16 yıl önce Dünya Bankası hibeleri ile başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm” adı altındaki ticarileştirme programının çarpıcı sonuçlarını yaşıyoruz.
16 yıl önce 2008 yılında, “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu”, sağlığın ticaretin konusu olamayacağını söylerken, bugün yaşadıklarımızın yaşanacağını söylemiş; bunun için basın açıklamaları, yürüyüşler, mitingler düzenleyerek halkımızı uyarmıştık. Ama bu çürümenin yeni doğmuş bebeklere kadar gideceğini öngerememiştik. Kapitalizmin yarattığı alçaklığın, çürümenin dibi yok!
Bize 5 gündür, “Yenidoğan Çetesi” diye Hipokrat yeminine ihanet etmiş, insan müsveddesi bir avuç hekimi, sağlık çalışanını, birkaç tane hastane patronunu hedef gösteriyorlar.
Sahnenin önüne attıkları şudur: birkaç insanlıktan çıkmış doktor, birkaç suça bulaşmış hastane çalışanı, birkaç kötü hastane, birkaç kirli ilişki, güya bir iyi savcı… Koca bir çürümüşlüğün saklanmaya çalışıldığı sahnedir bu. Bunları konuşalım ki, sağlık patronu bakanlar saklansın, bunları konuşalım ki hortumlanan SGK payları görülmesin, bunları konuşalım ki Bilal Oğlan’a kadar giden bir ağ gizlensin.
Parça parça değil, sistemin bütünüdür bebelerimizi katleden. Sağlık, eğitim, her şey ama her şey ticaretin para kazanmanın, yağmanın parçası hâline getirilmiştir. Hastaneler, hasta/müşteri garantisi ile çalışıyor. Hasta/müşteri, öğrenci/müşteri… Bizim yaşamlarımız onlar için müşteri ilişkilerinin konusudur.
Yıllardır, emekçilerin vergilerinden oluşan bütçeden sağlığa ayrılan pay, SGK ya da GSS ile emekçi ve yoksul halktan alınan primler. İşte bu çark içinde kravatlı ya da kravatsız, elit ya da mafya görünümlü sermayeye yağmalatılıyor. İrili ufaklı tüm çetelerin yaratıcıları, iş daha büyüklere kaynak aktarmak olunca hep kullandıkları daha küçük çeteleri harcamıştır.
Örneğin, bebelerimizi öldüren hastanelerin yaratıcıları bu karanlık perdesinin arkasında biz yoksulların zaten gidemediği Medicana, Acıbadem, Metropol, Koç vb. hastaneleri temiz midir? Hiçbiri ama hiçbiri masum değildir.
Örneğin, TÜİK bu alanda son verisini 2018 yılında açıklamıştır. 2018 yılında bu ülkede yılda 10 bin çocuk kaybolmuştur. Ve yine aynı yıl içinde, dünya çapında kırmızı bültenle aranan İsrailli bir organ kaçakçısı, bir şirket kurarak “faaliyetlerini” bu ülkede sürdürmeye başlamıştır. İşte size bu aşağılık düzenin pek tabii hukuka uygun sağlık hizmeti!
Kapitalizm denen bu insanlık dışı sermaye egemenliği fazladan ömür süren bir ucubedir. Bu çürümüş düzen, insanı çürüterek ayakta durmaktadır. Bu çürümüş düzene karşı mücadele etmeden yaşamak ise mümkün değildir.
Biz kendi yaşamlarımızı elimize almadan ölümleri durduramayız. Bebeklerin, bakıma muhtaç hastaların canı pahasına sokulduğu bu tezgâhı organize edenler ve bunlara ortak olanlar katliam düzenine engel olmayacaklar.
Biz yaşamız, onlar ölüm!
Sorumluluk biz işçilerde, öğrencilerde, kadınlarda, halklardadır.
CİMER’e şikâyet etmek, katillerin ardından küfürler dizmek yeterli değildir. Çözüm, ellerinde kadınların, hayvanların, işçilerin, yeni doğmuş bebeklerin kanı olanlara, Saray Rejimi’ne karşı direnişi örgütlemekte, kaderimizi kendi ellerimize almaktadır.
Mesleğinin ve insanlığın onuruna sahip çıkmak isteyen tüm sağlık emekçilerine çağrımızdır: Halkın eşit, ulaşılabilir, ücretsiz ve nitelikli sağlık hizmeti alabilmesi için sağlık emekçileri, hastanelerin yönetimini devralmalıdır. Bu, sadece sağlığın ticaretin konusu olmaktan çıkarmanın bir adımı değil; bu çürümüş düzene karşı insanca, onurlu bir yaşamın inşasının da adımıdır.
Tüm hastaneler, Medicana’sından Medipol’üne, Acıbadem’inden Koç Hastanesi’ne, Florence Nightingale’ine tüm hastaneler kamulaştırılmalı, sağlık ticaretin konusu olmaktan derhal çıkarılmalıdır.
İnsanca yaşamak ve yaşatmak isteyen herkese çağrımızdır: Bu çürümüş düzeni yıkmadan yaşanacak bir hayat yoktur.
Bu pisliği devrim temizler.
Hesap sormak ve yaşamak için örgütlenelim, mücadeleyi büyütelim!