çocuklara cinsel saldırı gerçekleştiğinde, kadınlara saldırı gerçekleştirildiğinde, işçi haklarına saldırı gerçekleştirildiğinde, eğer güçlü bir tepki çıkmıyorsa, güçlü bir direniş başlamıyorsa, adım adım iktidarın tecavüzlerine onay verilmiş oluyor.
Barolar, tek tek başkanlar şeklinde yürüyorlar. Eksiktir. Barolar, muhatapları Adalet Bakanlığı’na doğru, kitlesel bir yürüyüş organize etmelidir ve bu yürüyüş, halkın katılımına da açık olmalıdır. İşte o zaman, barolardaki direniş, bu konuda yasalar hazırlayanları durdurabilir.
Feyzioğlu’nun pazarlıkları ile Barolar haklarını koruyamaz. Barolar, daha ileri direniş biçimlerini ortaya koymak zorundadır. Hukukçu olmanın avantajlarını devreye sokmaları gereklidir. Yargı denilen mekanizma, tümü ile polis gücünün bir parçası hâline getirilmiştir. Barolar, savunma hakkının neredeyse tek ayağı hâline gelmiştir. Barolar, açıkça, hukuk bilmenin avantajları ile direnişler örgütlemelidir. Artık, her avukat kendisini, sisteme karşı direnişin bir parçası olarak görmelidir.
Bu olmazsa, ne mi olacak? Sadece yeni yasa çıkmakla kalmayacak, birçok avukat, daha büyük bir hızla, işsizler ordusuna katılacak. Barolar bağımsızlıklarını kaybedince, hukuk-yargı sistemi için, kimsenin avukat tutmasına da gerek kalmayacak.
Avukatlar, bugün, ciddi bir durumla karşı karşıyadır. Bugün, ciddi bir direniş ile, bu ablukayı yarabilirler. Bunun için, kendilerini tüm toplumsal direnişin bir parçası olarak görmeleri gereklidir.
Barolar, daha şimdiden, daha geniş bir avukat kitlesi ile yürüyüşe geçmelidir. Bunu yaparlarsa, bunu başarırlarsa, Feyzioğlu’nu da alaşağı edebilme iradesini geliştirebilirler. Feyzioğlu, bizzat kendi eylemleri ile, Saray’ın ortağı olduğunu göstermiştir. Onun bu konumu, Saray’ın yeni yasa tasarısını getirmesinde önemli bir basamaktır. Önce içeriden ittifaklar bulunuyor, satın alınıyor vb. sonra arkası geliyor.
İktidarın hışmını çekmemek için, Kılıçdaroğlu gibi susmanın bir sonu yoktur.
Dahası, sen sustun diye iktidar sana saldırmamazlık yapmayacaktır. Sen sustukça, onlar daha ciddi bir ani saldırı organize edecektir.
Susmak, iktidara saldırı için bir fırsat vermemek değildir. Bu Kılıçdaroğlu’nun vaazıdır. Kılıçdaroğlu, CHP’yi bir cemaate, kendini de bir imama çevirmiştir. Ona sorsanız, kimse sokağa çıkmasa, iktidar da saldırmayacaktır. İşte size “nurtopu” gibi bir burjuva muhalefet. Hayır, işçiler sokaklara çıkmadığı, yeterince direnmediği için, onlar da bu denli saldırıyorlar.
Kaynak: Özgür bir dünya için Kaldıraç / Temmuz 2020 / Sayı: 228
https://kaldirac.org/hdp-yuruyusu-baro-yuruyusu-susmanin-bir-sonu-var-mi/
Saray Rejimi, yönetemiyor. Artık, zor, hile, terör, yalan dışında hiçbir şeyle iktidarlarını sürdüremiyorlar. Bu zorun, bu terörün, bu şiddetin, bu her türlü yalan ve karartmanın da sonunun gelmekte olduğunu herkes biliyor.
Ama, Saray Rejimi, korkuyu yaymak dışında bir yol bulamıyor.
Saray Rejimi, korku ile titredikçe saldırıyor. Ve Türkiye’nin devletçi tüm muhalefeti, Saray Rejimi’ne yardım etmek için bu korkunun etkisi ile, halka, işçi ve emekçilere, “sokaktan uzak durma”yı vaaz ediyor.
Artık, Erdoğan’ın vaazları yetmiyor. Artık, basının karartmaları yetmiyor. Artık, yargının polis gücünün bir parçası hâline getirilmesi yetmiyor. Türkiye’nin egemenleri, yeni vaizler devreye sokuyor. Her bir koldan, basından, “aydın”lardan, CHP’den, “akil adam”lardan, hepsinden yeni vaizler çıkıyor. Kılıçdaroğlu, “bizi sokağa çekmek istiyorlar” diye vaaz veriyor. Ve arkası kesilmiyor.
Saray Rejimi, bu fırsatlar içinde, saldırılarını daha da ileri taşıyor.
CHP, bunun açıkça yardımcısıdır. Yönetemeyen devlet, şimdi tüm güçlerini devreye sokarak, hep birlikte Erdoğan’ın arkasına sıraya diziliyor. Erdoğan, aslında bu ittifak içinde bir figürdür. Ve kendi zaafları dışında bir derdi de yok gibidir. Ama bugün, devletin diğer çeteleri, Erdoğan’ı önde tutarak, gelişmekte olan direnişi bastırmaya, halkın öfkesini köreltmeye çalışıyorlar.
Korkutarak, insanların akıllarını esir almaya çalışıyorlar.
Parlamentoda iki HDP’li ve bir CHP’li milletvekilinin vekilliği düşürüldü. Bitmiş, hiçbir hükmü olmayan bir parlamentodan milletvekilliklerinin düşürülmesi, aslında, büyük “olay” değildir. Kayyumlar ile başlayan saldırının devamıdır bu. Ama, iktidarın yeni bir saldırı dönemi başlatacağının kanıtıdır.
Daha önce CHP’li aynı milletvekilinin tutuklanması ile “demokrasi yürüyüşü” başlatan CHP, bu kez “sokağa çıkma”nın tehlikelerinden söz ediyor.
HDP, bir yürüyüş başlatıyor. Birçok yasak devreye sokuluyor. İller arasında geçişe izin verilmiyor. Ve dahası, TV tartışmalarında HDP konu edilirken, hiçbir HDP’linin çağrılmamasını ayıplayan bir konuşmacıya verilen yanıtlar, tüm devlet makinasının nasıl bir konum aldığını gösteriyor.
HDP’ye sesleniyoruz diyorlar: “PKK terör örgütüdür” diye açıklama yap, diyorlar. Yapmazsan demek ki, sen terörü destekliyorsun, diyorlar. İşte size zekâ seviyelerini gösteren propaganda.
Şöyle diyelim; Erdoğan’a sorsunlar, talepte bulunsunlar: “Soygun çeteleri ile, Cengiz İnşaat’la, havalimanı ihaleleri ile, Kalyon İnşaat’la vb. hiçbir ilişkim yoktur ve bunlar yargılanmalıdır” diye açıklama yap, yoksa sen de onlardan birisin.
Erdoğan’dan talep edilsin: “IŞİD ve İslamî çetelerle bir ilişkim yoktur”, bunlar halka, insanlığa karşı suç işlemektedirler, diye açıklama yap, onları tutukla.
Erdoğan’a sorsunlar; neden “çetelerle bir ilişkin yok, bu çetelerin tek tek üyeleri şunlardır, trollerin gerçeği şudur vb.” açıklamasını yapmıyorsun, yoksa sen de onlardan biri misin?
Bahçeli’ye neden sormuyorlar: Çatlı’yı, Çakıcı’yı vb. terör çeteleri olarak neden açıklamıyorsun, neden terörle arana bir sınır çizmiyorsun?
Bu sorular sadece HDP’ye soruluyor.
HDP, bu soruları açıkça reddetmelidir.
Soruyu tersine çevirmek gerekir: Siz bu soruları soranlar, eğer seçme ve seçilme hakkını savunuyorsanız, neden kayyumlara karşı çıkmıyorsunuz? Eğer siz dediğiniz gibi, demokrasiden yana iseniz, neden yasaların eşit uygulanmasını, bari bu kadarını bile savunmuyorsunuz? Eğer siz, adalet diye bir duygu ile hareket ediyorsanız, neden Erdoğan’dan, Saray Rejimi’nden hesap sormaya yönelmiyorsunuz?
Gezi’ye katılan bir genç, “terörist” olmadığını ispat etmeli ama, IŞİD eylemlerine katılan, camilerde silahlı eğitim yapan, internet üzerinden silahlı video tehditleri yayınlayanlar bundan muaftır, neden?
Bir işçi hakkını aradığında, bir öğrenci anayasal hakkı olan protesto yaptığında, bir insan iktidarı beğenmeyen bir sosyal medya paylaşımı yaptığında, onun “terörle” arasına mesafe koyması gerekiyor, ama bir polis, bir asker, halka kurşun sıktığında, Ali İsmail’i sokak ortasında öldürdüğünde, Ethem’e kurşun sıktığında, onun arkasında devlet yer alacaktır.
Şimdi, ister CHP olun, ister bir “aydın”, ister bir köşe yazarı olun, ister kendinize “demokrat” deyin, HDP’ye saldıran iktidarın kayığına binip “HDP terörle arasına mesafe koysun” dediğinizde, siz de Saray Rejimi’nin bir parçası olursunuz. Kayyumlara karşı çıkmaya cesaretiniz olmadığı için, HDP’ye saldırma modasına kolay kapılıyorsunuz.
İkiyüzlü gazetecilik yapanlar, devlete şirin görünmek için, her HDP’liye, “siz PKK terör örgütüdür neden demiyorsunuz” sorusunu soruyorlar. Ne cesaret! Ülkede cesaret denilen şey, güçlüden yana taraf olmak hâline geldi. Aynı gazeteci, bir MHP’liye, siz neden “faşist çetelerle aranıza sınır koymuyorsunuz” diye sormuyor. Türk milliyetçiliği ile şişirilmiş gençlerin saldırılarına neden açıktan karşı çıkmıyorsunuz, diye sormuyor. Neden, Erdoğan veya bir AK Partiliye, “siz İslamcı çeteleri, isim isim neden lanetlemiyorsunuz” diye sormuyor? Devletten bir yetkiliyi karşısında gördü mü, “neden seçilmiş insanların yerine kayyum atıyorsunuz” diye sormuyor, neden İslamî çetelere silah taşıyorsunuz, diye sormuyor.
İşte size gazetecilik.
HDP’ye sor, ama diğerlerine sorma.
İşte siz, barikatınızı, HDP’nin önüne kurdunuz mu, devlet size dokunmaz sanıyorsunuz. Ama öyle olmuyor. Siz bu kadar susmayı, siz bu kadar korkmayı yücelttiğiniz için, dürüst gazeteciler tek tek tutuklanıyor. Bu kadar gazeteci içeride ise, bu sizin, gazeteciler olarak adalet duygunuzu korkularınıza kurban etmenizin sonucudur. Siz Gezi’de yer alırken bile, bunu savunmak için çok zorlanıyorsunuz. İşte bu nedenle, kendinizi de savunamıyorsunuz.
Siz, açık ve net olarak, tereddüt etmeden, kendi haklarınızı savunacaksınız, sizin gibi, kendi haklarını savunan işçi ve emekçilerle bir ve aynı yerde olmaktan gurur duyacaksınız. İşte bu olduğunda, size saldırmaları da zor olacaktır.
Avukatların durumu da böyledir.
Barolar, eğer, yakın geçmişte, açık ve net olarak, bir direniş gösterselerdi, kendi meslektaşlarına bile sahip çıkmama yollarına düşmeselerdi, devlet baskısı ile halk arasında halktan yana, ezilenden yana tutum almış olsalardı, iddia ediyoruz, bugünkü saldırıyı iktidar devreye sokamazdı.
Öte yandan, eğer bugün bir KHK ile Barolar ve Odalar altüst edilmiyorsa, bunun nedeni de, bugüne kadarki direnişin bir parçası olmalarıdır.
Yani, direniş ne kadar gelişmiş ise, o kadar güvende oluyoruz. Ne kadar zayıf direnmiş isek, o kadar saldırıya açık hâle geliyoruz.
Bugün Baro Başkanları bir yürüyüş başlattılar. Eğer onlar da Kılıçdaroğlu’nu dinleyip, Feyzioğlu’nu dinleyip geri dursalar, kayıpları daha da büyük olacaktır. Bundan emin olabilirsiniz. Saray Rejimi, daha fazla, daha fazla saldırmak zorundadır. Baskı ve terör dışında bir yolları kalmamıştır. Baskı ve şiddetle ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar.
Ve açık bir sonuç vardır: Susmanın, eylemsizliğin, geri çekilmenin bir sonu yoktur. Geri adım ata ata, herkes bir Kılıçdaroğlu hâline gelmektedir. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın en çok sevdiği “muhalif”tir. Çünkü, kendisi bir muhalif değildir. Erdoğan, ona bazı paslar atar ve o da bunların üzerine top çevirir. Bu yolla, ülkenin gerçek sorunları üzerine tek laf etmemiş olur.
Direniş çizgisini, sizin haklarınıza ilk saldırı olduğu noktaya koymanız gerekir. Yoksa, adım adım, savunacak hiçbir mevziniz kalmaz.
Çocuklara cinsel saldırı gerçekleştiğinde, kadınlara saldırı gerçekleştirildiğinde, işçi haklarına saldırı gerçekleştirildiğinde, eğer güçlü bir tepki çıkmıyorsa, güçlü bir direniş başlamıyorsa, adım adım iktidarın tecavüzlerine onay verilmiş oluyor.
Barolar, tek tek başkanlar şeklinde yürüyorlar. Eksiktir. Barolar, muhatapları Adalet Bakanlığı’na doğru, kitlesel bir yürüyüş organize etmelidir ve bu yürüyüş, halkın katılımına da açık olmalıdır. İşte o zaman, barolardaki direniş, bu konuda yasalar hazırlayanları durdurabilir.
Feyzioğlu’nun pazarlıkları ile Barolar haklarını koruyamaz. Barolar, daha ileri direniş biçimlerini ortaya koymak zorundadır. Hukukçu olmanın avantajlarını devreye sokmaları gereklidir. Yargı denilen mekanizma, tümü ile polis gücünün bir parçası hâline getirilmiştir. Barolar, savunma hakkının neredeyse tek ayağı hâline gelmiştir. Barolar, açıkça, hukuk bilmenin avantajları ile direnişler örgütlemelidir. Artık, her avukat kendisini, sisteme karşı direnişin bir parçası olarak görmelidir.
Bu olmazsa, ne mi olacak? Sadece yeni yasa çıkmakla kalmayacak, birçok avukat, daha büyük bir hızla, işsizler ordusuna katılacak. Barolar bağımsızlıklarını kaybedince, hukuk-yargı sistemi için, kimsenin avukat tutmasına da gerek kalmayacak.
Avukatlar, bugün, ciddi bir durumla karşı karşıyadır. Bugün, ciddi bir direniş ile, bu ablukayı yarabilirler. Bunun için, kendilerini tüm toplumsal direnişin bir parçası olarak görmeleri gereklidir.
Barolar, daha şimdiden, daha geniş bir avukat kitlesi ile yürüyüşe geçmelidir. Bunu yaparlarsa, bunu başarırlarsa, Feyzioğlu’nu da alaşağı edebilme iradesini geliştirebilirler. Feyzioğlu, bizzat kendi eylemleri ile, Saray’ın ortağı olduğunu göstermiştir. Onun bu konumu, Saray’ın yeni yasa tasarısını getirmesinde önemli bir basamaktır. Önce içeriden ittifaklar bulunuyor, satın alınıyor vb. sonra arkası geliyor.
İktidarın hışmını çekmemek için, Kılıçdaroğlu gibi susmanın bir sonu yoktur.
Dahası, sen sustun diye iktidar sana saldırmamazlık yapmayacaktır. Sen sustukça, onlar daha ciddi bir ani saldırı organize edecektir.
Susmak, iktidara saldırı için bir fırsat vermemek değildir. Bu Kılıçdaroğlu’nun vaazıdır. Kılıçdaroğlu, CHP’yi bir cemaate, kendini de bir imama çevirmiştir. Ona sorsanız, kimse sokağa çıkmasa, iktidar da saldırmayacaktır. İşte size “nurtopu” gibi bir burjuva muhalefet. Hayır, işçiler sokaklara çıkmadığı, yeterince direnmediği için, onlar da bu denli saldırıyorlar.
Kaynak: Özgür bir dünya için Kaldıraç / Temmuz 2020 / Sayı: 228
https://kaldirac.org/hdp-yuruyusu-baro-yuruyusu-susmanin-bir-sonu-var-mi/