Fransa’da öğrenci intiharları/girişimleri tartışılıyor. Öğrenci sendikası başkanı gençlerin nasıl yalnız bırakıldıklarını yazdı. Almanya’da ırkçılık ve İngiltere’de Kraliçenin gizli yetkisi gündemde
Fransa’da son haftalarda intihar eden ya da intihar teşebbüsünde bulunan öğrencilerdeki artış tartışılıyor. Pandemi döneminde unutulan, hiçbir yardımdan faydalanamayan gençler bir çıkmaz içinde ve birçoğu ancak gıda yardımı yapan kurumlara başvurarak karnını doyurabiliyor. Öğrenci sendikası UNEF, hükümetin bu konuya duyarsız kalmasını kınayarak yeni yardımlar yapılması çağrısında bulundu.
İngiltere’de kraliyet ailesinin ülkeyi soyduğu teyit edildi. Son 20 yılda yasal düzenlemelerle zenginliğini göz önünden çeken Kraliçenin, kendisini doğrudan finansal olarak etkileyen yasa değişikliklerine onay vermeden önce avukatları aracılığıyla değişiklikler talep ettiği ortaya çıktı. Sembolik olduğu iddia edilen “Kraliçenin onayı” uygulamasını Guardian gazetesi tartışmaya açtı.
Almanya 19 Şubat 2020’de ırkçı bir katliamla sarsıldı. Hessen eyaletinin Hanau kentinde iki ayrı semtteki nargile kafelere düzenlenen silahlı saldırıda, çoğu genç göçmen 9 kişi hayatını kaybetti. Hanau Katliamı’nın yıl dönümünde cumhurbaşkanının da katılacağı merkezi bir tören düzenlenecek. Almanya’nın her yerinde ise ırkçılığa karşı eylemler var. Katliamdan sonra ölenlerin yakınları ve antifaşistler tarafından kurulan bir inisiyatif, yaptığı açıklamada, günlük ve kurumsal ırkçılığa, devlet kurumlarının ihmal ve boş vermişliğine dikkat çekerek “Süslü laflar yerine icraat istiyoruz” dedi.
“Öğrenciler için bağımsızlık geliri, derhal”
“2021’de 21 yaşında olmak zor”, 2021’in yeni şakası bu mu yoksa? Hayır, 5 Şubat’ta (Yüksek Öğrenim Bakanı) Frédérique Vidal Twitter’da böyle bir açıklama yaptı. Üniversitelerin kapanmasını gerekçelendirirken “masaya bıraktığı şekerler” ve (özünde) utanç verici olan “Fedakarlıklarınız için teşekkür ederiz, ülkeniz size geri verecek” sözlerinden sonra, öğrencilerin intihar ettiği haberlerinin yaygınlaştığı koşullarda bakanın bu yeni tweeti bir kez daha öğrencilerin gerçek yaşamlarından ne kadar kopuk olduğunu gösterdi.
Bu arada gıda yardımı merkezleri önünde sıralar uzuyor, bizlere başvuran ve çıkmazda olan ve nasıl okuyabileceğini bilemeyen öğrenci sayısı artıyor. İlk kapanma (mart-mayıs arası) esnasında öğrencilerin yüzde 36’sı, birçoğu için tek nefes borusunu teşkil eden işlerine ara vermek zorunda kalmış ve böylelikle ortalama aydı 274 avro kaybetmişlerdi(1). Bugün ise durum her geçen gün daha da kötüleşiyor.
Can çekişerek ölüyoruz. Açlıktan. Kaygıdan. Bu arada hükümet ve Meclisin çoğu üyeleri, gençliğin güvencesiz durumuna cevap verdiklerini “göstermek için” art arda akla mantığa sığmaz ve hiçbir yere varmayan ve bir kuruş bile harcama gerektirmeyen önerileriyle piyasaya çıkıyorlar. Örneğin (Gençlik ve Angajman Devlet Sekreteri) Sarah el-Haïry bu durumdan çıkabilmek için gençlere yurttaşlık hizmeti yapmayı öneriyor (Oysa ki bu ne bir iş ne de bir sosyal yardımdır ve belirtmek gerekir ki okulda başarılı olmak tüm zamanı buna ayırtmayı gerektiriyor). (Macroncu Meclis Grup Başkan Vekili) Stanislas Guerini ise bizlere, öğrencilerin ülkeye zerre kadar yük olmaması için, borç almamızı ve iş hayatımıza 10 bin avro borçla başlamamızı öneriyor.
Rezilliği ve bizim kuşağı aşağılama ve çocuklaştırmayı durdurma zamanı çoktan geldi. Öğrencilerin acil taleplerine cevap vermek ve içinde bulundukları sosyal güvencesizliğe karşı mücadele etmek için, özellikle de burs ve konut yardımlarını arttırarak 1.5 milyar avro yatırım yapma zamanı da çoktan geldi. Fakat yaşadığımız aşırı güvencesizliğin yıllardır iflas eden ve Emmanuel Macron Hükümetinin iktidara gelmesiyle de daha da zayıflatılan sosyal koruma sisteminin bir sonucu olduğunu da görme zamanı da geldi. Öğrencilerin yüzde 73’ünü dışlayan ve miktarları yoksulluk sınırının çok altında olan ve bizleri ebeveynlerimizi bağlayarak çocuklaştıran burs sisteminin de bir sonucudur.
Zira her başvurumuzda bizlerin ebeveynlerimizin gelirine yönlendirilmesi bir soruyu gündeme getiriyor: 18-25 yaşı arasındayken yaşamıyor muyuz? Sanki bizleri yönetenlerin çıkarına geldiğinde sadece varız, bir yandan sorumluluklarımız var (ceza ehliyeti, yurttaşlık görevleri vs…) ama diğer yandan sosyal haklarımız yok. Sürekli çocuklaştırılıyoruz ve gerçek anlamıyla bir seçenek yaratamıyoruz: Her yönüyle ebeveynlerimizin cüzdanına bağlıyız. (…)
Fransa’da genç olmak demek, okurken bozuk, dışlayan, yetersiz, çocuklaştıran bir burs sistemiyle yüz yüze olmak, asgari sosyal yardım RSA’dan dışlanmak ya da mesleki hayata atılırken işsizlik yardımından (Yeterince işsizlik kasasına ödenti yapmış olmamaktan kaynaklı) faydalanamamak anlamına geliyor.
Bizim kuşağın hiçbir koruma filesi yok. Son aylarda yükselen yardım çığlığı iş işten geçmeden duyulmalıdır. Her yıl öğrenci masrafları artıyor, her yıl eğitime ulaşma olanağımız kısıtlanıyor, her yıl sosyal koruması en az olan gençler okulda başarılı olma aleyhine okurken çalışmak zorunda kalıyorlar, her yıl eşitsizlikler daha da derinleşiyor. Zaman tüm öğrencilere bağımsızlık yardımı ve 25 yaşının altında olup da iş arayan her gence RSA yardımının verilmesi zamanıdır.
Bugün ve yarın öğrencileri kurtarmak demek, onlar için bir bağımsızlık yardımını yürürlüğe sokmak demektir, yani evrensel, yaşayabilmek için yeterli ve gencin ailesinin değil kendi durumunu hesaplayan bir yardımın yürürlüğe sokulması demektir.
Tüm öğrenciler için ve en azından yoksulluk sınırının altında olmayan bir yardım bağımsızlığımızı sağlayacaktır. (…). Sayın Vidal, Castex ve Macron, tereddüt etmekten artık vazgeçin ve ülkemiz, bizim ve gelecek kuşaklar için tarihsel kararlar verin: Ölmemize göz yummayın, ülkenin geleceğini koruyun. ’90’lı yıllarda bu sistemi yürürlüğe koyan Danimarkalı komşularımıza bakın, bugün bunun olumlu sonuçlarını yaşıyorlar.
Eğer ülke bizlere gerçekten güveniyorsa, eğer fedakarlıklarımız bizlere tekrar verilecekse, bizleri dinler ve harekete geçersiniz.
(1) Öğrenci hayatı gözlemlenmesi 2020 anketi, “Kapanmış öğrenci yaşamı”.
Mélanie LUCEUNEF
Öğrenci Sendikası Başkanı
Liberation
(Çeviren: Deniz Uztopal)
“Hanau katliamının yıl dönümünde: Laf yerine icraat!”
Yas tutuyoruz ve hatırlıyoruz. Ferhat Unvar, Hamza Kurtović, Said Nesar Hashemi, Vili Viorel Păun, Mercedes Kierpacz, Kaloyan Velkov, Fatih Saraçoğlu, Sedat Gürbüz ve Gökhan Gültekin, ırkçı bir saldırıyla öldürüldüler.
Hanau’daki ırkçı saldırı bir yıl önceydi: 19 Şubat’ta!
Yıl dönümünde Hanau’da federal cumhurbaşkanı ve hessen başbakanı ile resmi bir anma etkinliği düzenlenecek. İcraattan çok sempatik söz, dehşet ve kınama duyacağız. Duyamayacağımız şeyler atılacak adımlar; duymayacağımız şeyler bu tür şeylerin tekrar etmemesini sağlayabilir. Lafa değil icraata ihtiyacımız var.
Bir yıl sonra tantanalı törende söylenmeyecek olanı kendimiz söylüyoruz: Katliam öncesinde, sırasında ve sonrasında yetkililerin başarısızlıklarından, devlet ve eyalet dairelerinin destek ve yardım sağlamadaki beceriksizliğinden ve bürokrasinin soğukluğundan söz ediyoruz. Suç gecesi güvenlik güçlerinin affedilemez suistimalinden, savcılığın ve polisin soruşturmalarda, ipuçlarını takip etmede, yeni tehditleri ciddiye almada, bizi korumada isteksizliği ve aptallığından bahsediyoruz. Yetkililerin ve polisin hayatta kalanlara ve hatta ölülere karşı yaptığı saygısızlık ve aşağılayıcı jestlerden bahsediyoruz. Kurumsal ırkçılığın normal durumundan bahsediyoruz.
Bu bizim için bir yıl sonra yargılıyoruz anlamına geliyor.
14 Şubat’ta online bir buluşmada başarısızlık zincirini, günlük ırkçılığı, kurumsal ırkçılığı konuşacağız. Sadece kederde ortak olmak istemiyoruz. Mücadelede de ortaklaşmalıyız. 19 Şubat’ta Almanya’nın hemen hemen heryerinde anma etkinlikleri yapılacak. Bu etkinliklerin kuru mateme çevrilmemesi için kurbanların adlarını, günlük ve kurumsal ırkçılığı anlatarak öne çıkaralım. Siyasi sonuçlar talep edelim, laf değil icraat diyelim. Geçen yılın acı bir farkındalığı, harekete geçirilen her şeyin sadece hepimiz tarafından harekete geçirildiğidir. Artık korkmamamız için politik sonuçlar olmalı. Hangi biçimde olursa olsun ırkçılık artık hoş görülmemeli, küçümsenmemeli veya görmezden gelinmemeli.
Biz akrabalar, kurtulanlar, kurbanlarız. Failin değil kurbanların adlarının bilindiğinden emin olduk. Boş durmadık, federal cumhurbaşkanı tarafından kabul edildik ve yetkililer tarafından yatıştırıldık. Baştan savulduk. Sessiz kalmadık. Gezdik, irili ufaklı toplantılar yaptık, kamuoyu oluşturmaya çalıştık. Acı çektik ve teselli ettik, birbirimizi sakinleştirdik ve güçlendirdik. Sorunun ırkçılık olduğunu bilen ve anlayan herkesle ağ halindeyiz. Birlikte duruyor ve birlikte mücadele ediyoruz.
19 Şubat’ta korkuya karşı, yaşamak için sokaklardayız: Çünkü hatırlamak değiştirmek demektir.
“Nazilere Ses Yok/Keine Stimme den Nazis” Hanau İnisiyatifi
(Çeviren: Semra Çelik)
“Kraliçenin onayı, anayasal bir rezalettir”
Guardian’ın son günlerde ışık tuttuğu, ‘Kraliçenin onayı’ uygulaması anayasal bir rezalettir. Bu, seçilmemiş bir kişiye, mali açıdan fayda sağlamak için yasa tasarısında değişiklik yapma veya kendisini beğenmediği yasalardan muaf tutma ve bunu kamuoyuna açıklamadan gizli bir şekilde yapma fırsatı veriyor.
Bir milletvekili veya çalışma arkadaşı tasarıyı bu şekilde kendi lehine gizlice etkilemeye çalışsa, buna yolsuzluk denir ve hakkında cezai soruşturma açılırdı.
Saray, ‘Kraliçenin onayı’ uygulamasını tamamen temsili, bir tür antik adetmiş gibi göstermeyi seviyor. “Egemen hükümdarın yasayı engellediğine dair her türlü iddia yanlıştır” diyorlar. Bu hem doğru hem de tamamen yanıltıcı bir duruş. Kraliçe yasayı engellemiyor, çünkü buna ihtiyacı yok. Tasarı saraya ve hukuk danışmanlarına gönderilir, itirazları varsa, Kabine Bürosuna bunları aktarırlar. Yazılı bir kaydı önlemek için bu günlerde hiçbir irtibat zaten yazılı değildir. Daha sonra tasarı Kraliçenin isteklerini karşılamak üzere değiştirilir, revize edilen sürüm geri gönderilir ve onun rızasını alır. Görüyor musunuz? Hiçbir şey “engellenmedi”.
Saray, sürecin “tamamen resmi” olduğunu da söylüyor. Öyleyse neden Kraliçeye yorum yapması için iki hafta veya fazlası süre veriliyor? Hukuk danışmanları neden sürece dahil? Tamamen resmi olan ve meclisten geçirilen bir tasarıyı yürürlüğe getiren ‘Royal Assent’e bile beş dakikadan kısa bir sürede veriliyor.
The Guardian, Kraliçeye özel isteklerine uyacak yasa tasarısı hazırlama fırsatı verildiği binden fazla örnek tespit etti. Bu rakam daha önce tahmin edilenin çok üzerinde.
Saraydan son mevzuat için hangi değişikliklerin istendiğini bilemeyiz. Saray, kraliyet faturalarını ödeyenlerin meraklı gözlerinden uzakta, karanlıkta çalışmayı tercih ediyor. Ancak, yeni tarım yasalarının Kraliçenin geniş, şahsi Sandringham arazisi üzerindeki etkisinin özenle dikkate alınacağı üzerine paramı basarım.
Bilgi Özgürlüğü Yasası’nın (Freedom of Information) gerçekleri belirlemeye yardımcı olacağını düşünebilirsiniz. Ancak, yine Kraliçenin rızasıyla yürürlüğe giren, tamamen İngiliz bir kısır döngü uyarınca kraliyet hakkında bilgi alma, kamu sektörünün başka hiçbir bölümü için geçerli olmayan muafiyetlere ve kısıtlamalara tabi. Fakat kraliyet kamu sektörünün bir parçası. Bazıları kamu görevi gerçekleştiriyorlar ve bunlar kamu cüzdanından ödeniyor.
Kraliyete uygulanan yasanın orijinal şartları çok sıkıydı. Ancak, tahtın varisi Prens Charles’ın siyasi meselelerde bakanlara uygunsuz şekilde baskı uyguladığını gösteren, “Örümcek mektupları” ayrıntılarının Guardian tarafından yayımlamasını takiben, sarayın baskısına yanıt olarak daha da sıkılaştırıldılar.
Ancak kraliyet ailesinin utanç verici gerçeklere verdiği yanıt, bir tekrarı önlemek için davranışı değiştirmemekle kalmayıp her zamanki gibi çürük ahşabın üzerini boyamaktır. Bu, para söz konusu olduğunda daha da doğrudur.
Ve Ne Yapıyorsunuz? (And What Do You Do?) adlı son kitabımda yer verdiğim gibi, Windsor Malikanesi yirmi yıldan kısa bir süre önce bütün kraliyet miraslarının artık halka kapalı olması gerektiği konusunda bir mahkeme kararı aldı. Bunun nedeni açık: İngiliz halkının bağışları sayesinde ne kadar para biriktirdiklerinin ortaya çıkması çok utanç verici olurdu. Ve başka bir benzersiz vergi muafiyeti sayesinde ne kadar miras vergisi ödemedikleri teşhir edilirdi.
Kraliçe 1970’lerde rızası silaha dönüştürülerek, yatırımlarının niteliğini ve kapsamını hükümete beyan etmekten muaf tutuldu. Merkez Bankası Adayları (Bank of England Nominees) adı verilen yapay bir yapının karmaşık şekilde yaratılması, sadece gerçeği kamuoyuna karşı korumak için bir yöntem.
Bu yatırımların doğası hakkında, ünlü Cayman Adaları da dahil olmak üzere offshore vergi cennetlerine büyük meblağlar yatırıldığını gösteren Paradise Papers’ın, 2017 yılında ortaya çıkmasıyla fikir sahibi olduk. Bir lehtar, binlerce zayıf ve savunmasız bireyden faydalanmakla suçlanan bir perakendeci olan BrightHouse’du.
Ancak sarayı gerçekten endişelendiren Kraliçenin zenginliğini ortaya çıkarmak zorunda kalması korkusudur. Kraliçenin 1 milyar sterlinin üzerinde bir servete sahip olduğunu tahmin ediyorum.
Eski kraliyet bütçesinin yerini alan Egemen Hibe Kanunu 2011, doğal olarak Kraliçenin rızasını gerektirecekti. Buna, kendi ev ödevine not vermek denir. 2011 Yasası deniz aşırı rüzgar türbinleri için deniz yatağı kullanımından elde ettiği milyonlarca kazanç dolayısıyla Kraliçenin servetini büyük oranda artırdı; bu kazanç 2011 öncesi tamamen Hazineye gidiyordu. Kraliyet bütçesi kendisine 2010/11’de 7.9 milyon sterlin sağladı. 2018/19 yılında Egemen Hibe Kanunu ona 82.8 milyon sterlin verdi. O ülkeyi soyuyor.
Kraliçenin onayı uygulaması 18. yüzyılda başladı. O zaman bile oldukça şüpheliydi. Şimdi, 21. yüzyılda demokrasiye karşı bir hakarettir. Diğer Avrupa monarşileri ülkelerine hizmet etmeyi görev olarak görüyor. Bizim kraliyetimiz, ona hizmet etmeyi ülkenin görevi olarak görüyor. Sadece bizim ülkemizde halka vatandaş değil, resmi olarak hâlâ kul olarak hitap ediliyor. Bu kraliyet küstahlığı ve kendine hak görme duygusu boğucu.
Yine de Kraliçenin onayı bir prosedürdür. Aslında bu sadece bir meclis prosedürü meselesi ve Avam ve Lordlar Kamaralarının kararları ile kolaylıkla ortadan kaldırılabilir. Aslında yeni bir yasaya bile gerek yok. Parlamento bunu yapmayı tercih ettiği takdirde bir gün içinde sona erdirebilir. Bunun yapılması gerekir.
Pek çok parlamenter sürecin daha önce farkında olmadıklarını savunacak. Fakat şu anda farkında olmamaları mümkün değil. Kraliçenin Augeas ahırlarını temizlemenin vakti geldi.
Norman BAKER
The Guardian
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)