Sıcak kavuruyor ülkeyi. İstanbul’u ise daha çok etkiliyor. Nem oranı tavan yapmış. Hava şişip şişip iniyor…
Bunun arkası sağanak yağmur…
Yağmur yine basar altyapısı olmayan emekçi mahallelerini. Gece gündüz çalışılıp kurulan mütevazi evleri afet vurur yine…
Sonra gelsin geçmiş olsunlar, allahtan geldi sorumsuz açıklamaları, hatta onlar da evlerini su basacak yerlere yapmasaydılar suçlamaları…
Hasılı ne olursa olsun fakir her zaman suçlu…
Milyonlarca insan yaşıyor İstanbul’un varoşlarında. O kadar kentten uzak ve bir o kadar da kendi dünyalarına terkedilmişler…
Sabahın alaca karanlığında dökülürler sokaklara. Kadın, erkek, genç ve yaşlı demeden. Geçim zor çünkü. Herkes çalışmak zorunda. Ücret pazarlığı yapma şansları yok. Milyonlarca işsiz bekliyor dışarıda.
Otobüs durakları uykulu, yorgun ve umutsuz gözlerle bekleşen kalabalıklara ev sahipliği yapar her sabah. Kimse konuşmaz. Kimse bir diğerinin yüzüne bakmaz. Kafalarda onlarca sıkıntı ve keder doludur…
Nasıl olmasın? Her sorunun birinci derece muhatabı emekçiler oluyor…
Ülke ekonomik krize girmiş, haydi işçi emekçi, fedakârlık zamanın geldi.
Kimse sormaz oysa emekçilerin hâlini. Sessizce tüm ülkenin sorunlarını sırtlamışlar omuzlarına. Taşı taşıyabilirsen…
Sürekli de korkulur onlardan. Çünkü yönetenler bilirler ki, bir bozdular mı sessizliklerini dünyayı yıkarlar başlarına…
O nedenle oyun her zaman emekçi, ezilen yığınlar üzerine oynanır…
Şöyle bir yakın geçmişe gidelim. İşçi mahallelerinin tamamına yakınını devrimciler kurdu. Sonra korudu ve kolladı. Bu uğurda yüzlerce devrimcinin kanı aktı. Devrimciler de emekçi çocuğuydu. İçinde bulunduğu, birlikte mücadele yürüttüğü halkla aynı nefesi alıp veriyorlardı…
Devrimcilerin etkin olduğu dönemlerde işçi emekçi mahalleleri temiz ve onurlu bir yaşam sürüyordu. Sorunlar yine vardı. Ancak sorunları çözecek ortak irade yaratılmıştı…
Örneğin o yıllarda hiçbir emekçi mahallesine uyuşturucu girememişti. Buna yönelik hamleler her daim boşa çıkarılmıştı. Aileler çocuklarını güvenle geride bırakıp işlerine gidebiliyordu. Devrimci siyaset ortaokullara kadar inmişti. Okul önleri ırkçı saldırılar açısından tehdit oluşturuyordu. Bu da kolaylıkla savuşturuluyordu…
Sonra 12 Eylül geçti toplumun üzerinden. Bütün değerleri alt-üst etti. Toplumun tek güvencesi olan örgütlülüğü dağıtıldı. Ülkenin yetiştirdiği değerli gençler ya katledildi ya da işkencelerden geçti. Yıllarca süren mahpusluklar peş peşe geldi…
12 Eylül, Türk-İslam sentezini topluma dayattı. Emekçi mahalleleri kuşatıldı. Her mahallede mantar gibi kur-an kursları açıldı. Faşist yapılanmalar mahallelere yuvalandı. Devlet eliyle emekçi mahalleler bu gerici yapılar tarafından tek tek düşürüldü…
Peki şimdi durum nedir?
Emekçi mahalleleri uyuşturucu batağına gömülmüş durumdadır. Çeteler mahallelerde elini kolunu sallayarak dolaşmaktadır. Ve ne tesadüftür ki çetelerin hepsi faşist yapılarla işbirliği hâlindedir. Bunu da asla saklama gereği duymamaktadırlar. Hatta bu ilişki çetelere statü kazandırmaktadır…
Sabah erkenden kalkıp akın akın kentin merkezlerine inen işçi ordusunun gözlerine bir bakın. O gözlerde günü kurtarmaya dönük mutsuz ve donuk bakışları göreceksiniz. Umudun ise zerresi yok.
Devrimciler umudu, yaşama sevincini, kavganın güzelliğini tekrar taşımalıdırlar emekçi mahallelerine.
Şimdi kaybedilen binbir güzelliği yeniden yeşertme zamanıdır. Çünkü biliriz ki, işçi ve emekçiler sosyalistlerden, sosyalistler de işçi ve emekçilerden ayrı duramazlar.
Uzun sürdü bu ayrılık. Uzun süren ayrılıklar güçlü ve kalıcı birlikteliklerin zeminini oluşturur.
Hava sıcak İstanbul’da. Hava şişip iniyor. Bunun arkası sağanaktır…
Sağanak en çok emekçi mahallelerini vurur.
Sağanağa hazırlanmak lazım…