Gezi Direnişi’nden 6 yıl sonra açılan davanın ikinci günü sona erdi. Mahkeme, Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verirken, Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesine ve bir sonraki duruşmanın 18-19 Temmuz 2019’da Silivri Cezaevi Adliyesi’nde görülmesine karar verdi.
Gezi Davası’nda ara karar açıklandı: Kavala tahliye edilmedi, Aksakoğlu serbest
Gezi Direnişi’nden 6 yıl sonra açılan davanın ilk duruşmasının ikinci günü tamamlandı. Yiğit Aksakoğlu tahliye edilirken Osman Kavala’nın tutukluluğu devam ediyor.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları karşısındaki binada yapılan duruşmaya, tutuklu sanıklar Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu ile tutuksuz sanıklar Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, İnanç Ekmekci, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi salonda. Davayı çok sayıca milletvekili, toplumsal muhalefet örgütü temsilcisi ve basın emekçisi takip ediyor.
Duruşmada sanık olarak söz alan Avukat Can Atalay şunları söyledi:
Bu iddianame Türkiye topraklarının en onurlu toplumsal hareketlerinden birini karalama çabasının güncel örneğidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 8. Madde’den ibaret değildir. Herkesin düşünce ve kanaatlerini yayma özgürlüğünü, dernek kurma özgürlüğünü, gösteri ve yürüyüş düzenleme hakkını, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını da konuşmalıyız. İddianamenin yurttaş haklarından söz etmeden, anayasal düzenden bahsetmesi eksiktir.
Murat Başol’un Can Atalay çizimi
“Hukuk konserve açacağı değildir”
“İddianame yöntem sorununa sahiptir, yamalı bohçadır, hukuka aykırıdır” diyen Atalay, şöyle devam etti:
Bizim 27 Mayıs 2013’te itiraz ettiğimiz Gezi Parkı’ndaki inşaat imar planına aykırı ve kaçaktı. Taksim Yayalaştırma Projesi Türkiye’deki anayasal düzeni ayaklar altına almıştı. Ruhsat sorduğumuzda bizi durdurmaya çalışan 50 civarında yetkisiz sivil kimdi? Siyasal iktidar, başa çıkamadığı bir şeyi uluslararası bir komplo olduğuna dair Fethullahçı çeteyle birlikte karalamaya karar vermiştir. 2013’te yazılan Mehmet Yeşilkaya ve Nazım Ardıç’ın imzasının olduğu 11 sayfalık rapor, bu davanın iddianamesinin temelidir. Türkiye’nin dört bir yanında kırılan camı çerçeveyi, öldürülen hayvanları bizim hanemize yazıyor. Bize bu cebir ve şiddet unsurunu oluşturmak için sıraladıklarından ortaya karışık 30-50 verseniz, kimimiz çok yaşlılıkta cezaevinden çıkarız ya da hiç çıkamayız. Sizin (heyet) dünkü yumuşak tavrınız, bu iddianamenin ağırlığını ortadan kaldırmıyor. Burada toplumsal hayata müdahale için yargının araçlaştırılmasını izliyoruz. Bunu Fethullahçı çetenin AKP ile nasıl yaptığını biliyorum. Karşı karşıya kaldığımız tehlikenin farkındayım. Ağırlaştırılmış müebbet isteyen bir savcı, hukuk fakültesi mezunuysa TMK7/2’nin unsurları oluşmamışken bize, Taksim Dayanışma’na ağırlaştırılmış müebbet isteyemez. İddianamede bir tane TMK7/e oluşmuştur diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Tek bir örnek gösteremezsiniz. Mücella Yapıcı beraat etti. 2911’den beraat etti. Ama sizin şunu tartışmanız gerek: nasıl başladı? 27 Mayıs’ta, 31 Mayıs’ta nasıl başladı? O günden beri 2911 ihlal edildi mi? Suçun nitelikli halleri oluştu mu oluşmadı. Çünkü yapılan inşaat yasak. İmar planına aykırı.
“Kimse bizi soruşturmanın 15 Haziran’da başladığına inandıramaz”
“Yayalaştırma projesi diyorlar, yaya kaldırımı yapmayı unutuyorlar” diyen Atalay konuşmasına şunları ekledi:
Bir gece İstanbul BBŞ taşeron kardeşlerimizle oradaki ağaçları sökmeye çalışıyorlar. 28 Mayıs sabahı, kim olduğu belli olmayan 50 erkek, herkesin üzerine hücum ediyor, insanlar onlara itiraz ediyor Elektrik tesisatı kopuyor, Bunların hiçbirinden bahis yok. Taşeron işçilerin ardından insanların üzerine taarruz eden kolluk kuvvetlerinden bahis yok ama bize 2911’den ceza istiyor. İddianamenin açıklanmasından sonra savcılık bize ve müdafiilerimize laf yetiştirdi. Biz konuşabiliriz ama devlet güçleri, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan insanlara yanlış bilgi vererek açıklama yapamaz. Biz iddianameyi öğrendikten sonra savcılık bize tezvirat yaparak yanıt verdi: “Biz Fethullahçı çeteye mensup hakimler, savcıların dinleme kararlarıyla ilgili yeniden kıymetlendirme yaptık” diyerek. Yeniden kıymetlendirme kabul edilebilir bir unsur değildir. Neyi yeniden kıymetlendiriyor? Bu kadar önemli bir toplumsal olayda, içinde onurla bulunduğunu söyleyen insanlar olarak, Taksim Dayanışması’nda olduğunu bir gün reddetmemiş insanlara diyor ki “Sizinle ilgili soruşturma 15 Haziran 2013’te başladı. 27 Mayıs’ta başlayan, 28 Mayıs’taki ağır polis şiddetiyle başka bir kriz haline dönüşen bir olay. Her gün olayın vehametini anlatıyoruz. Kimse bizi soruşturmanın 15 Haziran’da başladığına inandıramaz. Bu dosyadaki ilk işlem İstanbul’da başlamıyor. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı 1. Sınıf Emniyet Müdürü Mehmet Yeşilkaya’nın İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne yazdığı 15 Haziran 2013’te “Gezi Parkı Olayları” konulu bir yazı yazıyor. Yazı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Nazmi Ardıç tarafından karşılanıyor. Bu Fethullahçı çetenin en örgütlü olduğu iki yerden biri. İddianamenin özeti, imzasız Fethullahçı çete ve AKP işbirliği ile hazırlanmış bir rapordur. Gezi direnişini anlayamadığınız, anlamazdan geldiğiniz gibi, tıpkı AKP ve Fethullahçı çete gibi Taksim Dayanışması’nı da anlayamazdınız. Taksim Dayanışması bir bütündür. Neden 135. maddeden bahsetmiyoruz? Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere yani barolar, TMMOB’a bağlı tüm odalar, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşlarıdır. Tıpkı hükümet ve dönemin İBB’si gibi anayasal kuruluşlardır. Ben anayasal düzeni beğenmeyebilirim, eşitlikçi özgürlükçü bir anayasal düzen isteyebilirim. Ama mevcut anayasal düzen, Şehir Plancıları Odası neyse Beyoğlu Belediyesi de odur, diyor. Bu anayasal kuruluşların itirazları, devlet yönetimine katılma biçimleri suçlulaştırılamaz. 1980’lerde 12 Eylül’ün sonrasında neoliberalizmin cisimleştiği uygulamalarla birlikte, İdari Yargılama Usulü Kanunda 1994’ te yapılan değişiklikten bu yana meslek örgütlerinin kamu yararını korumasının önüne geçmeye çalışılmıştır. Bu ideolojik-hukuki kamusallık karşıtı kampanyanın en önemli adımlarından birisinin 2010 tarihli Anayasa referandumu olduğunu, yargının kritik tüm noktalarının tamamıyla Fethullahçılara teslimidir. 2010’da ceza yargılamasında Fethullahçı çetenin önündeki son engel kaldırıldıktan sonra gözümüzün önünde idari yargı çöküyor. Nükleere karşı çıkmak bir suç olarak nitelendirilebilir mi Hakim Bey? Sağlık hakkımızın gaspına, su kaynaklarının ticarileştirilmesine, tarım hakkımızın elimizden alınmasına kulp takma çabası beyhudedir. Biz bunların hepsini yaptık. Bunların hiçbirinde suç yoktur, burada da suç olarak nitelendirilemez. Eğer bugün Haydarpaşa Garı rantçılara peşkeş çekilemediyse ve orası hala trenlerini bekleyen bir gar ise bu Haydarpaşa Dayanışması’nın mücadelesiyledir. Suç mudur? Türkiye kamunun yararını korumak suç mudur? Özcesi, Mimarlar Odası Ve Şehir Plancıları Odası kamu yararını korumak için tüm yurttaşlara ve yurttaşların meşru örgütlerine çağrıda bulunmuştur: “Gelin İstanbul’un kent merkezindeki son müşterek kamusal yeşil alana, son afet sonrası toplanma alanına sahip çıkalım” demiştir…. Hukuk konserve açacağı değildir.
“İddianamede Kadıköy’de akla ziyan gaz kullanımı ile öldürülen Elif Çermikli ablamızdan söz edilmiyor” diye tepki gösteren Atalay konuşmasını şöyle sürdürdü:
Parktaki pankartta yazdığı gibi, mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, bedenime dokunma. Ben sıradan bir vatandaş olarak, emeği ile geçinen bir yurttaş olarak kendi kaderime karar vermek istiyorum. Haklardan bahsetmeden kurallardan bahseden hukuk düzenine itiraz ediyorum. Türkiye’de hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, hangi inancı yaşıyor olsalar da, hangi görüşten olsalar da bu kadar kardeşleştiği başka bir pratik yaşamadık.
Tayfun Kahraman savunmasına şu sözlerle başladı:
Ben 2000’li yıllarda şehir plancısı olarak göreve başladım. İlk yaptığım iş meslek odasına kayıt olmaktı. Meslek etiğini korumak adına iş yapacaksam meslek odasına üye olmalıydım. 2010 yılında Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı seçildim. Göreve devam ediyorum. İddianamede yer alan Kültür ve Tabiat Kanunu’nu en iyi bilenlerdenim Gezi eylemlerinden önce Kültür Bakanlığı’nda çalışıyordum. Eylemlerden sonra aramıza kara kedi girdi. Şimdi Mimar Sinan Üniversitesi’ndeyim. Bugün iddianamede yer alan Kültür ve Tabiat Varlıkları kanuna muhalefet suçunu en iyi bilenlerden biriyim. Çünkü Kültür ve Turizm Uzmanı olarak 5 yıl boyunca Kültür Bakanlığı’nda çalıştım. Gezi nedeniyle Kültür Bakanlığı ile aramıza kara kedi girince ayrılmak zorunda kaldım Mimar Sinan’da öğretim görevlisi olarak göreve başladım. Kent yönetimi ve şehir planlama tekniği üzerine öğrenci arkadaşlara birikimimi aktarmaya çalışıyorum. Öğrenci arkadaşlarımın bir kısmı burada ama hocaları meslek nedeniyle bu kürsü olduğundan onların nasıl bir cesaretle mesleğe atılacağını soruyorum. İddianamede konu Gezi parkı projesinin hukuki talebiyle başlayan ve bir araya gelen kurumların oluşturduğu, Taksim dayanışmasındaki TMMOB ve Şehir Plancıları Şubesi’ndeki görevlerimde bu süreçte yer aldım. Bir meslek insanı olarak Gezi Parkı ve Taksim Dayanışması nedir? Meslek odası yöneticisi olarak kent merkezinin son yeşil alanlarından birindeki ortaya çıkması muhtemel tahribata karşı süreç başlattık. Son yeşil alanlardan birinin yapılaşmaya karşı çabamız İBB tarafından gözardı edildi. Bu projeden vazgeçmeyip imar planları askıya çıkarıldı. Yöneticisi olduğum meslek odası tarafından yılda ortalama 20 dava açıyoruz. Gezi de öngöremediğimiz bir şey oldu.
“Gezi toplumun vicdanı haline geldi” diyen Kahraman sözlerini şöyle sürdürdü:
Toplumun vicdanı bazı yerlerde kabarıyordu, 1 Mayıs, Tekel, Emek Sineması, kürtaj gibi… Fakat bizlerin orada gördüğü şiddet ve Taksim’in özellikle siyasal simge olma özelliğini de eklerseniz polis şiddetiyle birleşince gezi ortaya çıktı. İdarenin nasıl katılımcı yöntem izlemediğini, bu nedenle bizlerin sadece hukuk yollarını ve davayı kullanarak katılım mekanizmasını çalıştırabildiğimiz alanda bizi görmezden gelmeye devam ettiği için de Gezi oldu. Bu süreçte pek çok dava açıldı. Semt sakinlerinden meslek uzmanları sivil toplumla beraber Taksim ve Gezi Parkı’na sahip çıkılmaya çalışıldı. Taksim Dayanışmasıyla birlikte Haydarpaşa gibi dayanışmalarla bu projelere karşı tutumumuz devam etti. Kuzey Ormanları gibi bizler dışında semt sakinlerinin de katılımıyla pek çok dayanışma kuruldu. Taksim Dayanışması 29.02.2012 de deklerasyonla kuruldu. Taksim Dayanışması’nın o dönemki bileşenleriyle birlikte bir dayanışma ve halkı bilgilendirme faaliyeti başlatılıyor. İddianamenin komikliği 50 kişi sadece çadırlarda kalıyordu ve 50 kişi üzerinden hükümeti devirmeye varacak kadar büyük bir organizasyon halinde olduğumuzu söylüyor. Gezi aslında toplumun vicdanının hareketidir. Gezi, orada parkını yeşilini korumak isteyen, kent mücadelesi vermek isteyenlerin gördüğü ve FETÖ’cülerin yaptığı kesin olan polis şiddetine karşı bir direniştir. Toplum vicdanını birdenbire harekete geçirmek kolay değil ama böylesi 5 benzemezi bir araya getirip organize edebilecek bir yapı da dünyada yok. 5-6 kişiyle yapılan itirazlar 10 MİLYON insanı sokağa dökebilecek duruma 1 ayda mı gelmiştir? Savcılığın bizi bu kadar mahir görmesini anlamak mümkün değil.
Murat Başol’un Tayfun Kahraman çizimi
Kahraman, “Bizler, anayasayla tanımlanan TMMOB meslek örgütü olan şehir plancısı odası ve diğer meslek odalarıyla kamu adına takip ettiğimiz hukuki süreçlerden bir tanesini o gün gerçekleştirdik” diyerek şunları ekledi:
O da 1/5000 koruma amaçlı uygulama alanının tadilatına karşı olmaktı. İtiraz konusu planlara karşı kamu adına hukuki mücadele sürdürüp kamu yararına kentleşmenin mümkün olduğunun altı çizilmeye çalışıldı. Taksim Dayanışması da bu amaçla oluşmuş yapılardan biridir. Taksim Dayanışması, yöneticisiz, lidersizdir. Bir çok kurumun Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nı korumak üzere altında bir araya geldiği bir çatıdır. Ortak karar alıp uygulanır. Taksim Dayanışması’nın oluşturan 2 meslek odası olan Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası ile TTB’yi de içine alan bu yapı bir koordinasyon değil, bir tercümandır tercümanlık görevini yerine getirmiştir. Bileşenlerinin düşüncelerini tek bir duyuru altında birleştirerek kamuoyu ile paylaşmıştır. Taksim Dayanışması temsilcileri olarak bizler de bu görevi yerine getirdik. Taksim Dayanışması’nın üyesi yoktur, bileşenleri vardır. Bireysel katılım olsa da bireysel değil kurumsal temsiliyetle işler. Yatay ve hiyerarşisiz bir yapı. Anayasa’da tanımlanan ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullanır. Bu anlamda Taksim Dayanışması’nın bu kadar mahir ve muktedir gözükmesi de anlamlıdır. Taksim Dayanışması’nın bir araya gelmesi sonrasında Taksim’in işgali ile ilgili halkı bilinçlendirmek, insan zincirleri gibi ifade özgürlüğü kapsamındaki faaliyetlere başlandı. Taksim’de projede yer almayan yaya yolunun açılması ile ilgili Asker Ocağı caddesinde ağaçların kesilmesi engellenmiştir. Yer almayan bir yaya yolunun engellediğimiz için polis müdahalesi ile karşılaştık. O gün orada olanlar bilir ki o ağaçlar köklerinde kopartıldı başka bir yere gömülme şansı kalmamıştı. Taksim Dayanışması’nın açıklama yaptığı sırada da polisin tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak sonradan FETÖ üyesi olduğunu öğrendiğimiz polisler, vatandaşlara eziyet edilmiştir. Kamuoyu bizlere sahip çıkmış ve milyonlarca insan polis şiddetini protesto etmek için sokağa çıkmış ve Taksim Meydanı yayalaştırma projesine itiraz kitleselleşmiştir. Bunu hiçbir organizasyonunu yaptıramayacağı açıktır. Bu süreç sonrasında insanlar bize destek olmak için gerek sokağa çıkmış gerekse tencere tava çalmışlardır. Din, dil, ırk ve ideolojiden insanın bir araya geldiği eylem karşısında iddianame, sol yumruğun havaya kaldırılması işaretini bizim ortak sembolümüz olduğunu söylemiştir. Bugün kime sorarsanız sorun alanlarda yapılan işaret farklı değildir. Bunların hepsi tek bir anlama geliyor. O da aslında başkaldırıdır. Hoşnutsuzluklara hayır demektir. Gezi’yi büyüten unsur destek çağrıları değil, dönemin hükümetin gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamaları olmuştur Gezi Parkı yaşanan olaylarla birlikte kendiliğinden oluşmuştur. Bilinçli bir kurgu değildir. 10 milyon insana ne para yeter ne de organizasyon, iddianame başarısız bir senaryodur. Kusura bakmayın ama hiçbir senarist böyle bir protesto yazamaz. Taksim Dayanışması aracılığıyla hükümete yönelik altı talep vardır. Bu talepler son derece barışçı, makul ve olayları sonlandırıcı niteliktedir. Ancak kabul edilmemiştir. O dönem siyasilerin açıklamasının ardından sonradan FETÖ üyesi olduğunu öğreneceğimiz polisin olayları tırmandırması hükümet tarafından soruşturulmak yerine kahramanlık destanı olarak adlandırılmıştır. Taksim Dayanışması tarafından yapılan açıklamalar demokratik hak talepleri, toplumsal sağ duyuya sahip açıklamalardır. Bu taleplerle ilgili darbeye teşebbüs suçlaması geliştirmek akıl dışıdır.
“Onlarca yaralının olması, şiddet dilinin kullanılması kamuoyunu harekete geçirmiştir”
Verilen kısa bir aranın ardından Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu salona alkışlar eşliğinde girdi. Tayfun Kahraman savunmaya devam ederek şunları söyledi:
Taksim Dayanışması’nın yaptığı açıklamalar gözleri kapalı medya kuruluşları tarafından yayımlanmıyordu. İddianamede de açıklamalar yok. Bunlar kabul edilemez. Onlarca yaralının olması, şiddet dilinin kullanılması kamuoyunu harekete geçirmiştir. Taksim Dayanışması’nın açıklamalarında darbeye teşebbüs teşvik edilmemiştir. Demokratik taleplere ses verilmesi istenmiştir, bu anayasal bir haktır. Bu sırada Türkiye Cumhuriyeti hükümeti hedef alınmamış, aksine yetkililerle görüşme yapmıştır.
Taksim Dayanışması tarafından Gezi Parkı’nda yönetimin dışına çıkılacak hiçbir şey yapılmamıştır. Polis müdahalesiyle de park tamamen boşaltılmıştır. Bu süreçte Taksim Dayanışması bileşenleri olarak kamu malına zarar verilmesinde bir dahilimiz olmamıştır. Kimlerin gerçekleştirdiği de bulunmamıştır. Polisin müdahale etmesi Türkiye Barolar Birliği’nin o dönem hazırladığı raporda bu provokasyon anlatılmıştır. Gezi Parkı’na sahip çıkanlar olarak belki de tek hatamız kamu gücünü kullananlara güvenmek olmuştur. Bu yöneticilerin çoğu görevden alınmış ya da FETÖ üyeliğinden mahkûm edilmiştir Gösterilerde kamu malının zarar görmesinde cebir unsuru aramak kabul edilemez. Şiddeti öven, savunan faaliyetin olmamasına rağmen, cebir kullanarak kalkışmaya teşebbüs etmek akıl dışıdır. Gezi sırasında yaşanan her olaydan bizim sorumlu tutulmamızın akılla izah edilecek bir yanı yoktur. Gezi eylemlerini darbe teşebbüsü olarak değerlendirmek temsil grupları üzerinde hakimiyet kurmak gerektirir ki bu fiilen mümkün değildir. Bu süreçte hükümet, olaylar tırmanırken şiddetin sorumlularına yönelik soruşturma yürütseydi, polise sızmış FETÖ üyeleri tespit edilebilirdi. Hükümetin bizi meşru olarak tanıdığı gerçeği bile hükümeti devirmeye teşebbüsün olmadığının doğrudan kanıtıdır. Kültür Bakanlığı’nda çalışırken Antep’te görevlendirildim ve oraya gittim. Memuriyeti kaybetmeme isteği bile hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun boş olduğunu gösterir. Fail olarak gösterildiğim cam kırılma olayında kim talimatı benden aldığını söylemiştir? 11 sayfalık analiz raporunda ne Taksim Dayanışma’nın ne de benim bahsim geçiyor. Hiçbir somut delile dayanmayan suçlamaları reddediyorum. İddianamede öne sürüldüğü gibi FETÖ mensuplarının orantısız güç kullanarak olayları büyüttüğü söylüyor ancak emri ben verdim diyen siyasilerden bahsetmiyor. Sadece kendi kendini dövdürerek hükümet devirmeye çalışanların dünyadaki tek örneği sanırım biziz.
“Gezi’de yapılacak projeye itiraz etmek suç değildir”
5 ve 13 Haziran 2013’te hükümetin daveti ile gerçekleşen toplantılara katıldığını söyleyen Kahraman, iddianamedeki Erdoğan’ın görüştüğü kişiler kısmında kendisinin isminin olmadığını belirtti.
Sürece meslek odası yöneticisi olarak katıldığını söyleyen Kahraman, “ne Gezi’de yapılacak projeye itiraz etmek, ne de dava açmak, kamuoyunu bilgilendirmek de suç değildir. Bunların hükümeti devirmeye teşebbüs olarak suçlanmasının akılla izah edilir yanı yoktur. Kontrol etme imkanımızın bulunmadığı sokak olaylarından sorumlu tutulmak mümkün değildir. İddianame bir komplo teorisi üzerine kuruludur. Benim gibi birçok kişiyi, olayı üst üste yığarak gayri hukuki bir yaklaşım sergilemektedir. İddianamede belirtildiği gibi Can Atalay ve Mücella Yapıcı ile irtibat halinde olduğum doğrudur. Bu mesleğim gereği normaldir. Çiğdem Mater ile de irtibatlıyım çünkü kendisiyle sosyal hayatımda da görüşürüm, arkadaşım olur… Gezi halkın kucaklaşma, taleplerini dile getirme yeridir. Gezi’den korkmayın, Gezi korkulacak bir yer değildir” dedi.
“Uzmanların uyarıları kulak ardı edilmesin, tepeden proje istemiyoruz dedik”
Kahraman’ın ardından Mine Özerden savunmasında şunları söyledi:
Anadolu Kültür’de mali danışman olarak çalıştım. 2007’de buradan ayrıldım ve Bilgi Üniversitesi’nde çalıştım ancak Anadolu Kültür’de 2017’ye kadar yönetim kurulu üyeliği görevim sürdü. Elbette 7 yıl beraber çalıştığım insanla birlikte çalışabilmek için onu da anlamaya öğrenmeye çalıştım. İnsanları birbiriyle ilişkilendirmeden çok başarılıdır, bağımsız bir duruşu vardır. (Osman Kavala’dan bahsediyor) Bunca süredir tutsak olmasının ülke ve sivil toplum için büyük bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Paydaşı olduğumuz TD’den arkadaşlar pek çok konuya değindi. Biz de TD’nin 128 paydaşından biriydik. Arkadaşlar yola çıkmışlardı (TD) ben de bir süre sonra onlara katıldım. Daha sonra zenginleşti, pazartesi toplantılarıyla genişledi. O kadar haklıydık ki fısıldasak bile haykırdığımız zannediliyordu. Tamamen gönüllü bir hak savunucusu olarak yapabileceğim her işin ucundan tutmaya çalıştım. Taksim platformunda basın metinlerine, iletişim koordinasyonundan, toplantı ayarlanmasına kadar gereken ne varsa paylaşarak yaptık. Elbette Taksim’in geçmişten koparılmadan yapılması gereken var. Ama battı çıktılara, yeşil alanın yok edilmesine gerek var mıydı? Hayır bu proje mütaahhit projesine indirgenemezdi. Daha iyi bir Taksim daha iyi bir proje daha iyi bir gelecek istiyoruz diye yola çıktık. Müzakere işlesin, katılım olsun, uzmanların uyarıları kulak ardı edilmesin, tepeden proje istemiyoruz dedik. Yüzlerce ağacı rant uğruna yok edecek, tek deprem sonrası toplanma alanını yok edecek, şehir merkezzini yayalaştırma adı altında insansızlaştıran bir proje istemiyoruz dedik semt derneklerine de danıştık. taksimin herkesinden ifade alanı olarak kalmasını istedik. Elbet Taksim’in düzenlemeye ihtiyacı vardı, bunu mahkemeye sunduk. Taksim’in farklı kesimleri için simgesel yanları da var. Ama Taksim o dönem yüzde 40 küsür oy oranı olan iktidarın yeri olamayacağı gibi yüzde 10-15 olan muhalefetin de olamaz. 1977’i düşündükçe en çok emekçinin meydanı demek istiyorum ama iftardan sonra sevgilisiyle parkta oturanın, taraftarların, kedi köpeğin kuşun halkın meydanı, Taksim bir Kadıköy, Şişli değil, insanların birbirine değmese de yaşayabildiği bir alan. Taksim’i bir otoyol kavşağına çevirecek olan ve her yağışta su basma riski olan battı çıktıları ve işlevi ne olacağı hala netleşmeyen Gezi Parkı’nı yok ederek yapılacak Topçu Kışlası’nı istemiyorduk.Park ve meydan düzenlemesi ayrı ayrı değil bütün olarak alınsın, şehri ilgilendiren projeyi müzakereci bir şekilde uzmanlar ve kamu olarak biçimlendirelim, başarılı bir örnek becerik istiyorduk. Aslında taleplerimizin bazılarında başarılı olduk, yeni battı çıktılar yapılmadı, Topçu Kışlası yapılmadı ama kendimizi başarılı göremedik. Çünkü bunlar 81 ilde kimsenin kılına zarar gelmeden yapılmalıydı. Ama bu kolluk kuvvetlerinin orantısız gücüyle 9 gencimizin ölümüyle oldu. Çantasında Gaviscon taşıyan insanlar bile gözaltına alındı. Gezi milyonların hayırıdır. Sadece 16 kişinin değil. Bu milyonlara haksızlık olur. Yiğit ile konuşmalarımızdan biri Gezi ile alakalı olmasa da bana “kaos yönetiyorsun” dedi diye iddianameye girdi. Oysa ben o dönem bir okulun yatakhanesini yönetiyordum. İddianamede yer alan tüm görüşmeler hukuka aykırı elde edilmiş olmalarını bir kenara bırakırsak toplantı ve gösteri hakkının demokratik bir şekilde kullanılmasıdır. Sonuç olarak somut dayanaktan yoksun asılsız suçlamaları kabul etmiyorum. Hak mücadelesi vermiş biri olarak hiçbir suç işlemedim. Beraatımı talep ediyorum.
“Anadolu Kültür’ün Gezi olaylarının organizasyonunda hiçbir etkisi olmamıştı”
Özerden’in ardından savunma yapan Yiğit Ali Ekmekçi şunları söyledi:
35 yıllık iş insanıyım ve sivil toplumda çalışıyorum. Bugüne kadar insan haklarına saygılı, huzurlu ve mutlu bir ülke için çalıştım. Bilgi Üniversitesi’ne 80 darbesiyle ihraç edilen akademisyenleri davet ettim. Üniversitesi yönetimi olarak çok sayıda tehdide maruz kaldık. Katsayı uygulaması ya da maddi imkansızlıklar nedeniyle eşitsizlikleri burslarla gidermeye çalıştık. 2011’de bilgiden ayrıldıktan sonra Fethiye’de iki ortak ile dil okulu kurdum. Bilgi deki görevim devam ederken Anadolu Kültür’ün kuruluşunda yer aldım. Anadolu Kültür’ün bu iddianamede öne sürüldüğü gibi “Gezi olaylarını finansman ve oganizasyonunda” hiçbir etkisi olmamıştı. Mezapotamya Vakfı’nın kuruluşunda yer almamda Osman Kavala’nın hiçbir etkisi olmamıştır. Kurulma sürecinde Nabi Avcı, Bülent Arınç gibi kişilerle görüştüm. Bunları, hükümeti yıkmak gibi bir amacımın asla olmadığını aksine hayatım boyunca eğitim ve öğretime önem veren kuruluşlarda çalıştığımız göstermek için anlatıyorum. Gümüşsuyunda yaşıyorum. Gezi hayatımın bir parçası, Gezideki ağaçların kesilmesini engelleyen gençlere polis şiddetinin büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Gezi karmaşık bir toplumsal harekettir. Geziyi finanse etmedim. Hiçbri toplantısına katılmadım. Toplantılara katılmak da ayrıca suç değildir, ben sadece bu toplantılarda yer alamadığımı belirtmek istiyorum. Davaya yargılanan 16 kişiden 11’iyle daha önce hiç tanışmadım. Altı ay süren teknik takip boyunca hakkımda iddianameye konan tek kayıt YK’si olduğum Anadolu Kültür’ün girişinde çekilen fotoğraftır. İddianamedeki görüşmelerimden biri kızımla beraber katıldığım 19 Ocak anmasına nasıl gideceğimin bilgisi, bir diğer yılbaşında gideceğim adresi için hangi adresi seçeceğim, üçü arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerdi. 4’ü Kavala ile yaptığım Mezopotamya Vakfı ile ilgili yaptığım görüşmelerdi. Biber gazının TR’ye gelmesini engellemek için yaptığım konuşmaya açıklık getirmek istiyorum. O sırada İnsan Hakları Komiseri TR’ye ziyaret edecekti. Ben de arkadaşım Kavala ile görüşmesinin iyi olacağını düşünerek Osman’a bunu yapmak isteyip istemediğini sordum. Kaldı ki bu görüşme hiç gerçekleşmedi. Mezopotamya Vakfı Genel Sekreteri Ramazan Tunç’un ismi verilmeyen birine gönderdiği mesajın iddianamede neden benimle ilgili yer aldığını anlamadım. Bunun ağırlaştırılmış müebbet istenen bir iddianamenin benimle ilgili yere konması gayri ciddidir. Haberleşme özgürlüğüm dahilinde, dostlarımla yaptığım, hiçbir suç içermeyen telefon görüşmelerime dayanarak yapılan suçlamaları reddediyorum. Beraatımı talep ediyorum.
“Cebir olan ortamda dönemin başbakanı Kuzey Afrika’da seyahate çıkar mıydı?”
Avukat Köksal Bayraktar’ın konuşmasındaki şu sözler salondakiler tarafından alkışlandı:
Biri Silivri Meydanı’nda bu hükümeti devireceğim derse yargılanmaz, akıl hastanesine yollanır. Gezi olaylarıyla mı Türkiye’de hükümet yıkılacak. Düşünürseniz bu fobi olur. İnsanlar rahat konuşamazsa, parklarda diledikleri gibi gezemez, gösteri yapamazsa hakları gece gündüz ihlal ediliyor demektir. Eğer Gezi olayları hükümeti düşürmeye elverişli olsaydı, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bizzat parka gelip, parktakilerle konuşup ‘mesaj alınmıştır’ der miydi? Cebir olan ortamda bu olur muydu? Eğer öyle olsaydı dönemin başbakanı Kuzey Afrika’da seyahate çıkar mıydı?
Murat Başol’un Avukat Köksal Bayraktar çizimi
Bayraktar sözlerinin devamında şunları ekledi:
İddia makamı diyor ki ‘suç işleme iradeleri ortaya çıkmıştır’. Lütfen suç işleme iradesini Gezi’de dolaşmak, poğaça götürmek ya da alkış tutmak olarak anlamayın. Buradaki irade Ankara’daki bakanlar kurulunu zorla devirme iradesidir. Öyleyse neden bu insanlar 7 sene sonra yargılanıyor. İçimizde düşünce özgürlüğüne emek vermiş üstatlarımız var. Sınırlılıkan sınırsızlığa geçilmiştir. Lütfen kavramları soyut olarak ele almayın. Düşünce özgürlüğü sınırsızsa, TR’de dernek kurmak özgürlüğü de sınırsızdır. Toplanma özgürlüğü de sınırsızdır. Toplanma özgürlüğü düşünce özgürlüğünün devamıdır. Düşünce özgürlüğü sınırsız olup toplanma sınırlı olmaz. maddeyle ilgili cebir ve şiddetin olmadığı, harrekerlerin elverişlilik ilkesine dahil olmadığına beyan ettik İddia makamı diyor ki, 312/2 de “bu suça bağlı olarak işlenen suçlardan dolayı bu iddianameye dahil olan sanıklar…”. kedinin köpeğin öldürülmesi, otomobilin camının kırılması… Okurken mizah yazısı mı okuyorum dedim. Tüm bunlar 312/1 i işlemek için meydana getirilen suçlar mı? Ama iddia makamı diyor ki: “TCK 312/2 tanımlanan şekilde 312/1 deki suçu işleyen şüphelilerin atılı suçların işlenmesi sırasında işlenen diğer suçlardan da sorumlu olacağını, şüphelilerin gezi kalkışmasını organize eden grubu….” “…dolaylı fail olarak bu maddeler hükümleri çerçevesinde sorumlu oldukları anlaşıldı.”TCK der ki özgün suçlarda memurların suçlarında arkadaki suçları azmettiren olarak yargılanır. Burada memur yok ki. Objektif sorumluluğu ceza hukukundan kaldırıldığında Orta Çağ’a dönersiniz. Taksim’de bir takım hareketler yaparken Kars’ta işlenen suç nasıl benim sorumluluğum olur? Gezi olayları mayısın ikinci yarısında başlamış. Haziran sonunda sona ermiştir. Haziran 2013’de Bugün Haziran 2019. 6 yıldır TR bakanlar kurulunun yönetimi altında bulunuyor. Müvekkilim Kavala 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı. İddianamede var. Ama iddianamede olmayan şey 16 iddianamenin yazılmasını bekledi. 16 ay boyunca “benim suçum nedir” diye parmaklıklar ardında bekledi. Bu kişilerin adil yargılanma, belgelere ulaşma, masumiyet hakkını ihlal eden bir durumdur. 1 yıl 4 ay boyunca müdafiileri olarak 20 defa müracat ettik ama taleplerimiz reddedildi. Sonra nihayet 4 ay sonra huzurunuza çıkabildik. Yani Kavala gözaltına alındıktan 20 ay sonra AİHM’in son kararı çıktı. TR’deki örgütlerden biriyle ilgili olarak bize çok benzeyen bir olay var. Bu durumdaki kişinin artık özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz. Bu nedenle müvekkilimin tahliyesini arz ve talep ediyorum.
Sanıkların savunmaları ve avukatların beyanlarının ardından savcı mütalaasını açıkladı. Savcı bir kısım sanıkların yasak delil olarak dinleme kayıtlarının dosyadan çıkarılması talebinin reddini, hakkında yakalama kararı bulunan sanıkların hakkındaki yakalama kararlarının infazının beklenmesine, Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu’nun hakkındaki mevcut delil durumu gerekçesiyle tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini talep etti.
Ara kararını açıklayan mahkeme, hakkında yakalama kararı bulunan sanıklar için çıkarılan yakalama kararının infazının beklenmesine hükmetti. İnanç Ekmekçi’nin bir sonraki celsede hazır olması ve savunmasının alınmasına, Çiğdem Mater ve Mine Özerden hakkındaki adli kontrol talebinin devamına; Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesine ve Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verdi.
Bir sonraki duruşma 18-19 Temmuz’da Silivri Cezaevi Adliyesi’nde görülecek