Filistin edebiyatının önemli seslerinden biri olarak kabul edilir; sömürgecilik karşıtı mücadelenin de. İsrail gizli servisi Mossad tarafından 1972’de öldürülen Gassan Kanafani, Filistinli direniş gruplarından biri olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) –Arapların yenilgisiyle sonuçlanan ve İsrail’in topraklarını üç katına çıkardığı Altı Gün Savaşı’nın hemen ardından ve öldürülmesinden beş yıl önce kurulan Marksist-Leninist bir örgüt – sözcülüğünü yaptı. Silahlı ve ideolojik mücadeleyi birleştiren FHKC, işgale karşı olduğu gibi gerici Arap güçlerine (feodal veya kapitalist) de karşı olduğunu gösterdi. Elindeki tüm imkânlarını kullanarak Filistin sorununu sahiplenmeyi ve nihayetinde tarihi Filistin topraklarında iki halkın eşit yurttaş olduğu, laik ve sosyalist bir devlet kurmayı amaçladı
Gassan Kanafani, 8 Nisan 1936’da Filistin’in Akka kentinde doğmuştur. 1948 yılında Nekbe (Felaket) sırasında sürgüne gitmeye zorlanana kadar ailesi ile birlikte Yafa’da yaşamış, sürgün yolunda son olarak Şam’a yerleşmiştir. Bir mülteci kampında yaşadıktan sonra, ailesine katkı sağlamak ve eğitimine devam edebilmek için bir UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) mülteci kampında öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Burada edindiği tecrübeler Kanafani’nin daha sonraki yazılarına yansıyacaktır.
Şam Üniversitesi’nde Arap edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalar sırasında siyasetle ilgilenmeye başlamış ve ardından Arap Ulusal Hareketi’nin lideri Corc Habaş ile tanışmış ve onlarla birlikte çalışmalara başlamıştır. Kanafani, ağır seyreden diyabet teşhisinin konduğu Kuveyt’te birkaç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, Habaş’ın daveti üzerine “Özgürlük” (Al-Hurriyya) dergisinin yazı işleri kadrosuna katılmak için Beyrut’a taşınmıştır.
1961’de Filistinli mültecilerin durumu ile ilgili çalışmalar yapmak için Beyrut’a gelen Danimarkalı öğretmen Anni Hoover ile evlenmiştir. Ertesi yıl ise ilk büyük eseri olan “Güneşteki Adamlar”ı (رجال في الشمس) yayımlamış ve tüm Arap dünyasında takdir görmüştür. Kanafani, Filistin direnişi ve silahlı mücadelenin tırmanışa geçtiği 1960’lı yıllar boyunca gazetecilikte ve edebiyatta çok verimli bir dönem geçirdi.
1967’de Arap Ulusal Hareketi’nin yerini alan FHKC kurulur. Kanafani, partinin yayın organı “Hedef”in (Al-Hadaf) genel yayın yönetmeni olur. FHKC açık bir Marksist yönelimle Filistin topraklarının işgaline karşı direnmeyi ve Filistin’de toplumsal adalete dayalı seküler bir devlet kurmayı amaçlıyordu. 1970-72 dönemi politik ve silahlı faaliyetler bakımından yoğun geçerken, Kanafani bu süreçte FHKC politbüro üyesi ve partinin sözcüsü oldu.
FHKC, İsrail işgaline karşı mücadeleyi, temelde sömürge karşıtı bir direniş meselesi olarak gördü. 1948 ve özellikle 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı yenilgisinden sonra, dağılma ve etnik/kültürel temizlik tehdidi altında olan Filistin ulusal kimliğini yeniden kazanma noktasında, kültürel alandaki mücadele kritik önemdeydi. Bu mücadele, ülkelerini kurtarmanın ilk adımıydı.
8 Temmuz 1972’de Beyrut’ta, Kanafani ile 17 yaşındaki yeğeni Lemis Necim, bindikleri arabaya Mossad tarafından yerleştirilen bombanın infilak etmesi sonucu katledildiler. Ayrıca bu suikast için Lübnanlı yetkililerin İsraillilerle gizli anlaşma yaptıkları da iddia edildi.
Kanafani’nin kız kardeşi bu soğukkanlı cinayet hakkında şöyle yazar:
“8 Temmuz 1972 Cumartesi sabahı, saat 10:30 sularında, Lemis ve amcası birlikte Beyrut’a gidiyorlardı. Onlar yola çıktıktan bir dakika sonra, tüm binayı sallayan çok büyük bir patlama sesi duyduk. İçimizi büyük bir korku kapladı ama bu korku Lemis için değil, Gassan içindi. Çünkü Lemis’in onunla olduğunu unutmuştuk ve patlamanın hedefinin Gassan olduğunu biliyorduk. Dışarı koştuk ve hepimiz Gassan’ı aramaya başladık, hiçbirimiz Lemis’i aramadık. Lemis hala 17 yaşında bir çocuktu, tüm varlığı yaşam isteğiyle ve yaşamla doluydu. Ama bu yolu seçen ve yürüyen kişinin Gassan olduğunu biliyorduk. Daha bir gün önce, Lemis amcasından devrimci faaliyetlerini azaltmasını ve hikâyelerini yazmaya daha fazla yoğunlaşmasını istemişti. Amcasına ‘Hikâyelerin çok güzel’ demiş ve amcası da ‘Hikâye yazmaya geri dönmek mi? İyi yazıyorum çünkü bir amaca, ilkelere inanıyorum. Bu ilkeleri terk ettiğim gün hikâyelerim boş kalacak. Prensiplerimi geride bırakırsam, sen de bana saygı duymazsın’ cevabını vermişti. Genç kızı mücadelenin ve ilkeleri savunmanın en nihayetinde onu başarıya götüren şey olduğuna ikna etmeyi başardı.”
Kanafani’nin cenazesi, yaratıcı direnişin gerçek bir sembolü ve Filistin hareketinin önde gelen isimlerinden olan birine saygısını gösteren binlerce destekçiyi ve sempatizanı bir araya getiren büyük bir olaydı. Laleh Khalili, “Filistin’in Kahramanları ve Şehitleri” (Heroes and Martyrs of Palestine) adlı kitabında Kanafani’den Filistin davasının “örnek şehidi” olarak bahseder:
“Kanafani ‘parti şehidi’ olarak kabul edildi, çünkü Filistinliler için felaket anlamına gelen Nekbe’ye yönelik gösterdiği hassasiyet ve edebi duyarlılık, Filistin direnişine ait birçok simgeyi üretmesi, Filistin devrimci diline yerleşen sözleri ve FHKC’nin sözcüsü olması Kanafani’de kılıç yerine kalemle savaşan milliyetçi entelektüelin ideal örneği olarak bir araya geldi.”[1]
Direniş edebiyatı
Kanafani’yi “devrimci yazar ve gazeteci” olarak tanımlama eğilimi olabilir, ancak bu sıfatların arasına virgül konulmaması tesadüf değildir. Bir keresinde kendisi bu durumu şöyle ifade eder:
“Politik duruşum, romancı olmamdan kaynaklanıyor. Bana göre, siyaset ve roman bölünmez bir bütündür ve kategorik olarak şunu söyleyebilirim ki roman yazdığım için siyasete dâhil oldum, tam tersi değil…”
Edebiyat ve gazetecilik çalışmaları konusunda da kafasında hiçbir ayrım yoktur; fakat her şeyin arka planında Filistin ve Filistin davası vardır. Kanafani, edebiyatın ve genel olarak sanatın bir direniş biçimi olduğu anlayışıyla “direniş edebiyatı” terimini ortaya atar. Bir keresinde, Filistinli yazarların “Filistin için kanlarıyla yazdıklarını” söyler, fakat daha sonra bu ifade birçok kez şiddet çağrısı yapmak için çarpıtılarak kullanılmıştır.
Yine de Kanafani’nin hikâyeleri siyasi broşür gibi okunmamaktadır. Onlar, karakterleri gerçek insanlar olan gerçek hikâyelerdir, Hollywood kahramanlarının değil. Romanlarında işgal altındaki yaşam ya da genellikle sürgün ve mülteci kamplarındaki sıradan Filistinlilerin trajik hikâyesi anlatılmaktadır. Mülteci kamplarında büyüyen Kanafani’nin kendi tecrübeleri, ana karakteri sefalet ve geçmişe özlem içerisinde büyüyen ve Filistinli kimliğini arayan Filistinli bir çocuk şeklinde hikâyelere yansımaktadır.[2] Pek çok kısa hikâye ve roman, fedailere katılan genç erkeklere odaklanmıştır. Bu eserler zayıf iradeli Arap devletlerinin vaatlerini neredeyse 20 yıl boyunca dinledikten sonra, kendilerine “kampların çocukları” diyen genç kuşağın işgale direnmek için doğrudan harekete geçtiği bir dönemde yazılmıştır.
Kanafani’nin en tanınmış eseri, ilk romanı olan “Güneşteki Adamlar”dır. Roman, sürgündeki üç Filistinlinin boş bir su tankerinin arkasında Kuveyt’e kaçırılma hikâyesini anlatır. Fakat kendisi de sürgünde bir Filistinli olan kamyon şoförünün kontrol noktasında tutulması sebebiyle, üç Filistinli yardım dahi çağıramadan boğularak hayatını kaybeder. Romanın önemine dair Edward Said şöyle yazar:
“[…] sürgün edilerek, yerinden edilerek harekete zorlanan Filistinli, kendisi için, kardeş Araplar arasında bile hiçbir şekilde ‘verili’ veya istikrarlı bir gerçeklik olmayan varoluşlarında kendilerine bir yol açmalıdır.”[3]
Kanafani, çoğunlukla edebi eserleri ile tanınırken, aynı zamanda çok sayıda çizim ve resim yapan başarılı bir sanatçıdır. Filistin direniş edebiyatı, Siyonist edebiyat hakkında makaleler yazmış ve Siyonist projenin İngiltere desteğiyle daha açık hale geldiği 1936-39 arasında Filistin’de İngiliz sömürgeciliğine karşı başlatılan isyanı belgelemiştir.
Onun gözünde kitlelerin eğitimi, toplumsal kurtuluş mücadelesinin zaferi için hayati önemdedir. Kanafani’nin çalışmalarının arkasındaki doğal motivasyon şudur: Yazı ve çizimlerini kitlelerin eğitimi ve bilinç inşasının ve dolayısıyla sınıfsal çıkarlarının hizmetine sunmak. Bir keresinde, bir okulda öğrencilere şunları söyler:
“Eğitimin amacı tarihin akışını düzeltmektir. Bu nedenle, ezilenlerin onları uzun zamandır pençesinde tutan çelişkilerden devrimci şiddet sayesinde özgürleşmesi ve yaşayacağı yeni bir tarihsel çağ inşa etmesi için tarihi incelemeli ve diyalektiğini kavramalıyız.”
Corc Habaş gibi, Gassan Kanafani’nin siyaseti de Nasırcı pan-Arabizmden FHKC’nin Marksizm-Leninizm’ine doğru gelişir. Bu geçiş, pan-Arabizm ideolojisinin ve stratejisinin eksikleri ile açıklanabilir. Her şeyden önce, Mısır ile Suriye arasında (bir Birleşik Arap Cumhuriyeti altında) birleşme girişimi 1961’de kesin bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu olay, ilk Arap Ulusal Hareketi’nin açıklamalarında sosyalizm ve Marksizm’e yönelimi artırdı.
Dahası, 1948 ve 1967 savaşlarının yenilgilerinden, ama aynı zamanda 1920’ler ve 30’ların İngiliz egemenliği altındaki ilk silahlı ayaklanmalardan sonra, kurtuluşu Arap ülkelerine ve dolayısıyla bir şekilde pan-Arabist ideolojiye emanet etme fikri Marksizm’e geçişi kolaylaştıracak şekilde bir kenara atıldı. Arap Ulusal Hareketi, Filistin sorununu tüm Ortadoğu’nun merkezi olarak tanımlamaya başladı. Toplumun analizi, Filistin toplumunun homojen görüldüğü ve aynı zamanda Siyonizm tarafından eşit biçimde ezildiği görüşündeki etnik ve milliyetçi bir perspektiften Filistin (ve daha geniş anlamda Arap) burjuvazisinin sorunun bir parçası olarak görüldüğü sınıfsal bir perspektife kaymıştır. Bu bağlamda, FHKC için, ulusal bağımsızlık için sömürge karşıtı mücadele ile sosyal ve ekonomik haklar için mücadele, ayrılmaz bir şekilde bağlantılı görülmektedir. Bu vizyon, FHKC’yi El-Fetih’ten ayıran temel noktadır ve bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.
FHKC’nin 1969’da yayımladığı “Filistin’in Kurtuluş Stratejisi” belgesinde Marksist bir perspektifin benimsendiği açıkça görülmektedir:
“Anavatanımızdaki emperyalist müdahaleyi ortadan kaldırmak için kitlelerin yürüttüğü gerçek bir kurtuluş savaşında, devamı emperyalizmin varlığına bağlı olan ve dolayısıyla kitlelerin yanında yer alamayacak olan Arap gericiliği yalnızca kendi çıkarlarının yanında olabilir.
“Arap gericiliğini düşmanlardan biri olarak sınıflandırmak son derece önemlidir, çünkü bu gerçeğin farkına varamamak, önümüzde net bir vizyona sahip olmamak demektir. Bu sınıflandırmanın yokluğu pratikte, düşman kampın aramızda yaşayan, kitleler önünde savaşın gerçeklerini gizleyen ve fırsat ortaya çıktığında devrimi gafil avlayacak ve ona yenilgiye götüren bir darbe indirecek olan gerçek üslerini ve güçlerini hesaba katmada başarısızlık anlamına gelir.”
FHKC’ye göre, Arap burjuvazisi düşman kampında yer almaktadır ve bu nedenle Filistin’in kurtuluş mücadelesinde onlarla karşı karşıya gelinmesi gerekmektedir. Yukarıdaki açıklama aynı zamanda Batı emperyalizmine karşı da net bir duruş sergilemektedir. Kanafani’nin berrak analizi, Batı emperyalizmini kapitalist sistemin gelişiminin doğal bir çıktısı olarak ele almakta ve belli bir noktada sermayenin kârını daha fazla maksimize edemediğine, dolayısıyla, Batı emperyalizmi kendini sömürgecilik ve/veya emperyalizm yoluyla genişleme ve yeni alanlar ve pazarlar kazanma ihtiyacı içinde olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda Kanafani, dünyadaki anti-emperyalist mücadelelerin birbirine bağlı olduğunu, küçük isyanların dayanışmayı ve köprüleri inşa edeceğini düşünür, çünkü emperyalist sistem “vurduğunuz her yerdedir, ona zarar verdikçe dünya devrimine hizmet edersiniz.”
FHKC bu nedenle Vietnam’daki gibi devrimci hareketleri açıkça destekleyen ve bu düşünceyi Filistin davasına da uygulayan enternasyonalist bir bakış açısı benimsemiştir. Kanafani bu konuda şunları söylemektedir:
“Filistin davası yalnızca Filistinlilerin değil, çağımızda sömürülen ve ezilen kitlelerin davası olarak nerede olursa olsun her devrimcinin davasıdır.”
FHKC’nin Ürdün ve Suudi Arabistan gibi gerici rejimlere yönelik açık eleştirisi ve İsrail işgaline teslimiyet anlamına gelen görüşmelere katılma konusundaki isteksizliği onu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altındaki diğer gruplarla ve özellikle Arafat’ın El-Fetih’iyle karşıt konuma getirir. Kanafani bu yorumlarından dolayı, 1971’de “Hedef”te yayımlanan yazısında Ürdün ve Suudi krallarına “iftira attığı” gerekçesiyle tutuklanmıştır.
Kanafani ve FHKC’nin görüşleri, Avustralyalı bir gazeteciyle yapılan bir röportajda oldukça açık bir şekilde ortaya konmaktadır: Kanafani Batılı gazetecilerin Filistin davasını sunma şeklinin başından beri yanlış olduğuna, Ürdün devletiyle yaşanan özel bir çatışma (1970, Kara Eylül) ele alınırken dahi İsrail işgalindeki tutumun aynı şekilde geçerli olduğuna dikkat çekmektedir.
Bir kurtuluş hareketi ile sömürgeci bir işgalci arasında olacak olan görüşmeleri ya da kendi ifadesiyle “kılıç ile boyun arasındaki bir konuşmayı” reddetmesi de oldukça açık ve nettir.
Kanafani, ölüm ve sefaleti sona erdirmek için teslim olmanın değip değmeyeceği sorulduğunda da tereddüt etmemektedir:
“Bizim için [Filistinliler] ülkemizi özgürleştirmek, haysiyete, saygıya, en temel insan haklarına sahip olmak, hayatın kendisi kadar önemlidir.”
Oğluna hitaben yazdığı bir mektupta Filistinli olmanın anlamını şöyle açıklar:
“Yan odada annene şu soruyu sorduğunu duydum: ‘Anne ben Filistinli miyim?’ Sana ‘evet’ cevabını verdiğinde, tüm eve ağır bir sessizlik çöktü. Sanki başımızın üzerine yukarıda sarkan bir şey büyük bir gümbürtüyle düşmüştü, sonra ise sessizlik. Sonra… Ağladığını duydum. Hareket edemedim. Diğer odada senin endişeli hıçkırıklarından doğan, bilincimden daha büyük bir şey vardı. Sanki kutsanmış bir neşter göğsünü kesiyor ve sana ait olan kalbi oraya koyuyordu… Orada neler olduğunu görmek için hareket edemedim. Yine de uzak bir vatanın yeniden doğduğunu biliyordum: tepeler, zeytinlikler, ölü insanlar, yırtık ve katlanmış pankartlar hepsi etten ve kandan bir geleceğe doğru yol alıyor ve başka bir çocuğun kalbinde doğuyor… İnsanların büyüdüğüne mi inanıyorsun? Hayır… İnsanlar aniden doğar- bir kelime, bir an, yeni bir nefesle kalbine girer. Tek bir sahne onu çocukluğunun en yüksek noktasından aşağıya, yolun engebeliğine indirebilir.”
Şehitler asla ölmez
İsrail devletini tanıma(ma) tartışmasında, Profesör Esad Ebuhalil[4] İsrail’in 70 yıllık varlığının Ortadoğu’nun uzun tarihine nispeten kısa olduğuna dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, zamanı geldiğinde İsrail tarih kitaplarında bir dipnottan fazlası olmayacaktır. Kanafani ise tam bir bölüme layıktır.
Hayatı yarıda kesilmiş olsa da, Gassan Kanafani devrimci bir amaç için fedakârlığın anlamı konusunda net bir anlayışa sahipti:
“Elbette ölüm çok şey ifade eder. Önemli olan nedenini bilmektir. Devrimci eylem bağlamında kendini feda etmek, en yüksek yaşam anlayışının ve insanın hayatı değerli kılma mücadelesinin bir ifadesidir. Bir insanın yaşam sevgisi, halkının insanlarının yaşamına olan sevgiye ve onların hayatlarının sürekli sefalet, ıstırap ve zorluklarla dolu olmaya devam etmesinin reddiyesine dönüşür. Bunun sonucu olarak, militan savaşçının yaşam anlayışı, kendini feda etmenin halkının hayatının kurtuluşu olduğuna ikna edebilen sosyal bir erdem haline gelir. Hayata olan bağlılığın maksimum düzeyde ifadesi budur.”
Kanafani’nin ölüm ilanında, “silahı kalem ve savaş alanı gazete sayfaları olan”, “hiç ateş etmemiş bir komando” olduğu yazılmıştır: “Ve düşmana bir komando birliğinden daha fazla zarar vermiştir.” Açık olan şu ki, Kanafani’nin yazıları ve düşünceleri bugün de güncelliğini korumaktadır, dünyadaki tüm ilerici ve devrimci hareketler için bir ilham kaynağıdır ve çağımızın en haklı davası olan Filistin’in kurtuluşu için verilen mücadelede bir referanstır.
“Bu dünyada tek bir şey hariç her şey soyulabilir ve çalınabilir; bu tek şey, bir insandan bir inanca veya davaya olan bağlılığa doğru yayılan sevgidir.”
Dipnotlar:
[1] Laleh Khalili, Heroes and Martyrs of Palestine: The Politics of National Commemoration (2007), s.133.
[2] “Çocuk Kampa Gidiyor” adlı hikâyede genç anlatıcı, işgalci İsrail ya da başka bir saldırganla doğrudan bir karşılaşma olmamasına rağmen kamptaki sert yaşamı “düşmanlıklar çağı” olarak tanımlar.
[3] Edward W. Said, The Question of Palestine, s.152. Filistinli bir entelektüel ve eylemci olan Said, dünya çapında ses getiren Oryantalizm adlı eserin de yazarıdır.
[4] Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü ve Angry Arab haber bloğu editörü. Yakın zamanda Electronic İntifada için Gassan Kanafani hakkında çok ilginç bir yazı kaleme aldı.
[NenaNews’de 31 Temmuz 2017 ve 5 Ağustos 2017 tarihlerinde iki parça halinde yayımlanan İngilizce orijinalinden Nazlı Koca tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir]