Fehim Taştekin’in Gazete Duvar’da Gazze işgali üzerine yazdığı son yazı (Hadi Devreleri Yakalım, 4/12/2023), okurların aklına ve vicdanına hitap ederek “Filistin davasını destekliyoruz ama Hamas’ın siyasi ve askeri çizgisini yanlış buluyoruz” benzeri cümleleri, İsrail’in planlarına ve pratiklerine hizmet eden “sefil mazeretler” olarak niteliyor. Sözünün özellikle “ilkeli sol çevrelere” yönelik olduğunu vurguluyor ve bölgede farklı siyasi özneler arası ilişkilerin aldığı karmaşık halleri alt alta listeledikten sonra anlaşılan o ki “bedeli ağır da olsa Filistin davasına ayrımsız destek” çağrısında bulunuyor. Bu çağrıdan, taraf olun yoksa bertaraf bile değil işgalci ve sömürgeci Siyonist apartheid rejiminin hizmetkârı olursunuz anlamı çıkıyor.
Taştekin’i okuyunca insanın paraya kıyıp birkaç pet şişe dolusu koyu renkli gazoz alarak ortalığa dökesi, Starbucks’ta kahve içen gençlerin üzerine saldırası, sinagog duvarlarını Yahudi nefreti yüklü sloganlarla kirletesi, Ayasofya’da cumaya gidip minberde kılıç çekmiş Diyanet başkanına tekbirle eşlik edesi geliyor. İyice gaza gelerek yerel ülkü ocaklarına başvurup adını bir türlü yola çıkamayan Gazze tugayları listesine yazdırmak da bu çağrıya uygun bir yanıt olabilir. O esnada gemiler kalkar Mersin limanından sessizce… Demokrat muhalefet ve sol onları yapmıyor ama iki aydır İsrail limanlarına kalkan o gemileri, devletlu sahiplerini ve kargo muhtevasını yüksek sesle konuşuyor. An itibarıyla İsrail şiddetine karşı elden gelen tek etkili eylem gibi görünüyor ve bunun için Hamas tellalı olmak şart değil; aksine sesi en yüksek perdeden çıkan dini bütün iş adamlarının İsrail’le en çok iş tutanlar olduğu biliniyor.
Hamas’ın kurulduğu 1987’den bugüne Filistin kamuoyu içinde sürekli artan bir karşılık bulmuş olması, Gazze’nin 2007’den bu yana Hamas egemenliğinde oluşu ve Batı Şeria’da da muhtemelen (çünkü Filistin seçimleri bir türlü yapılamıyor) en popüler siyasi akımın Hamas olması, Filistin mücadelesiyle uluslararası sol akımların birlikte hareket ettiği zamanlardan farklı bir çağda yaşadığımızın buruk göstergeleri. Aynı durum, Filistin’e destek çizgisindeki uluslararası değişimde de görülebilir. Siyasal İslam’ın türbe yeşili, 1970’li yılların kızıl bayrağına bir ton olarak eklemlenmek ne kelime yan yana durmak bile zûl geliyor; kenara iteleyerek onun yerini alma derdinde. Batı kentlerinin meydanları, Müslüman mülteci kitlelerin küresel cihat sloganlarıyla çınlarken dünyanın bütün emekçilerinin ezilen halklarla birlikte anti-emperyalist mücadeleye çağrıldığı zamanlar, nostalji malzemesine dönüşüyor. Türkiye’ye dönersek, Filistin’le dayanışma ‘ihalesini’ de tekeline alan oportünist ve kleptokratik İslamcı nomenklatura karşısında saklanan değneğin “kavramlar üzerinde dans eden ilkeli tayfa”nın sırtında paralanması hiç de adil bir durum gibi görünmüyor. Bu çizgide bir ‘mazeretçilik’ eleştirisinin, cumhurbaşkanına methiye düzmek için epeydir aramakta olduğu anlaşılan vesileyi mübarek Filistin davası üzerinden yakalayan Fazıl Say’ın hallerinden öte bir öneri sunması mümkün görünmüyor.
Oysa Türkiye demokrat kamuoyunun ve özellikle sol kesimin eleştirilmesi gereken noktaya bizzat ‘Gazze kasabı’ Netanyahu bir süre önce parmak basmıştı: “Kendi ülkesinde Kürt köylerini bombalayan … gazetecileri hapse atan birinden ahlak dersi alacak değilim.” Böyle kirli bir referans yerine doğrudan Dr. Hamit Bozarslan’ın “Türkiye, Rojava’nın İsrail’idir” hatırlatmasına başvurmak daha etik. İsrail’in misilleme savaşı başlamadan yalnızca günler önce Türk makamlarının Kuzey Suriye’de Kürt kontrolündeki bölgelerde “altyapı ve üstyapı her türlü tesisi ve binayı havadan vurup yerle bir ediyoruz” diye övünen açıklamaları karşısında Türkiye sol kamuoyundan bugün Gazze bombardımanı karşısında çıktığı cılızlıkta bile herhangi bir ses duymak mümkün olmamıştı.
Başkalarını ezen bir halk, solcusu, sağcısı, seküleri, dincisi hiç fark etmiyor: Başkalarını ezen bir halk, özgür ve demokrat olamıyor.