Nobel ödüllü iktisatçı Daron Acemoğlu, Türkiye’de nüfusun birçok ülkeden daha hızlı yaşlanacağına dikkat çekiyor. Buna göre, 2050 yılından itibaren dünya nüfusu zirveye ulaşacak ve sonrasında düşüş eğilimine girecek. Türkiye nüfusu da bu düşüş ivmesinin içinde olacak. Acemoğlu, “Yaşlanan toplumlar ekonomik ve sosyal birçok sorunla karşılaşabilir” tespitinde bulunuyor.
Tam da bu dönemde, Türkiye’de “yabancıların” çalışmasına dair düzenleme değiştirildi. Yeni düzenleme 1 Ekim 2024 itibarıyla yürürlüğe girdi. İşgücü piyasasına göçmen emeği transferi daha da kolaylaştı. Sanayi ve hizmet sektörünün yerli/yabancı şirketleri el ovuşturuyor olmalı.
Daha önce her 1 yabancı (göçmen) işçiye karşılık 10 yerli işçi çalıştırma zorunluluğu vardı. Bu kriter, yabancı personel çalıştıracak şirketlerde, her 1 “yabancıya” karşılık 5 yerli işçi seviyesine indirildi. Yani şirketlerde yabancı/göçmen işçi ya da personel sayısı katlanabilir.
Peki, bunda ne sorun var diye sorulabilir?
Türkiye’de sendikalı, güvenceli, yaşanabilir ücret ve sosyal haklara dayanan bir çalışma hayatı olsa elbette pek sorun olmaz. Fakat çalışanların sadece yüzde 15’inin sendikalı olduğu bir çalışma toplumunda yerli işçi ve emekçiler için durum fena. Çalışan nüfusun en az yarısı kadarı asgari ücrete (açlık ücretine) mahkûm edilmiş durumda.
Dolayısıyla bugünkü sorun Daron Acemoğlu’nun dikkat çektiği yaşlı nüfusun büyüme riskinden çok, mevcut genç emekçi kitlelerin dahi korkunç sömürüye tabi tutulmasından kaynaklanıyor. Buraya göçmen emeğinin katlanarak transfer edilmesi; çalışma koşullarını daha da dibe çekmek, ücretleri baskılamak, yerli ve göçmen emekçiler arasındaki rekabeti daha da kızıştırmak için devreye sokuluyor. Bu strateji hem yerli hem göçmen işçileri mağdur edecek yeni sömürü tekniklerini de çalışma hayatına getiriyor.
Sermaye büyüdükçe teşvik artıyor
Eğer yabancı çalıştırmayı talep eden şirketin net satış tutarı 50 milyon TL veya üzerinde ise kriterler hepten esnetiliyor. Şirketin yabancı çalıştırabilmesi ödenmiş sermayenin en az 500 bin TL, net satışının ise 8 milyon TL olması şart koşuluyor. İhracatın 150 bin dolar olması da şartlar arasında. Kısacası, şirketlerin sermaye oranı artıkça kriter muafiyeti kıyağı geliyor.
Sektörler ve işkolları bazında da bazı teşvikler söz konusu. Örneğin bilişim, havacılık, sağlık gibi sektörlerde patronlar yaşadı. Çünkü bu işkollarında yabancı istihdam çıtası ya da şirketlerde “mali yeterlilik” şartı dayatılmayacak.
Ücretler aşağıya doğru
Beyaz yakalı göçmen emekçilerin ya da mavi yakalı göçmen işçilerin maaşlarında da revizyon söz konusu.
Ücretlerde baz alınacak alt tutar brüt asgari ücret düzeyinde olacak. Türkiye’de bu rakam 20 bin TL civarında. İşyeri temelinde yönetici olarak çalışacaklar için ya da örneğin pilotlarda ücret tutarı asgari ücretin 5 katına çıkabiliyor. Mühendis ve mimarlarda bu tutar asgari ücretin 4 katına çıkabiliyor. Doktorlar da yeni düzenlemede yer alıyor. Uzmanlık/ustalık gerektiren işlere gelince, tutar asgari ücretin 2 katına çıkıyor. Düzenlemede ücret ve kat oranlarının geçmişe nazaran düştüğü görülüyor.
İlk bakışta sigortalı ve düzenli maaşlı çalışacak görünen göçmenler, işin özüne bakıldığında, yerlerini dolduracakları yerli emekçilere göre daha yüksek oranda değil, daha düşük ücretle çalışacak. “Türk gençlerin çalışmak istemediği işler” diye horlanan yerli gençlerin yeri, aslında düşük ücret politikası nedeniyle boş kaldı ya da kalıyor. Yerleri ise kurnazca biçimde düşük ücretli göçmenler tarafından dolduruluyor. İkramiye, toplu sözleşme, sendika, sosyal ve özlük haklar ise göçmenler için mevzu bahis bile olmuyor. Ki, bu kalemlerdeki “tasarruf” şirket patronları için katmerli “kazanç” demek.
Yeni düzenlemede ev/bakım işçisi kadın ve erkek göçmenler de “düşünülmüş”! Yaşlı, çocuk, hasta bakımı gibi işlerde ücretler asgari ücret olarak belirlenmiş. Oysa bu durumdaki çoğu emekçi haftanın 6 günü ve neredeyse günün 24 saati çalıştığı evde zamanını geçiriyor. Böylece özel istihdam bürolarına, uluslararası göçmen kiralama sektörüne yeni bir sömürü pastası ekleniyor.
Kağıtlı sömürü
Suriye savaşı ve Suriye göçünden sonra mülteci/göçmen emeği yoğunlukla enformel sektöre yöneldi. Bunlara kağıtsız yani çalışma izni olmayan, çalışma izni alınmadan sigortasız çalıştırılan mülteciler deniyor. TİSK başta olmak üzere büyük patron örgütleri bir süre sonra bu durumdan rahatsız oldu. Çünkü enformel sektörün yanında modern sanayi, büyük hizmetler endüstrisi ve şirketler de göçmen emeği transferi talep etmekteydi. Yerli işçilerin olası tepkisi nedeniyle, önceleri işyerinde 1 yabancıya karşılık 10 yerli işçi şartı kondu. Sonra bu kural da kaldırıldı ve yeni düzenlemede olduğu gibi 1’e 5 kriteri getirildi. Böylece kağıtsız/belgesiz çalışma düzeninin yanına kağıtlı/belgeli sömürü düzeni eklendi. Ama her daim geçerli olan kural devam ediyor: göçmeni daha ucuz çalıştırma düzeni.
Bu planın değişmesi elbette işçi sınıfına ve emek örgütlerine bağlı. Eğer sendikalar yerli ve göçmen emekçileri ortak mücadele ve örgütlenme paydasında buluşturabilirse, dayatma duvarında gedik açmak mümkün.