Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Florya’da bulunan bir otelde “Halkların eşit ve özgür yaşamı yolunda çözüm barışta” konulu uluslararası konferans 2’nci günün 4’üncü oturumunda devam etti. Üç oturumdan oluşan konferansa HDK bileşenleri, kadın örgütleri, sivil toplum örgütü ve siyasi parti temsilcisinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’in moderatörlüğünü yaptığı konferansın dördüncü oturumunda “Türkiye’de barışın toplumsal zeminini nasıl inşa edeceğiz?” konu alan başlıkta, “Barışın Toplumsallaştırılması Ve Çözümün Paydaşları: Toplumsal ve siyasal öznelerin dahiliyeti ile katılımcı bir barış nasıl mümkün?” başlığında Gültan Kışanak, “Halklar ve inançlar açısından barışın yaşamsallığı: Egemenlikçi politikaların yarattığı algı ve tutumları aşmak; barışın ortak dilini inşa etmek” başlığını Erdoğan Aydın, “Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılmasının toplumsal barışa katkısı: Toplumsal adalet ve güven inşasında kolektif hafızanın rolü” başlığında ise Dr. Noemi Levy-Aksu konuşma gerçekleştirdi.
‘Yüzleşmek gerek’
Dr. Noemi Levy-Aksu “Olası bir barış sürecinde hangi şekilde geçmişle yüzleşmeliyiz? Bu noktada belgeleme ve ağır basan geçiş dönemi paradigması. Hangi yönteme başvurulacak. Savaş döneminden çıkmak için savaş boyutundan bahsediyoruz o dönemi kapatmak için o dönemi adlandırmak lazım ve kronolojik bir şey lazım. Hakikat ve hafıza komisyonu bir hafıza politikasını buna göre inşa etmek. Süreklilikler de önemli bir ateşkesle bir barışla biten şeyler değil, son bulacak şeyler değil. Uzun vadeli yaklaşımların önemini vurguluyorlar. Geçiş döneminde buna odaklanmak lazım. Geçmişle yüzleşmek derken katliamlar, soykırımlar özellikle Kürtlere karşı işlenen suçlar var. Hakikatin ortaya çıkması için bu suçların gerçek boyutları ortaya çıkması için ancak bu çabaların barış için neden önemli ne için önemliye daha fazla eğilmek gerekiyor. Farklı dönemlerle aralarındaki ilişkileri de ele almak lazım. Türkiye den bahsedersek geçmişle yüzleşmekten çok kolay vazgeçebilecek bir ülke. Bu sebeple toplumsal mutabakatı güçlendirmek için yüzleşmek gerek” şeklinde konuştu.
‘Demokratik modernite vurgusu gerekli’
Ardından konuşan Tarihçi Erdoğan Aydın, “Türkiye toplumunda barışın dostlarının sayısı olması gerekenin aksine artmadığı bir gerçeklikte yaşıyoruz. Egemen ideoloji, gerek milliyetçiliği gerek İslamcıyı gerekse de bunların farklı düzeylerdeki bileşimleri toplum içinde bu denli büyük bir hakimiyet hegemonyasını kurdu. Hak istemeyi ötekileştiren hak istemeyi bir sorun haline getiren bir toplumsal bilincin bu denli yaygın olması barış için mücadele eden güçlerin de bu konuda şu ana kadar koydukları performanstan geliştirdikleri yol ve yöntemlerden mutlaka daha ötesini başarmayı zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan stratejik vizyonu aslında büyük imkanlar barındıran Türkiye Kürt hareketinin ortak vatanda kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite vurgusu gerek” dedi.
‘Kalıcı barışın zeminini oluşturmalıyız’
Kürt sorunun doğrudan tüm toplumu etkilediğini söyleyen Erdoğan Aydın, “Geçen son on yılda bize çok net bir şekilde gösterdi ki savaşın taraflarından sorunlarını çözmeye yönelik olmasına rağmen bu vizyonun toplumu dönüştürme iş yerinin başaramadığı adeta duvara çarpıp geri döndüğü bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu gün el sıkışanlar bir yandan kayyım atıyor bir yandan da Rojava’ya, halklara, kadınlara yönelik pervasız bir şekilde saldırı gerçekleştiriyor. Bu süreçte dostlarımızı artırmak ve barıştan kaçınamayacağımız bir basınç yaratmak gerek. Bu dönemi ya iktidarı barışa razı edecek ve barışın kalıcı olacak şekilde zemin hazırlayacağız ya da bölgelerden kaynaklı Kürtlere ihtiyaçları var yeniden Kürtlere yönelecek bir dönebiliriz” şeklinde ifade etti.
‘Sadece Kürtlerin sorunu değil’
Daha sonra söz alan Siyasetçi Gültan Kışanak , “Öncelikle hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum” diyerek sözlerine başladı. Gültan Kışanak, “Son derece kritik bir konuyu konuşuyoruz. Aslında senelerdir konuştuğumuz ve bir türlü çözemediğimiz Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözüm talebi. Bu sorun sadece Kürtlerin talebi olarak kalıyor. Bu konuda güçlü bir toplumsal talep neden açığa çıkartılamıyor ve çatışan taraflar devlet iktidar neden hakiki kalıcı bir barış için ciddi bir müzakere sürecini başlatamıyor ya da başarıya ulaştıramıyor. İktidar masayı devirdikten sonra o defteri kapatıp buzdolabına koyduğu günden itibaren bugünlere hazırlık yaptı. Biz ama bu geçen süre içerisinde sadece acılarımız travmalarımız ve maruz kaldığımı baskıyla birlikte ihlallerle bir şekilde başa çıkmaya çalıştık. Ama barış politikaları üretme konusunda bu konuda neler yapabiliriz konusunu birazcık erteledik diye düşünüyorum. O nedenle şimdi biz böyle yeni bir tartışma süreci başlayınca herkes bir şekilde bu işin bir ucundan tutmaya başladı” sözlerine yer verdi.
‘Demokratik dönüşüm süreci’
Gültan Kışanak şöyle konuştu: “Yeni süreç aslında geçmişte alışkın olduğumuz süreçlerden çok farklı bir süreç olarak gelişecek. Herkesin İmralı’dan bir mesaj bekleyip sihirli bir şekilde sorunların çözüleceğini umut ettiği bir yerden. Biz demokrasiyi hakları özgürlükleri kalıcı bir çözümü ve barışı nasıl konuşacağız. Bu konuda aslında çok açık ve net çıkan iki görüşmeden sonra kamuoyuna yansıyan metnin tartışmaların açıklamalarını açığa vurduğu şey demokratik dönüşüm sürecini başlatması. Biz bunu nasıl başaracağız. Onun için ben böyle bir öneriyle başlamak istiyorum gerçekten bu konuyu kendine dert eden kurumların kişilerin yapıların hareketlerin bir araya gelip bir kamuoyuna konuştuğumuz değil ama ne yapacağımızı beraber konuşup bir demokratik dönüşüm sürecini nasıl ilerletebiliriz ve kalıcı hakiki bir barışa nasıl ulaşabilirizi konuşmamız gerekiyor. Bu konuda barış politikalarını ve stratejilerini biraz daha örgütlü ve planlı yürütecek bir sürece hazırlanmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum
‘Kürt sorunuyla yüzleşmek gerekir’
Barış stratejisi konusunda biraz birlikte çalışma imkânlarını güçlendirecek bir organizasyona yan yana gelmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü meselenin asıl nedeninin bence bu ülkede biz barışı biraz daha çok çatışmaların durması ve silahların susması ekseninde tartıştık. Ama aslında biz biliyoruz ki bütün herkesin üzerinde ortaklaştığı şey silahların susması bir negatif barış dönemidir. Yeniden silahların devreye gireceği bir ara dönem gibidir. Asıl sorunlar konuşulmadı ve buna dair nasıl çözümler üreteceğimiz konusu gündeme gelmediği zaman oradan yol almanın mümkün olmadığını geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz. Pozitif barış ya da kalıcı barış dediğimiz mesele sorunlarımızla yüzleşerek çözüm bulmak ben asıl temel sorunumuzun Türkiye’nin bir bütün olarak Kürt sorunuyla yüzleşmediğini düşünüyorum. Çatışma sorunuyla yüzleşti fakat Kürt sorunuyla yüzleşmedi eğer demokratik dönüşüm ve bir kalıcı barış konusunu konuşacaksak hakikat ve yüzleşme meselesine Kürt sorunuyla yüzleşme perspektifinden bakmalıyız. Hakikatle yüzleşmeyi konuştuk ama inkar asimilasyon ve imha ile biz yüzleşmedik. Kobanê Kumpas Davası’nda yargılandığımız davadan biliyoruz ki komedi davasında savcı mütalaasını çok açık net bir şekilde etnik terörün tanımını şöyle yaptı farklı bir halk olduğunu iddia etmek farklı bir dili olduğunu iddia etmek farklı bir tarihi olduğunu iddia etmek bunlar ‘etnik terör’ olarak mütalaa da bizim önümüze konuldu. Kürt sorunu bir kimliğini kabul etmeme eşit olmayı kabul etmeme asimilasyona uğramasını normalleştirme sorunu. Yani bu hakikatle yüzleşmemiz gerekiyor ve ben barışın toplumsallaşabilmesi için Türkiye toplumunun gerçek manada Kürt sorunuyla yüzleşmeye ihtiyacı var.
‘Toplumsal bir harekete ihtiyaç var’
Farklı kimliklerin, kültürlerin, inançlarını yan yana gelip birbirini kırmadan incitmeden ama kendi hakikatini konuştuğu buluşmalara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Onun için belki de bir diyalog ve toplumsal diyalog ve müzakere hareketi başlatmalıyız. Kürt sorunun bir bölünme sorunu olarak görüldüğü bir hakikat yani bu senelerdir bazı şeyleri konuşuyoruz ama Kürtler ana dilinde kamusal alanda konuşursa biz bölünürüz diye düşünen çok büyük bir toplumsal yapı var. Bunu iktidar ve egemenler yukarıdan inşa ettiler. Ama biz bu hakikatin aslında hakikat olmadığını yalan üzerinde kurulu inşa edilmiş bir politikleşme olduğunu görüp gerçeklik Kürtlük haliyle karşılaşıp bunun bir bölümü olup olmayacağını konuşacağımız tartışacağımız birbirimize hikayelerimizi anlatacağımız mecralara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O bir toplumsal diyalog ve müzakere hareketi başlatmak birbirimizle konuşalım biz iktidarla konuşarak bu sorunu çözemiyoruz bu çok açık ve bu ayrıca geçmiş deneyimlerimizden gördük. Kürt sorunu bu ülkede siyasal alanda araçsallaşmıştır o nedenle siyasete bakarak orayı seyrederek oradan medet bekleyerek oradan çözüm bekleyerek bu işi çözemeyeceğiz. Türkiye’de Kürt sorunu bir siyasi kara dönüşmüş bunu siyasi bir kar olmaktan çıkartıp politik olarak bir çözüm politikası üretmeye siyasete zorlayan bir toplumsal harekete ihtiyacımız var”.
5 ve 6’ncı oturum
“Küresel kriz zemininde savaşlar ve halkların barış arayışları” başlıklı 5’inci oturumun moderatörlüğünü Dilek Gökçin yaptı. “Ortadoğu’da yıkılan ne, kurulan ne? Suriye, Filistin, Lübnan ve İran’da olup bitenler savaşı uzaklaştırıyor mu, barışı yaklaştırıyor mu?” başlığını Prof. Dr. Hamit Bozarslan, “Dünyada Barışın Öncesi ve Sonrası: El Salvador, Guatemala, Meksika, Kolombiya, İrlanda, Baskı” başlığına dair ise Araştırmacı Yazar Metin Yeğin sunumlar düzenledi.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri işaret ederek, sözlerine başlayan Prof. Dr. Hamit Bozarslan, “Ortadoğu’da şiddet sarmalının çözüm yolu toplumları kabulü, milli meselelerin şiddet yoluyla çözülemeyeceğinin anlaşılması ve şiddetin bir seçenek olmaktan çıkmalı. Şiddete şiddetle cevap verilemez. Yeni siyaset yollarının, yeni aktörlerin geliştirilmesi gerek. Kadınların özellikle ön plana çıkması gerekiyor. Kürtler, Ermenilerle birlikte 1’inci Dünya Savaşı’nın en önemli kurbanlarından biri. 1’inci Dünya Savaşı’ndan kalan Kürt meselesini çözmeden Ortadoğu’da barışa ulaşmak mümkün değildir” dedi.
‘Barışın insanların lehine olduğunu savunmak zorundayız’
Metin Yeğin, şöyle konuştu: “Kolombiya’daki barışı imzalayan devlet başkanı Santos bir önceki dönemde İçişleri Bakanı iken 2000 kişinin ölümünden doğrudan sorumluydu. Ama onunla masaya oturuyorsunuz çünkü çatışmanın tarafları o şekilde masaya oturanlarla yapıyorsunuz. Ve bu yüzden gene de çok önemli bir şey barışta iki türlü şansımız var. Ya barışı desteklerseniz ya da kenara çekilip oturursunuz. Barış dediğiniz hikaye karşılıklı güç meselesi duygusal bir hikaye değil. Biz onları seviyoruz onlar bizi sevmiyor iyi insan kötü insan falan değil, barış karşılıklı olarak gücünüzü masaya koyuyorsunuz. Barış dediğiniz şey karşılıklı bir güç duygunun tamamen dışında karşılıklı bir şekilde gücünüzü ortaya koyuyorsunuz ve ona karşı çatışıyorsunuz. İlk defa Türkiye’de Gladio’nun parçalarından biri olan birisinin ağzından bir barış kelimesi çıktığında başka türlü önemsedik. Olayı farklı durumlarda ve dolayısıyla bütün bu barış sürecinin içerisinde esas olan en önemlisi esas barışı toplumsallaştırmadan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Biz barışı mutlaka bütün insanların lehine bir şey olduğunu savunmak zorundayız.”
Konferans, katılımcıların Kürt sorununun çözümüne dair fikir görüş ve önerileri üzerine tartışmalarla devam etti.
‘Ortak yaşam kalıcı barışın inşasıyla mümkün’
Ardından konferansın kapanış konuşmasını yapan HDK Eş Sözcüsü Ali Kenanoğlu, tarihi bir süreçten geçtiklerini ve bu tarihi süreç için bir arada olduklarını söyledi. Kenanoğlu, “Bu tarihi sürecin önemine denk düşen iki günlük konferansımızda, halkların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesine dair yürüttüğümüz tartışmalar, sadece mevcut sorunları görmek için değil, kalıcı barışın inşası için ortaklaşmanın yol ve yöntemlerini de konuştuk. İki gün boyunca yürüttüğümüz tartışmalarda da bir kez daha, savaşın ve çatışmaların gölgesinde geçen her gün, barış mücadelesinin ertelenemez bir görev olduğunu gördük. Kürt halkının çözümsüz bırakılan talepleri, Filistin’in kanayan yarası, Suriye’de halkların geleceğini karartan savaş politikaları, bize bir gerçeği yeniden gösterdi halkların bir arada yaşama iradesi, ortak bir mücadeleyle kalıcı bir onurlu barışın inşasıyla mümkündür” ifadelerine yer verdi.
Demokratik cumhuriyet paradigması vurgusu
Egemen güçler tarafından dayatılan savaş düzenine karşı alternatif oluşturmanın zorunlu olduğunu söyleyen Kenanoğlu, “Sayın Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu ortak vatan, birlikte eşit yaşam ve Demokratik Cumhuriyet paradigması, işte tam da bu alternatifin tarifidir. Bugün Ortadoğu’da halkların, ulus devlet sınırları içine sıkıştırılarak yok edilme politikalarının nelere yol açtığına şahitlik ediyoruz. Tüm bu yok oluş karşısında Sayın Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet önermesi, halkların bir arada, eşit ve barış içinde yaşam hakkına dairdir. Bu, Kürt halkının özgürlüğü kadar, bu coğrafyada var olan tüm halkların da eşit yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamda var olmasını sağlayacak bir çözüm modelidir. Halkların kardeşliği sadece bir söylem değil, anayasal ve yönetsel bir hakikat haline gelmelidir. Bir başka deyişle barış demokrasi içerisinde yasal güvenceyle kurumsallaştırıldığında savaşa sebep olan unsurlar da ortadan kalkar” dedi.
‘Kürt sorununun çözüm adresi meclis olmalı’
Kenanoğlu, “Bu yüzden de cumhuriyetin ikinci yüz yılında Kürt sorununun barışçıl çözümü için sosyal ve siyasal olanın demokrasi ve eşitlik ekseninde dönüşümü temel ve acil olarak hayata geçirilmelidir. Barış, sadece iyi niyetle değil, somut adımlarla, yasal güvencelerle ve güçlü bir siyasal iradeyle mümkündür. Bunun ilk adımı da, ‘Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim’ diyen Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının oluşturulmasıdır. Öcalan’ın konunun muhatabı olarak rol almasının önemi, kalıcı bir barış ve demokratik çözüm için temeldir. Tecrit politikalarının sona erdirilmesi, çalışma koşullarının oluşturulması, toplumsal barış umudunun büyütülmesi ve demokratik çözüm şansının somutluk kazanması için elzemdir ve tarihsel bir sorumluluktur. Sayın Öcalan için bu koşulların yaratılması yalnızca adil değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diğer yandan adı konulmamış ancak çözüm arayışı için diyalogların sürdüğü bu süreç, yasal bir zemine oturtulmalı, müzakereleri güvence altına alacak hukuki düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Kürt sorununun çözüm adresi Meclis olmalı, bu süreç halkın iradesini yansıtan bir şekilde Meclis çatısı altında yürütülmelidir. Bu tartışmaların Meclis’e taşınması, çözümün halk tarafından şekillendirilmesini sağlayarak süreci daha meşru ve kalıcı hale getirecektir” ifadelerini kullandı.
‘Barış sadece silahların susması değil’
Kenanoğlu “Dünya tarihinden, Güney Afrika’dan, Kolombiya’dan, Kuzey İrlanda’dan öğrendik. Kürtler, Türkler, Araplar, Aleviler, Dürziler, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler…Barış ancak ve ancak halklar arasında demokratik toplumsal sözleşmeye dayalı eşit ve özgür birliktelikle mümkündür. Devletlerin ve egemenlerin çizdiği sınırları aşmak zorundayız. Devletler, uluslararası güçler, emperyalist müdahaleler halkların barışını engelleyemez. Halklar bunu ancak ortak mücadeleyle belirleyebilir. Kadınlar, gençler, işçiler, köylüler, göçmenler ve ezilen halklar… Barışın gerçek aktörleri bu kesimlerdir ve onların sesi olmadan barışı kazanamayız. Barış, sadece çatışmaların sona ermesi değil, aynı zamanda adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Kürt halkının hakları tanınmadan, Filistin halkının özgürlüğü sağlanmadan, kadınların ve emekçilerin eşit yurttaş olarak kabul edilmediği bir yerde barış mümkün değildir. Bu yüzden barış süreci, sadece silahların susması değil, aynı zamanda toplumsal adaletin tesis edildiği bir düzenle mümkündür. Türkiye’de ve Ortadoğu’da barışı toplumsallaştırmak istiyorsak, müzakere süreçlerini yalnızca devletlerin ve dar anlamda siyasilerin inisiyatifine bırakmamalıyız. Kadın hareketleri, sendikalar, gençlik örgütleri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve sanatçılar, kısacası halkın tüm kesimleri bu sürece dahil olmalı” dedi.
‘Tarihi biz yazacağız’
Kenanoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Sonuç olarak barış bir halk mücadelesidir. Barış bir halk hareketine dönüşürse, ona sahip çıkan milyonlarca insan olursa, işte o zaman barış kalıcı hale gelir. O yüzden diyoruz ki: Barış, sadece istemekle gelmez; onu inşa etmek, onu büyütmek, onu örgütlemek zorundayız. Biz burada, halkların kardeşliğine inananlar olarak barışın bir temenni değil, bir mücadele olduğunu biliyoruz. Bugün burada olan herkes, tarih boyunca savaşa direnenlerin, barış uğruna bedel ödeyenlerin, halkların ortak geleceğini savunanların mirasını taşıyor. Ve biz bu mirası sadece taşımıyoruz; büyütüyoruz, güçlendiriyoruz, yeni bir mücadele sayfası açıyoruz. Bu konferans bir bitiş değil, mücadelenin yeni bir eşiğidir. Buradan çıktığımızda, barışı sadece konuşmakla yetinmeyeceğiz; onu hayatın ta kendisi yapacağız. Barışı duvarların ardında değil, meydanlarda, sokaklarda, her yerde örgütleyeceğiz. Konferansımıza katılan, katkı sunan, emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Ve buradan bir kez daha sesleniyorum. Tarihi biz yazacağız. Ve barışı mutlaka kazanacağız.”
Konferans iki günün ardından sonuç bildirgesinin okunmasıyla son buldu.