Sermaye devletine, patronların talimatıyla hareket eden jandarma-polise, işçiyi satmaktan bir an geri durmayan burjuva siyasetçilere, sarı sendikalara rağmen işçi direnişleri dalga dalga yayılıyor. Ülkenin birçok noktasında irili ufaklı direnişler birbirlerine ilham verirken sınıf dayanışması da sınırları aşıyor.
İşçi ve emekçilerin direnişleriyle örnek olduğu, umut verdiği bir dönemde Amerika Birleşik Devletlerinde işçi sınıfının yaşadıklarını, sermayeye başkaldırısını ve özgürlük mücadelesini gözler önüne seren bir kitabı gündemleştirmek umut verir. Bahsi geçen, kimliğini gizleyen yazar Uptan Sinclair’in et tröstlerindeki tanıklıklarını kaleme döktüğü Şikago Mezbahalarıdır.
Et tröstlerinde “domuzların çığlıkları dışında her şeylerini kullanırlar.” Bu kitap ayrıca; hiç umut vaat etmeyen, para için grev kırıcılığı dahi yapan bir işçinin nasıl değişip dönüştüğünü, sınıfının yanında yer alışını anlatır.
Bir düğün eğlencesiyle başlayan kitap, Jurgis ailesinin umutları yok oldukça hem fiziken hem de ruhen süren cenaze törenleriyle ilerler. İlk sayfalarında tebessüm ettiren olaylar, ilerleyen sayfalarda yerini hüzne, kedere, dökülen gözyaşlarına en sonunda ise tek kurtuluşun örgütlü mücadele olduğu vurgusuna bırakır. “Ruhu öldürenlerin karşısında bedeni öldürerek cinayet işlemek nedir ki?” Çünkü, gecesini gündüzüne katan, soluksuz çalışan işçi sınıfının ne karnı toktur; ne kışın sıcak bir evde yatar ne de yazın havadar bir evde.
Şikago Mezbahaları klasik bir aşk hikayesiyle başlar. Sevdiği kadına, Ona’ya, kavuşmak için yıllarca bekleyen Jurgis Rudkus, nihayet onunla evlendiğinde kılı kırk yararak yaptığı hesaplamalarla ailesini de yanına alarak Litvanya’dan Şikago’ya taşınır. Her şey planlı ve hesaplıdır. Biriktirerek satın aldıkları evde çocuklarını büyütecekler, yaşlı babası tüm gün torunuyla vakit geçirecek, sevdiği kadın evde onu bekleyecektir. Hayalini kurduğu “Amerikan rüyası”na nefes alışı kadar yakındır. “Öğrenilecek çok şey, keşfedilecek birçok güzellik vardı…”
Jurgis ile birlikte babası Antanas, nişanlısı Ona, onun üvey annesi Teta Elzbieta, ağabeyi Jonas ve 6 çocuğu ile Ona’nın kuzeni Marija Şikago’ya gelir. Sadece Jurgis’in çalışmasıyla geçineceklerini düşünen ailede sırayla herkes çalışmaya başlar. Evin en küçüğünden en yaşlısına, herkes küçük de olsa bir katkıda bulunmaya gayret eder. Yaşlı ve kalp hastası Antanas, hastalığını tetikleyen iş nedeniyle yaşamını yitirir. Yeme, içme dahi zorunlu ihtiyaçlarından feragat eden aile; biriktirdikleriyle bir ev alır. Ancak emlakçılar tarafından dolandırılır. Şehrin dışında satın alınan bu evin yolu kışın kar ve yağmur nedeniyle kapanır, ev ısınmaz, yazın sıcaktan ve nemden oturulmaz. Uyumaya, dinlenmeye vakit bulamayan aile bireyleri tek tek hastalanır. Ona’nın hastalığı gittikçe ilerler. Jurgis’ın fedakarlığı altında ezilen Ona, yorgunluktan ölse de ses etmez. İşten atılma korkusuyla patronunun tacizine karşı çıkamaz. Kalbi kırılan Jurgis, parası olmadığı için doktora götüremediği Ona’nın sağlıksız bir ortamda yaptığı doğum sırasında hayatını kaybetmesiyle toparlanamayacağı bir darbe alır.
Litvanya’dan Şikago’ya taşındığında güçlü, yapılı ve kaslı bir vücuda sahip olan genç adam Jurgis artık küçücük kalmıştır.
Babası ve karısı ölen, kardeşleri parasızlıktan hırsızlığa yönelen, kuzeni hayatta kalabilmek için seks işçiliğine mahkum olan Jurgis oğluyla hayata tutunur. Fakat bir gün oğlu çamura gömülen ara sokakta boğulur. İşte o gün tüm yükümlülüklerinden kurtulduğu gündür. “Bu dünya kadınlarla çocuklara göre değildi” diyen Jurgis, artık sadece kendi için ayakta duracaktır.
Uzun süre parasız kalan, çetelerle hareket eden, hırsızlık yapan, seçimlerde para karşılığı sahte oy kullanan Jurgis, eskiden çalıştığı mezbahada para karşılığı grev kırıcılığı yapar. “Hayat bir var oluş savaşıydı ve güçlüler güçsüzleri yener, sonunda herkes en güçlü olana yenilirdi…”
Bir süre sonra yine parasız kalan Jurgis, boş boş dolaştığı Şikago sokaklarında propaganda yapan bir devrimciye rastlar. İlk başta çok önemsemez, sadece soğuktan korunmak için onu dinleyeceği izlenimiyle kilisedeki toplantılara katılır. Önceleri propaganda sırasında uyur, sonrasında ise ilgisini çeker. Jurgis devrimcilerle tanışır. Gerçek kurtuluşun sosyalizm ve sınıf sendikacılığı olduğunu fark eder. Grev kırıcı olduğunu okuduğumuz sayfalarda kendisinden nefret ettiğimiz Jurgis, değişir, dönüşür. O artık sosyalizme inanan işçi sınıfı için mücadele yürüten biri olur.
“Emeğiyle bu ülkeyi var eden ama ülke yönetiminde söz sahibi olmayanlar” kitabın sonunda artık “Şikago bizim” haykırışıyla umudumuzu yeniden tazeler.