ETHA, Polen Ekoloji aktivisti Sultan Gülsün ile yaptığı özel haberde emek ve ekoloji ilişkisi üzerine konuşmalarını şu şekilde aktarıyor.
Türkiye’de iktidarın neoliberal, sermaye odaklı rant politikaları nedeniyle her gün iş cinayetleri yaşanıyor. İnsanın bedenini, emeğini sömüren sermaye, işçilerin sağlığını ve yaşam hakkını tehlikeye atıyor. Termik santraller, maden ocakları vs. projelerde çalışan işçiler doğrudan zehirli gazlara maruz kaldığı için meslek hastalığına yakalanıyor. Bu nedenle emeğin ekolojik yıkımı genel literatürde “meslek hastalıkları” olarak ifade ediliyor, burjuva hukukuna dahil ediliyor ancak hiçbir denetleme, raporlama ve cezai sorumluluk gibi kriterler uygulanmıyor.
Üretenler olarak özgürlüğümüz, ücretli köleliği ve meta üretiminde üretilen artı değerin özel mülkiyetini durdurmayı gerektiriyor
Gülsün’ün Kostis Palamas’ın “Teriyle dünyanın ekmeğini mayalandıran, elleri kılıçtan kuvvetli, zincirleriyle kazıp toprağı zenginleştiren işçileriz biz. Kardeşlerim, sarılın” dizelerine işaret ederek 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 53.yılında olduğumuza dikkat çektiğinin belirtildiği haberde, büyük işçi direnişinin öğretisi ile kapitalizmi yenebilecek tek gücün işçi sınıfı olduğunu belirttiği aktarıldı. Sermayenin yeniden üretimini tamamen yok etmenin önemini açıklayan Gülsün: “Temelini sınıf ayrımı ile özel birikime zemin hazırlamış uzun bir tarihsel sürece dayandıran kapitalizm, kendi içerisinde kullanışlı bu sistemi devam ettirmeyi görev edinen sermaye temsilcilerinin ortaklık kurduğu hükümetler aracılığı ile iç muhalefeti zayıflatarak toplumsal baskıyı tıpkı o günlerde olduğu gibi şimdi de artırıyor. Üretenler olarak özgürlüğümüz, ücretli köleliği ve meta üretiminde üretilen artı değerin özel mülkiyetini durdurmayı gerektiriyor” dedi.
Sistemi değiştirmek için tabandan örgütlenmiş bir toplumsal hareket gerekli
Haberde, işçi sınıfının sermaye ile çatışmasının altını çizen Gülsün: “İşçi sınıfının bu kapasiteye sahip olmasının nedeni stratejik olarak konumlandırılmış olmasıdır. Çünkü işçiler onu üretirler. Bir toplumsal oluşum içinde karlı bir şekilde tüketilemeyecek tüm fazla metaları satmak için, kapitalizmin yapısal olarak ‘genişlemek ya da ölmek’ zorunda olması gerekir. Gelin görün ki araziler bozulup doğal varlıklar kendilerini yenilediğinden daha hızlı tükendikçe ele geçirme ve eşitsiz ticaret şeklinde sürecine devam ediyor. Doğa üzerindeki çatışmalar derinleştikçe ve mülkiyetin temsil ettiği hırsızlık devam ettikçe sistemi değiştirmek için tabandan örgütlenmiş bir toplumsal hareket gerekli. Sonlu bir gezegendeki bu ekonomik modeldeki sorun açıktır. Süreç, kararlı davranmazsak, çok yakın bir felaketle karşı karşıya kalacağımız bir aşamadadır” dedi.
Sera gazlarının salımında en büyük sorumluluğu taşıyanların çok uluslu şirketler olması şaşırtıcı değil
Sözlerine “Kapitalizm kendisini korumaya ve diğer alternatifleri kapatmaya önemli miktarda kaynak ayıran bir sistem tarafından üretiliyor” diyerek devam eden Gülsün, tüm kapitalist ülkelerde bunu sağlamak için lokomotif sektörler olduğunu dile getirdi ve devam etti: “Emeğin ekolojisi perspektifi bize bu durumu daha anlaşılır hale getirecektir ki sermaye bunu kalkınma olarak niteliyor biz de ‘ekstraktif kalkınma’ olarak tanımlıyoruz. Ekstraktif sektörlerdeki sömürü tek boyutlu değil üstelik, ekolojik boyuta ek olarak birde emek boyutu var. Uzun çalışma saatleri, güvencesiz şartlar ve düşük ücret gibi etkilerle birlikte yeni yağma ve mülk edinme mekanizması oluşuyor bu alanda. Maliyeti olarak ise karşımıza çevresel yıkımlar çıkıyor. Maliyet durumu sorgulanmadığı için bu yaklaşımlar tarihsel analizden yoksun ve temel problemlerle bağlantısı kurulamamış halde. Ekstraktif faaliyetlerin yoğunlukla etkilerine dahil olduğu aslında büyük ölçüde kömürün yanmasından dolayı iklim krizini bugünden başlayarak yaşıyoruz. Sera gazlarının salımında en büyük sorumluluğu taşıyanların çok uluslu şirketler olması şaşırtıcı değil.”
Ekstraktivizm, kenti ve doğayı hedef alan bir tahakküm projesi
Gerekli değişiklikler için bir devrimin yapılmasını vurgulayan Gülsün: “1988’den bu yana emisyonların yüzde 71’inden sorumlu olan fosil yakıt endüstrisi ve diğer karbon yoğun sermaye sektörleri (çelik, kimyasal, çimento vb) oturup devrim yaratan değişikliklere izin vermeyecek tabi ki. Bunu yapabilecek güç, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmakla kalmayan aynı zamanda sermayenin karlarını içeriden kapatmak için stratejik güce de sahip olan işçi sınıfındadır. En nihayetinde fosile bağımlı bölge ekonomilerinde, siyasilerin ‘rant kollayıcı’ politikalara sarıldığını gördük. Bu aynı zamanda halkın neden yoksulluk içinde yaşadığını ifade ediyor. Bir nesilden biraz daha uzun bir sürede (1988’den beri) tüm tarihi emisyonların yarısı salındı. Değişen yağış düzenleri yirmi yıl içinde buğday, mısır ve pirinç gibi tahıl üretimini tehdit etmeye başladığında ve işçiler üretemeyip beslenemediğinde daha net anlayacağız. Ardından 2070 gibi erken bir tarihte gölgedeki sağlıklı insanları bile 6 saat içinde öldürecek nemli sıcak hava dalgaları oluştuğunda artık yaşayamayacağımız da aşikar. Yerel toplulukların yerinden edilmesi, topluluk ilişkilerinde kopmalar, yaşam görüşlerinin erozyonu, daha fazla suçla artan şiddet meyli, yolsuzluk ağları gibi çoğul etkiler kendini bu kıskaçta göstermeye başlıyor. Yerel üretimde kırılma, ücret gelirlerinde artan asimetriler ile de ekstraktivizmin, kenti ve doğayı hedef alan bir tahakküm projesi olduğunu anlıyoruz.” dedi.
Kapitalizm ancak işçi sınıfının önderliğindeki devrimle yenilebilir
Konuşmasına işçi sınıfı önderliğindeki devrime dikkat çekerek devam eden Gülsün: “İşçi sınıfı kendini özgürleştirerek diğer tüm sınıfları ve tüm dünyayı kapitalizmin pençesinden kurtarabilir. Kapitalizm ancak işçi sınıfının önderliğindeki devrimle yenilebilir. Bu nedenle, gezegeni kurtarmakla veya kapitalizmin uyguladığı baskıları sona erdirmekle ilgilenen herkes sermayeyi zayıflatmanın yanı sıra işçi sınıfının mücadelelerini büyütmek ve desteklemek sorumluluğunu da taşıyor.” dedi.