Donald Trump birinci başkanlığı döneminde, Meksika-ABD sınırına dünyanın ikinci uzun duvarını örmeye başlamıştı. Dünyanın en uzun duvarı tarihi Çin seddidir. Latin Amerika ülkelerinden gelen göç kolları büyümeye başladığında, Trump, ABD ordusunu Meksika sınıra çağırmakta beis görmedi. O’na göre “yasa dışı” göçmenler ulusal güvenlik için büyük tehditti.
5 Kasım 2024 seçimleri yaklaşırken Trump el yükseltti ve göçmenlerin sınır bölgelerinde evcil hayvanları yediğini iddia etti: “Springfield’da köpekleri yiyorlar. İçeri giren insanlar kedileri yiyorlar. Yiyorlar, orada yaşayan insanların evcil hayvanlarını yiyorlar…”
Emekçi sınıfların ekonomik kaygılarını usta bir biçimde göçmen düşmanlığıyla birleştiren Trump sendikalara seslenmeyi de ihmal etmedi. Trump ve Cumhuriyetçiler, göçmen işçilerin esas olarak işçi sınıfını vurduğunu ve sendikaların büyük tehlike altında olduğunu söylediler. Demokratların liberal pragmatist hak savunuculuğu Cumhuriyetçi rüzgârı kırmaya yetmedi. Çünkü onlar göç politikasını Amerikan işçi sınıfının, işsizlerin ve yoksulların talepleriyle birleştirme cüretini gösteremediler. Asya kökenlilerin, siyahların, hispaniklerin oylarını çantada keklik sandılar. Büyük yanıldılar.
Eski nesil göçmen yeni nesile karşı (!)
Trump’ın tarihsel seçim zaferi, sadece beyaz işçilerden değil siyah, hispanik ya da Asya kökenli işçilerden de hatırı sayılır miktarda oy alındığını gösterdi. Salıncak eyaletleri tulum çıkaran Trump ve partisinin, göçmen kökenli yurttaşlardan ciddi oranda oy kaptığı görülüyor. Demokratlar’dan kopan ya da sandığa gitmemekle Demokratları cezalandıran devasa bir kitle bu.
Peki, böyle bir durum nasıl yaşanabildi? Nasıl oldu da Trump, tarihin belki de en yoğun göç karşıtı propagandasını yaparak göçmenleri bölmeyi başardı? Nasıl oldu da bu kadar çok göçmen kökenli insanın oyunu almayı başardı?
Çok fazla neden sayılabilir. Fakat belirgin, öne çıkan iki nedenden söz edilebilir: güvenlik ve ekonomi.
Ulusal kimliğin göçmenler üzerinden yeniden inşası
Trump’ın yeni göç stratejisi ulusun güvenliğini önceleyerek, “göç akınlarını” ulusal tehdit olarak hedefe koydu. Biden döneminde ülkeye 10 milyon göçmenin girdiği bolca propaganda edildi. Muharebe dili, mülteci toplumu sınırları ihlal eden “istilacı güruh” olarak hedefe koydu.
Marksist Akademisyen Adam Hanieh’in dediği gibi: Hudut kavramı, göçmenlere karşı yeni ırkçılığın inşası için zorunluydu. Zira duvarlarla örülen sınırların arkasındaki “ötekiler”, “yabancı” olarak damgalanan göçmenler adeta düşman kuvvetlerle eşitlenmişti. Sınırları yasa dışı aşma girişimleri ulusal bütünlüğün ihlali anlamına geliyordu. Dolayısıyla ABD’de bir tanrı buyruğu gibi algılanan “ulusal kimlik” de tehdit altındaydı! Extra-territorialization yani sınırların dışsallaştırılması faaliyeti artık bir savaş alanıydı. Yeni stratejik konsepte göre; göçmenler/mülteciler sınırda, hatta sınırın da ötesinde durdurabildikleri yerde durdurulacak, bunun için her türlü caydırıcılık meşru hale getirilecekti.
Cumhuriyetçiler için, önceleri, daha çok beyazların aidiyet duygusu kaşınırken, bu kez yelpaze genişletildi. Beyaz yurttaşlarla birlikte beyaz işçiler, hispanikler, Asya kökenliler, siyah işçiler de aynı çembere alındı. Ezcümle yurttaşların sınırın ötesinden gelen “yasa dışı” göçmenlere karşı güvenlik savaşına katıldıkları yeni bir muharebe senaryosu yazıldı. Böylece, önceleri alt kimlikten sayılanlar, aşağılanan ya da hakir görülenlere; üst Amerikan kimliğine yaklaşma ve zımni aidiyet duygusu bağışlandı. Herkesin, hep beraber ortaklaşacağı ve “ötekileştirecekleri” kesim ise bundan böyle hangi renkten, dilden ya da dinden olursa olsun, sınırın dışından gelecek göçmenlerdi. Trump’ın Amerika’da yaşayan Müslüman temsilcilerle birlikte fotoğraf vermesi de bu planın bir parçasıydı.
Ötekileştirilenlerin ötekisini buldular
Ekonomik ve sınıfsal alana geldiğimizde de benzer bir değişim görürüz. Bir biçimde sınırları geçmiş, ABD’ye yerleşmiş ve vatandaş olmuş “eski nesil” göçmen işçiler ve hatta beyaz yakalılar, sonradan gelen ya da gelecek olan göçmenlere karşı kışkırtıldılar. “Harika Amerika” yeniden ayakları üstüne dikilecekse eğer, sınır ötesinden gelmekte olan ve zombi ordularına benzetilerek lanetlenen göçmenlere karşı tüm üst ve alt sınıflar birleşmeliydi (!)
Trump propaganda alanını o kadar genişletti ki, bu fikirlerini bizzat sendikalara konuşarak anlattı. Sendikalar büyük “istilaya” karşı Cumhuriyetçilerle birleşmeliydi. Böylece Büyük Amerika daha çok kalkınacak, Amerikan işçi sınıfına dâhil olmuş tüm kesimlerden yurttaşlar ekmeğini, kazanımlarını büyüteceklerdi. Bu yeni türde ırkçı ve şoven propaganda sayesinde, yeni nesil göçmenlere karşı sadece beyaz işçilerin değil; siyah, hispanik ve Asya kökenli işçilerin endişeleri de belirgin biçimde oya tahvil edilmiş oldu. Çalışma hayatında horlanan, eşit koşullardan azade sömürülen ve beyaz işçiler içinde “ötekileştirmenin” enva-i çeşidine maruz kalan emekçiler şimdi beyaz işçilere yaklaşacakları ve hep birlikte dışlayacakları o günah keçisini bulmuşlardı. Ötekileştirilenlerin ötekisi yeni nesil göçmenlerdi.
Oysa sınırlar/duvarlar göçmen geçişlerini hiçbir zaman sıfırlamazlar. Sadece kontrollü geçişleri sağlayan ve nitelikli/niteliksiz emeği ayıklayan “filtre” işlevi görürler. Trump’ın istediği tam da bu değil mi? “Gelsinler, ucuza ve güvencesiz çalışsınlar, sözleşmeleri bitince de defolup gitsinler”: şirketlerin ve Cumhuriyetçilerin göç ajandasındaki ana motto da bu zaten.
Sadece Amerika’da değil
Avrupa ve dünyada yükselen “aşırı sağ” partiler şimdi küresel liderini bulmuş gibiler. Öyle ki, Meloni’den Orban’a tüm neo faşist figürler selam çakma yarışında. Üstelik ilk nesil göçmenlerin aşırı sağa yönelmesi ABD ile de sınırlı değil. Almanya’nın son seçim sonuçlarında da eski nesil göçmenlerin AfD’ye yöneldiklerini görmek mümkün.
“Aşırı sağ” partilerin, ırkçı ve neo faşist akımların küresel yükselişini incelerken, bundan böyle göçmen emekçiler içindeki siyasi kırılmaları da hesaba katmak gerek. Ne Trump’ın ne de Avrupalı “aşırı sağ” liderlerin oy kapmayla yetineceklerini düşünmemeli. 20’nci yüzyıl pratiği de gösterdi ki; faşizm ya da bugünkü neo faşizm sadece kitlelerin oy desteğini almakla yetinmez. Kitleleri sendikal bir güç olarak arkasına takmaya, politik bir güç olarak bünyesinde örgütlemeye çalışır.
Karşı strateji kurmak isteyenlerin bu konuya hak ettiği ağırlığı vermesinde fayda var.