6.8 C
İstanbul
26 Kasım Salı, 2024
spot_img

Hak, mücadele ile kazanılır – Kaldıraç Dergisi

Doğru bir sözdür, “hak verilmez, alınır.”

İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı tarafından iptaline karşı açılan dava, beklendiği gibi, “red” ile sonuçlanmıştır. 19 Temmuz 2022’de dava reddedilmiştir.

Okuryazar takımı, CHP ve tüm burjuva muhalefet, davanın “iptal” ile sonuçlanacağını vaaz ediyordu. Onlara göre, “hâlâ bu ülkede hukuk var”dı.

Aslında, biz, Kaldıraç Hareketi, biz devrimciler, “bu ülkede hukuk yok” demiyoruz. Tersine, bu ülkede bir “hukuk var” diyoruz ve adı, iç savaş hukukudur.

Bir çocuk, Cumhurbaşkanı’na karşı bir cümle yazdı diye hapse atılıyorsa, bir kişi muhalif iki söz edince özel ayarlanmış trollerce linç ediliyorsa, bir kadın otobüse bindiğinde giyimine göre saldırıya uğruyor ve sistem saldırganı övüyorsa, bir çocuk cinsel tacize uğruyor ve saldırgan adeta ödüllendiriliyorsa, bir öğrenci hakkını arayınca okuldan uzaklaştırılıyorsa, iki Çerkes otobüste kendi anadillerini konuşunca tehdit alıyor ve sistem bunu ödüllendiriyorsa, her öğrenci eyleminin karşısına polis, her kadın eyleminin karşısına TOMA, her işçi eyleminin karşısına polis copu dikiliyorsa, medyası, yargısı, polisi, askeri, hukuku ile tüm bir sistem halka, işçi ve emekçilere saldırıyorsa, “burada hukuk yok” denmez.

Tam tersine, burada bir “iç savaş hukuku” var denir.

Ülkenin hapishaneleri işkencehaneye dönmüştür.

Her gün, Kürt halkına karşı savaş naraları atılmakta, öldürdük diye sevinç nidaları yükselmektedir.

Kürt halkına, Kürt devrimine karşı, hem ülke sınırları içinde hem de Irak’ta ve Suriye’de açık bir savaş, bir soykırımı devreye sokulmuştur.

Her işçi, her öğrenci, her kadın eylemine devlet, tüm güçleri ile, medyası, polisi, yargısı, askeri vb. ile saldırmaktadır.

Açlığını haykıran suçlu ilan edilmektedir. Battığını ilan eden küçük esnaf tutuklanmaktadır. “Hırsız var” diyen linç edilmekte, ayakkabı kutusunu gösteren tutuklanmaktadır.

Kürt illerine bakıldığında bu “iç savaş hukuku” tüm çıplaklığı ile görülmektedir. Nihayetinde orada direnen bir halk, bir örgütlü mücadele var. Bir tokatla susulmuyor, milliyetçilik naralarından korkulmuyor, hapishanelerden ürkülmüyor, ölüm tehditlerine boyun eğilmiyor. Bu nedenle iç savaş orada çok açıktır. Bir soykırım saldırısı, direniş olmamış olsa idi, başarılı olmuştu bile. Ama direniş, savaşın gerçek karakterini ortaya seriyor, iç savaş, kendini açık olarak ortaya koyuyor.

Bu nedenle, TC devleti, Kürt il ve ilçelerinde seçilmiş olanların yerine kayyum atamaktan geri durmuyor.

Kayyum atanması, “hukukî” mi idi? Elbette değildi. Normal, olağan şartlarda burjuva hukukuna uymaz. Ama iç savaş hukukuna uygundur.

Batı’da ise, İstanbul, Ankara ve İzmir’de, TC devleti tüm güçleri ile halkın üzerine saldırıyor. Gar katliamını ele alın, davasını izleyin, bu iç savaş hukuku değilse nedir?

Bir tren kazasında çocuğunu kaybeden annenin cesaret verici, onurlu direnişi, “hukuk mekanizmalarını” harekete mi geçirdi? Tersine anne, coplandı, terörist ilan edildi. İç savaş hukukudur bu.

Canikli, Giresun’da öldürülen 13 yaşındaki Rabia Naz’ın babasına karşı açık mafyatik yöntemleri kullanırken, hukuk mu ölmüştü? Hayır, iç savaş hukuku devreye girmişti.

İç savaşın, Batı illerinde, Kürt illerinde olduğu kadar açık ortaya çıkmamasının nedeni, bizim örgütlülüğümüzün, henüz Kürtlerinki kadar gelişkin olmamasıdır. Bu nedenle devlet, burada daha “toleranslı” davranmaktadır, coplamaktadır, TOMA ile su ve gaz sıkmaktadır, hapse atmaktadır, plastik mermi kullanmaktadır. Yani, henüz açıktan, göstericilere gerçek mermilerle ateş edilmemektedir.

Devleti, iyi tanımak gerekir.

Devlet, egemenlerin örgütüdür. Öyle sınıfların üstünde, tüm toplumun ortak kurumu vb. değildir. Polis egemenlerin polisidir, hukuk egemenlerin hukukudur, asker egemenlerin askeridir. Bir polisin, bir askerin, bir yargıcın emekçi halkın çocuğu olması, ancak o kişi bunun bilincinde ise bir anlam ifade edebilir.

Devlet, hak dağıtan bir “baba” değildir. Eğer bir baba ise, mutlak öyle diyecekseniz, anamızı “belleyen”, yedi neslimizi kurutan bir “baba” olabilir, o kadar.

Peki, bu durumda, mesela hukukî mücadele anlamsız mıdır?

Hayır, anlamlıdır. Ama ancak, tüm mücadele biçimleri ile birlikte kullanılıyorsa anlamlıdır. Yoksa sadece bir dava açmak, sadece bir avukat tutmak, “Türk mahkemelerine güvenmek”, asla ve asla anlamlı değildir.

Saray Rejimi, hukuku ayaklarının altına almadı, hayır.

Saray Rejimi, hukuku bir silah olarak kullanmanın yollarını geliştirdi.

Öyle ise, “biz gelince İstanbul Sözleşmesi’ni devreye sokacağız” demek, bugüne kadar bekleyin demek, aslında açıktan Saray Rejimi’ne destektir.

Kadınlar, mücadele etmekten geri durmamalıdırlar. Üstelik bu mücadele sadece dava açmak, sadece mahkemeye başvurmak şeklinde de olamaz. Bu yetmez. Kadınlar, sokaklara çıkmalı, her yol ve araçla mücadele etmeli, kendilerini sisteme karşı mücadelenin bir parçası olarak görmelidirler.

Hak mücadele ile kazanılır.

İşçilerin çalışma ve yaşam koşulları, işçilerin sendikal hakları, ancak ve ancak onların aktif ve çok yönlü mücadelesi ile sonuçlar verebilir.

En sıradan, en yasal bir hak dahi, ancak mücadele ile hak hâlini alabilir.

İşçilerin, kadınların, gençlerin, Birleşik Emek Cephesi altında ortak mücadelesi, güçlerini birleştirmesi, hem var olan hakların korunmasını hem de yeni hakların elde edilmesini sağlayabilir.

Sokaklar, eylem alanları, direniş yerleri, gerçek anlamda nefes aldığımız, insan olmanın onurunu tattığımız yerlerdir. İşte hayat buralarda, yeniden kurulmalıdır.

Burjuvazinin, tekellerin, egemenlerin iç savaş hukukunu devreye sokmaları, gerçekte güçsüzlüklerinin göstergesidir. Yalvararak hak alınmaz. Tersine bu zorbalığa, bu baskı ve şiddete, bu “yağma rant ve savaş ekonomisine” karşı her yol ve araçla mücadele edilerek haklar kazanılabilir.

İşçi ve emekçiler, halklar, kendi hukukunu yaratmak zorundadırlar ve bunun yeri sokaklardır, işçi ve emekçi meclisleridir.

Seçimlerin yapılmasını sessizce beklemek demek, eğer olacak olursa, seçimleri de kaybetmek demektir.

Düşünün, Kılıçdaroğlu, Akşener vb. burjuva muhalefet de, tıpkı MHP gibi, Saray Rejimi’nin açıktan yanında olursa ne olur? O zaman bu halkı, işçi ve emekçileri, daha güçlü tarzda mücadele etmekten alıkoyacak ne kalır?

İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, karşılarına dikilen devletin kendi devletleri olmadığını bilince çıkartmak zorundadır.

İşçi ve emekçiler, direnişçiler, daha örgütlü hareket etmek, yeni ve yaratıcı mücadele ve örgütlenme modelleri geliştirmek zorundadır.

Bu, iki sınıfın mücadelesidir.

Hak, ancak mücadele ile kazanılarak, gerçek bir kazanıma dönüşebilir.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol