10.7 C
İstanbul
29 Kasım Cuma, 2024
spot_img

Filistin’i yalnız bırakmayın* | Doğa Öner – Kaya Turan

"Bir taraf ezen, diğer taraf ezilen. Bu dinamiği tanımayan herhangi bir mistikleştirme, herhangi bir taraf için kurtuluşa giden bir yola işaret etmiyor, ancak statükonun devamını destekleyen bir kafa karıştırıcılık yaratıyor. Bu nedenle Filistin halkının öz kurtuluş hakkını destekliyoruz. İsrail’in meşru müdafaa söylemini sadece tersine çevirmek değil, aynı zamanda onu aşmak gereklidir. Filistinlilerin yerleşimci devlete karşı savaşma hakkı var. Bu sadece ahlâkî bir hak değil, aynı zamanda uluslararası düzenleme ve kanunların işgal altındakilere tanıdığı hukukî bir haktır. Tüm akademisyen ve gazetecileri yerleşimci-kolonizasyona karşı direnmeye çağırdığımız gibi herkesi kendi coğrafyalarında Filistin’e destek için sokaklara çıkmaya çağırıyoruz. Filistin davası tüm ezilen halkların davasıdır. Bu, sol için tüm coğrafyalarda uluslararası niteliğini tam olarak kazanması gereken uluslararası bir davadır."

[1]“Yaşamadan önce öldüm
bir mezarda yaşadım daha önce bir kere
şimdi yeteri kadar büyük olmadığını söylüyorlar
bütün ölümlerimi tutmaya”[2]

9 Ekim 2023’te Ortadoğu’nun sözde tek demokrasisinin Savunma Bakanı televizyona çıktı ve bütün bir halkı tarihî bir cezayı hak eden “insan hayvanlar” olarak nitelendirdi. Bu, Netanyahu’nun İsrail uçaklarının sivilleri bombaladığı görüntüleri tüm dünyayla X üzerinden paylaşmasından sadece bir gün sonraydı; ve bu paylaşımı Gazze’deki 2 milyon Filistinlinin tüm temel ihtiyaçlarının tamamen engellenmesi ve eski bir İsrailli generalin Gazze’de “eşi benzeri görülmemiş bir insanî felaket” yaratılması gerektiği yönündeki açıklamaları izledi.[3]

İsrail, saldırısına başladıktan sonra sadece birkaç gün içinde kimyasal silah kullandı, yerleşim yerlerini, hastaneleri, ambulansları, bir üniversiteyi, camileri, kiliseleri ve şehrin altyapısını bombaladı. 12 Ekim itibariyle 2’si sığınak olmak üzere 20 UNRWA[4] okuluna bomba yağdırdı. İsrail güçleri Batı Şeria’da Filistinlileri öldürdü, ardından yerleşimciler cenaze törenine ateş açarak bir Filistinliyi daha öldürdü. İsrail, bir işgale hazırlandığını bildirdikten ve Filistinlilere Kuzey Gazze’yi boşaltmalarını söyledikten sonra IDF tarafından gösterilen rotaları izleyerek bölgeden kaçan araçları bombaladı. 6 günde Gazze’ye atılan bombaların toplamı 6.000; yani ortalama neredeyse her 1,5 dakikada bir bomba.

Bu kitlesel katliamı gizlemek için hiçbir girişimde bulunulmadı; açık ve maksatlı, ülkenin başbakanı tarafından topluma yayınlanarak ve kendilerini insanlığın öncü güçleri olarak tanımlayan devletler tarafından desteklenerek ilerliyor. Merkezi New York’ta bulunan Anayasal Haklar Merkezi’nin 18 Ekim tarihli acil hukukî açıklamasında belirttiği üzere: “İsrail, işgal altındaki Filistin topraklarında ve özellikle Gazze Şeridi’ndeki Filistin halkına karşı soykırım suçunu, eğer aktif olarak işlemiyorsa, işlemeyi planlamaktadır” ve ABD de suç ortağıdır.[5]

Filistinli şair Jehan Bseiso bu satırları yazdığında 2014 yılıydı:

“Uzaydan bile Gazze ateşler içinde,

UNRWA okullarında sığınan çocuklar

(vuruldu),

Hastanelerde yan yana büzüşmüş bütün aileler (vuruldu),

Sen karanlığın içinde hareketsiz otururken, bu seferkinin,

Seni ıskalayacağını umuyorsun”[6]

Yoksa bombaların silahlardan daha insancıl bir şekilde öldürdüğünü mü düşünüyordunuz? Gazze sık sık dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak tanımlanıyor. Oysa bir hapishane Filistinlilerin işlemediği bir suçu ima eder. Gazze, işgal altında olan, on yıllardır ayrım gözetmeksizin öldürülen ve %40’ı çocuklardan oluşan 2 milyon insanı barındıran bir toplama kampıdır.[7] Filistinlilerin %68’inden fazlası gıda güvencesinden yoksun şekilde açlık içinde yaşamakta, bölgeyi terk edememekte ve sürekli olarak şiddet ve insanlıktan çıkarılma gerçeğiyle yüzleşmektedirler. BM Genel Sekreteri 2021’de Gazze’yi çocuklar için “yeryüzündeki cehennem” olarak tanımlamıştı; Gazze’deki 10 çocuktan 8’i duygusal sıkıntı yaşamakta ve %55’i intihar düşüncelerine sahip.[8] Son saldırıdan önce, 2023 yılı, Batı Şeria’da çocuklar için bugüne kadarki en ölümcül yıldı: 18 Eylül’e kadar 38 Filistinli çocuk öldürüldü ki bu da işgal altındaki topraklarda her hafta bir çocuğun ölümüne denk geliyor.

CUNY (City University of New York) Yahudi Hukuk Öğrencileri Derneği üyeleri “kendi kaderini tayin etme yönündeki haklı mücadelesinde Filistin halkıyla tavizsiz dayanışma içinde olduklarını” ifade ettikleri açıklamalarında şunu yazıyor: “Frantz Fanon, küresel sömürgecilik karşıtı mücadeleye ilişkin analizinde ‘İsyan ediyoruz çünkü birçok nedenden ötürü artık nefes alamıyoruz’ diye yazmıştı. Filistin halkının durumu işte budur…”[9] Fanon’a ve Yeryüzünün Lanetlileri’ne yapılan atıf, bizi Cezayir bağımsızlık savaşının bağlamına ve tarihine işaret eden öğretici bir atıftır. Filistin’de on yıllardır süren yerleşimci sömürgeciliğinin doruk noktasına ulaştığına tanıklık ederken, tarihimizi ve dekolonizasyon metinlerimizi hatırlamamız gerekiyor.

“Silahlı mücadelenin varlığı, insanların sadece şiddetli yöntemlere güvenmeyi seçtiğini gösterir. Yerleşimcinin, sadece zor dilinden anladığını söylediği yerli, kendini zorla ifade etmeye karar vermiştir. Aslında, her zamanki gibi, özgürlük için seçmesi gereken yolu ona yerleşimci göstermiştir. Yerlinin seçtiği argüman yerleşimci tarafından hazırlanmıştır ve ironik bir rol değişimiyle, şimdi yerli yerleşimcinin zordan başka bir şey anlamadığını doğrular.” (Fanon, 84).[10]

İsrail pek çok tarihçi ve siyaset teorisyeni tarafından yerleşimci-kolonici bir ülke olarak kabul edilmiştir. Bir yerleşimci-koloni ülkesi, yerleşimciler tarafından mülksüzleştirme ve şiddet yoluyla yerli halkın toprakları üzerinde kurulan ve iki halk arasında baskı, sömürü ve eşitsiz ilişkilere dayanan bir ülkedir. Bu şekilde, yerleşimciler aynı zamanda işgalcidirler. Ancak, belirli bir ülkenin diğerini bir savaş sırasında, geçici bir süreliğine işgalini de burada algılamamalıyız. Yerleşimci-koloni devletleri, orada yeni bir koloni devlet kurmak amacıyla, süresiz bir işgal doğrultusunda hareket ederler.

Filistin örneğinde, yerleşimciler 1948’de Filistinlileri etnik temizlikten geçirerek İsrail’i inşa etmiş ve o tarihten bu yana ilhak, savaş ve şiddet yoluyla yayılmalarını sürdürmüşlerdir. İsrail, yerleşimci devletinin genişlemesine dayanarak hala sınırları tam olarak belirlenmemiş bir ülke olmaya devam ediyor; Batı Şeria üzerinde egemenliği olduğunu iddia ederken, bölge resmî olarak İsrail’in dışında kalıyor. Aynı zamanda, tarihçi Shira Robinson’un açıkladığı gibi, yerleşimci dinamiği, yerleşimci devletinin kuruluşundan bu yana, yerleşimcinin Filistinliler karşısındaki yapısal konumu aracılığıyla, günümüz İsrail’inde hâlâ mevcuttur.[11]

Dolayısıyla Filistin tarihini yerleşimci-kolonicilik tarihinden ya da ona karşı mücadeleyi Haiti’den Cezayir’e kadar uzanan bağımsızlık ve kendi kaderini tayin etme mücadelesinden ayırmanın hiçbir manasını görmüyoruz. Bu durumların hiçbirinde ezen-ezilen, yerli-yerleşimci ekseni düşünülmeden bir şey anlaşılamaz.

Buna şiddet de dâhildir. 20. yüzyılın solu, kolonizasyon gerçeğini yakından biliyordu; ayrım gözetmeyen herhangi bir şiddeti “kutlamadılar;” bunun yerine şiddeti doğuranın bizzat sistem -kolonicilik- olduğunu ve şiddetin bu bağlam çerçevesinde anlaşılması gerektiğini biliyorlardı.

Cezayir Devrimi’nin altı yılı boyunca yaşanan tartışmalar günümüzün söylemleriyle çarpıcı benzerlikler taşıyor. Şimdi geriye dönüp bu metinlere baktığımızda, entelektüellerin o zamanlar bugün olduğundan daha zor görev ve durumlarla karşılaşmadıklarını görüyoruz. Koloni ülkelerden entelektüellerin (Fanon gibi) yanı sıra; Fransa’daki sol -özellikle Sartre ve De Beauvoir’ın da içinde bulunduğu- Cezayir savaşının altıncı yılında hâlâ Cezayir’e destek çağrısında bulunabiliyorlardı. Hatta Fransız halkını Cezayir direnişine yardım etmeye çağırıyorlardı. Sartre, kendi ülkesinin kolonizasyonunu kınıyor, hiçbir mazeret gereği duymadan Cezayir halkının yanında yer alıyor ve Fransız halkının Cezayir konusundaki sessizliğini kınıyordu. Aynı zamanda Yeryüzünün Lanetlileri’ne yazdığı önsözde sözde tarafsız olan yurttaşlarına-“ne kurban ne de cellat olduklarını söyleyen, şiddet karşıtlığının savunucularına” hitaben: “pasifliğiniz yalnızca sizi ezenlerle aynı saflara yerleştirmeye hizmet ediyor” diye sesleniyordu. Şiddetin kaynağının sömürge sisteminin kendisi olduğunu ve kurtuluşun bu sistemin ortadan kaldırılmasını gerektirdiğini savaş boyunca savundu.

Bugünkü yanıtlar bize, Camus’nun liberal kısıtlama, her iki tarafı kınama, gerilimi azaltma, insanlığa çağrı ve daha iyi bir statükonun sürdürülmesi şeklindeki liberal tutumunu anımsatıyor. Camus, durumu, savaştan önce bile bir insanlık krizi olarak gördü ve her iki tarafı kınama düzeyinde kalırken, “öfkesinin ana ve tekrarlanan hedefi FLN’nin benimsediği terörist yöntemlerdi.” Cezayir’deki Fransızların nesiller boyu coğrafyayla geliştirdiği bağları vurgularken, Cezayir’in bağımsızlığını desteklemeden “sivillere yönelik şiddetin durdurulması” çağrısında bulunuyordu.[12]

Tarihsel paralellikler yalnızca bu söylemler düzeyinde de kalmıyor; Arap halkları üzerinde iki yerleşimci-koloni ülkesi olan İsrail ve Cezayir, özellikle Cezayir Devrimi sırasında güçlü bağlar kurmuşlardı. Fransızlar İsrail’den “konvoy bombalama” taktiklerini öğreniyor ve psikolojik savaş teknikleri için İsrail’e danışıyordu. Cezayir’deki Fransız kuvvetlerinin komutanı General Maurie Challe, “İsraillilerin Filistinlilerle başa çıkmak konusunda ‘mükemmel sanatçılar’” olduklarını özellikle vurguluyordu. Challe, Cezayir’de kibbutz modelini uygulamak isteyip bağımsızlık nedeniyle başarısız olurken, İsrail Başbakanı David Ben-Gurion Fransızları Cezayirli Araplara güvenmemeleri konusunda uyarıyordu.[13] Filistin direnişi de aynı zamanda Cezayir devriminden ilham alıyor ve onunla dayanışma içinde ilerliyordu.

Sartre ve Fanon gibi Cezayir’in bağımsızlığını savunanlar için (bu konuda ikisi arasındaki farkları ve Fanon’un Sartre’a eleştirilerini burada ele almamız mümkün değil) yerleşimci-kolonizasyon sisteminin şiddet üzerine kurulu bir sistem olduğu anlaşılmıştı. Burada şiddet tekil bir olay ya da genel düzenin bir istisnası değildir. Şiddet sadece yerli halk için değil, aynı zamanda yerleşimciler için de günlük yaşamın bir parçasıdır. Yerleşimci-kolonizasyon şiddetin kendisidir. Şiddet, Filistin’de şiddet, 7 Ekim’de başlamadı. Bunun kökü inkâr edilemez: yerleşimci İsrail devletinin kurulması. Bu andan itibaren şiddet ortaya çıktı ve orantısız bir şekilde devam ediyor. Yerliyi insanlığın ve tüm insanî değerlerin olumsuzu olarak konumlandırarak insanlıktan çıkarıyor ve bu süreçte yerleşimciyi de insanlıktan çıkarıyor.

Şiddetin gerçekliği yalnızca sivil bombalamalara ilişkin gösteri tweetleri değil; Filistinlileri “diyete sokmak”, onları günlük yaşamda aşağılamak, cenazelerde coplarla saldırmak da buna dâhil. Faili sadece asker ve polis değil; Filistinlileri vuran, devlet yardımıyla evlerine el koyan, Filistin kuyularına beton döken, Filistinlilerin evlerini, zeytin ağaçlarını yakan, onların ürün toplamasını engellemek için her yolu deneyen, asker gelene kadar onları taciz eden İsrailli yerleşimcilerdir. Daha bu yaz, Filistinlilere yönelik Batı Şeria’daki yerleşimci saldırılarındaki artışa tepki olarak, IDF’nin üst düzey sözcüsü bu yerleşimci şiddetini “Filistin Yönetimi’nde terörle ilgisi olmayan sivilleri teröre iten” “milliyetçi terörizm” olarak nitelendirmişti. Benzer şekilde, yerleşimlerin hukuka aykırı olarak genişletilmesi için bizzat mücadele veren Netanyahu bile yerleşimcilere “yasadışı yollardan toprak ele geçirmemeleri” çağrısında bulunmak zorunda kalıyordu.[14] IDF’nin yerleşimci şiddetine terörizm adını vermesi herkesi duraklatması gereken bir nitelemedir. Bu tür yerleşimci eylemleri ve ordu, her yerleşimci-koloni durumunda olduğu gibi, işgali ilerletmek için birlikte çalışan, aynı insanlıktan çıkarma ve baskı sürecinin iki aktif parçasıdır.

Bu nedenle, herhangi bir koloni durumunda şiddetin, yerleşimcileri şiddetin birincil failleri ve sorumlu aktörleri olarak almadan anlaşılamayacağını hatırlamamız gerekiyor. İsrail Komünist Partisi, açıklamasında, ortaya çıkan tüm şiddet olaylarından İsrail hükümetinin sorumlu olduğunu böylece kaydetti. İsrail gazetesi Haaretz’de, Gideon Levy, “İsrail İki Milyon Gazzeliyi Acımasız Bedel Ödemeden Hapsedemez” başlıklı yazısına şu cümleyle başlıyor: “Bütün bunların arkasında İsrail’in kibri var; istediğimiz her şeyi yapabileceğimiz, bunun bedelini asla ödemeyeceğimiz ve cezalandırılmayacağımız fikri. Rahatsız edilmeden devam edeceğiz… Masum insanlara ateş edeceğiz, insanların gözlerini çıkarıp yüzlerini parçalayacağız, sınır dışı edeceğiz, el koyacağız, soygun yapacağız, insanları yataklarından kaldıracağız, etnik temizlik yapacağız ve elbette Gazze Şeridi’ndeki inanılmaz kuşatmaya devam edeceğiz ve her şey yolunda gidecek.”[15] Benzer şekilde, Haaretz yayın kurulunun 8 Ekim tarihli makalesi, savaşın sorumluluğunu devam eden ilhak ve mülksüzleştirmeleriyle tanınan Netanyahu’ya yüklüyor.[16] Artan işgal ve şiddet, Filistin’in müttefikleri tarafından terk edilmesi ve her türlü siyasi çözümün kapatılması, Filistinlilere kurtuluş için hangi yolları bıraktı? Örneğin, Yanis Varoufakis, Avrupalıların ve Amerikalıların onlarca yıldır İsrail’in suçları ve apartheidi konusundaki sessizliğinin, “İsrail’in Filistinlileri acımasız bir ikilemle karşı karşıya bırakmasına olanak sağladığını” söylüyor: “Ya korkunç, sessiz ve aşamalı bir kolektif ölümle öl ya da silaha sarıl.”[17] Durumun şaşırtıcı veya kışkırtılmamış bir gelişme olarak algılanması, kolonizasyonun gerçekliğine ve bağlamına yabancılaşmanın bir kanıtıdır.

Herhangi bir niteliksiz iki taraflı duruş, sonuçta ezenin ekmeğine yağ sürmektedir. Sadece her iki tarafta da sivillerin hayatını kaybetmesini kınamak bizim için yeterli değil; bunu açıkça yapalım. Ancak böyle bir açıklama, yalnızca bu iki taraf arasındaki onlarca yıllık ilişkilerden değil, aynı zamanda onların durduğu temellerden de bir soyutlamadır. Tarihsel olarak kolonizasyon tam olarak da evrensel insanî değerler idealinin seçici bir şekilde uygulanmasına dayanmıştır. Aynı zamanda, bu ahlakî değerlerle soyut bir evrenselliğin sis perdesini oluşturarak, bu perdenin arkasına, sömürgeleştirilenlerin eşit olmadıklarının keşfedildiği pratik alana geçilememesine güvenmiştir.

Kolonicinin insanî değerleri için zaten yerli insan değildir – insanlığı, yerlinin insanlıktan sürülmesi üzerine kuruludur. Bu nedenle bu tür durumlarda evrensel insanlığa atıflarda bulunulduğunda, kimin insanlığı diye sormamız gerekmektedir. Liberal devlette eşit insanlar için eşit haklardan söz edilir. Ancak baştan insanlık evrenine dâhil edilmeyen insanların var olduğu bir sistemde, ki her koloni devleti için de mevzu tam olarak budur, böyle bir şeyden söz etmek mümkün değildir. İnsanlığın odağı kendini kısıtlanmış olarak bulmaktadır. Haklar sadece karşı taraf için görevleri ima ettiği sürece anlamlı olduğundan, insan olmayana karşı hiçbir görevden söz edilemez, ona her şey yapılabilir. İşte bu yüzden tüm hızıyla Filistin halkı yeni bir insanlıktan çıkarmayla karşı karşıyadır, çünkü ne kadar insanlıktan çıkarılabilirlerse, o kadar hak ve karşı taraf için görev öznesi olmaktan çıkmaktadırlar. Yerli için insan kavramından bu dışlanmışlığı kabul etmeyen, insanlığa ve eşitliğe liberal atıflar, sadece zaten insan kabul edilen kolonicinin insanlığını bir kere daha olumlamaya yarayacaktır, çünkü insan denince akla ilk gelen o olacaktır. Bunun kabulü de zaten bizi bahsettiğimiz ezen-ezilen eksenine getirecektir.

Bunu anlamak için sadece şunu düşünmemiz yeterli: Daha bu yıl, 7 Ekim’den önce, onlarca Filistinli çocuk öldürüldüğünde ahlâkî öfke neredeydi? Onlarca yıl süren İsrail işgali sırasında sessiz kalanlar, her bireysel yaşamın değeri konusunda ders verecek son kişilerdir. Öfkeleri, sadece insan haklarını seçici biçimde uygulamalarını bize gösterebilir. Bu düşünce tarzı, Charles Mills’in Irk Sözleşmesi’ne başlarken kullandığı siyahi Amerikan halk aforizmasında açıkça ortaya koyuluyor: “Beyaz insanlar ‘Adalet’ [Justice] derken, aslında ‘Sadece biz’ [just us] derler.”

Bir taraf ezen, diğer taraf ezilen. Bu dinamiği tanımayan herhangi bir mistikleştirme, herhangi bir taraf için kurtuluşa giden bir yola işaret etmiyor, ancak statükonun devamını destekleyen bir kafa karıştırıcılık yaratıyor.

Bu gerçekleri söyleyen herkes barbarca cinayetin ve terörizmin destekçisi ilan edilirken; “meşru müdafaa”nın İsrail’in bugün tarihî boyutlara ulaşmış kitlesel katliamlarının, kolonizasyonun ve uluslararası yasaların çiğnenmesinin bir kod adı olduğu görmezden gelinerek, İsrail’in “meşru müdafaa hakkını” savunanlar medeni kabul ediliyor. Bu mantığa göre İsrail ne yaparsa yapsın asla terörist olamaz; oysa her Filistinli bir terörist olarak doğar; çocukken öldürülebilecek bir “insan hayvan”dır.

Koloni bir devlette olup biten her şeyin doğru ve insanî olduğunu iddia etmiyoruz, ancak yukarıdaki nedenlerden dolayı eşit kınama söylemiyle iki-taraf tartışmasına da girmeyeceğiz. Bir kolonide keder, acı, kayıp, insanlıktan çıkma gerçektir ve süreklidir; orantısız ama kolektif ve bireysel düzeyde her zaman gerçek. Ancak gerçek şu ki, koloni devleti yıkılmadan hiç kimse kolonicilikten kurtulamaz ve şiddet açısından oyunun kurallarını belirleyen de koloni devletidir. Filistin’de, Filistinliler 2018’de barışçıl bir şekilde Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne başladığında, İsrailli keskin nişancıların yalnızca protestocuları değil, sağlık personelini ve gazetecileri de hedef aldığını ve sonunda 200’den fazla insanı öldürdüğünü ve 36 binden fazla kişiyi yaraladığını hatırlamakta fayda var. Kolonicilik doğası her fırsatta şiddeti doğurur. İşte bu nedenle herkes için insanlaşma, sona ermesini gerektirir ve sömürgeleştirilen için isyan süreci insanlığının geri kazanımı sürecinin bir parçasıdır.

Bu nedenle Filistin halkının öz kurtuluş hakkını destekliyoruz. İsrail’in meşru müdafaa söylemini sadece tersine çevirmek değil, aynı zamanda onu aşmak gereklidir. Filistinlilerin yerleşimci devlete karşı savaşma hakkı var. Bu sadece ahlâkî bir hak değil, aynı zamanda uluslararası düzenleme ve kanunların işgal altındakilere tanıdığı hukukî bir haktır. 1982 tarihli BM Genel Kurulu’nun 37/43 sayılı kararı, “halkların bağımsızlık, toprak bütünlüğü, ulusal birlik ve sömürge ve yabancı egemenliğinden ve yabancı işgalinden silahlı mücadele de dahil olmak üzere mevcut tüm araçlarla kurtuluşu için verdiği mücadelenin meşruiyetini yeniden teyit ediyor.”[18] Vijay Prashad’ın belirttiği gibi, “Yasadışı bir işgale karşı silahlı mücadeleye yasal güvence sağlayan daha güçlü bir ifadeye sahip olamazsınız.”[19]

Prashad’ın ayrıca vurguladığı nokta, İsrail’in söyleminin aslında bariz bir şekilde bir savaş suçu olan toplu cezalandırmaya doğru kaydığıdır. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, “Sivillerin farkında olmadığı, olaya karışmadığı yönündeki bu söylem doğru değil… Ayaklanıp, Gazze’yi ele geçiren o şeytanî rejime karşı savaşabilirlerdi” diyor. Herhangi bir Filistinlinin öldürülmesini meşrulaştırmaya çalışan böyle bir mantık nasıl kabul edilebilir? Filistinli liderlerin, İsraillilerin onlarca yıldır Filistinlileri sömürgeleştiren İsrail devletine karşı savaşmış olabileceklerini ve bunu yapmadıkları için bütün İsraillilerin cezayı hak ettiğini söyleyen bir açıklamasına kim nasıl bir tepki verirdi?

Söylem düzeyinde, İsrailli liderlerden sivillerin öldürülmesini ve cezalandırılmasını meşrulaştıran belirgin ifadeler ve söylemlerle karşılaşıyoruz. İsrail’in eski başbakanı, kendisine elektrik olmadan kuvöz bakımına erişemeyen Filistinli bebekler hakkında soru soran bir muhabiri “Bana ciddi olarak Filistinli siviller hakkında mı sormaya devam ediyorsunuz?” diyerek suçladı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze’de “Her şeyi ortadan kaldıracağız” diye açıklamalarda bulunuyor. Bir başka savunma yetkilisi Gazze’yi binasız bir “çadır şehrine” çevireceklerini söylerken, İsrailli bir milletvekili ise Gazze’ye nükleer silah kullanılması çağrısında bulunuyor.[20] Sara Netanyahu’nun danışmanlarından biri, Filistinlilere canlı canlı derilerinin yüzülmesi de dâhil olmak üzere işkence yapılması çağrısında bulunuyor.[21] Gazze’nin tamamen yok edilmesi çağrıları, sivillerin lafına gerek kalmadan toplu cezalandırma çağrıları her yerde yaygın. Bu açıklamaların meşruiyetle yapılabilme kolaylığı, Filistin halkına yönelik nihaî bir soykırımın kamusal tahayyülde kabul edilebilirliği konusunda herkesi alarma geçirmelidir.

Bu çelişkiler İsrail’in suçlarını sürdürmesine engel olmuyor. İsrail yalnızca yerleşimci-kolonici şiddet ve işgal yasalarına uyan bir ülkedir. Olağan işleyişi, özellikle yerleşimlerin genişletilmesine ilişkin uluslararası anlaşmaların ve savaşın yürütülmesine ilişkin uluslararası yasaların çiğnenmesidir. Ancak konu Filistin olunca uluslararası hukuk fantastik bir dönüşüme uğruyor. Savaş suçları televizyonda yayınlanabiliyor ve Batılı hükümetlerin liderleri tarafından açıkça tereddüt etmeden savunulabiliyor; çünkü aslında hepsi savunduklarının uluslararası hukuk değil, yerleşimci-koloni hakkı olduğunu biliyor. Burada esas alınan İsrail’in yerleşimci-koloni hakkı olan Filistinlileri boyunduruk altına alma, onları sivil ve savaşçı ayrımı yapmadan bir bütün olarak cezalandırma ve kasıtlı olarak orantısız, şok edici büyüklükte terör yayma hakkıdır – kolonicinin şiddet sergileri hiç bu kadar kolay erişilebilir, yaygın ve açık olmamıştı. Çelişki, birbiriyle çatışmada olan iki hak sisteminin olduğu gerçeğinde yatmaktadır: Yerleşimci-koloni hakkı ve uluslararası hukuk. Uluslararası hukukun en önde giden savunucusu gibi görünmek isteyen Batılı devletler, konu İsrail’e gelince yerleşimci-koloni hakkını desteklemektedirler. Bu çelişki de aslında yeni bir şey değildir, burada sadece eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin mimarı Fransa’nın kolonilerinde nasıl tamamen farklı değerlerle hareket ettiğini hatırlamamız yeterli (bu tabii ki bütün emperyalist ve koloni devletleri için geçerlidir). Burada da yeniden bu değerlerin öznesi olan insanlığa kimin dâhil olduğu konusuna geliyoruz.

Batılı devletler, İsrail’in soykırıma varan saldırılarına destek verirken, Filistin direnişine verilecek her türlü desteği bastırmak için de ellerinden geleni yapıyorlar. ABD yalnızca Gazze’ye çıkarma hazırlığı yapmakla kalmıyor, aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes yönündeki kararını da engelliyor. Aynı zamanda Batı’da kamuoyunda sömürgeciliğe karşı artan bir direniş var. Nasıl ki suç ortağı Arap devletleri her zaman kendi kamuoyunda Filistin’e verilen desteğin devam etmesiyle mücadele etmek zorunda kaldıysa, Batı’da da İsrail yerleşimci-kolonisini destekleyen devletlere baskı yapma konusunda artan bir direniş yükseliyor. Batılı ülkelerdeki Filistin yanlısı protestoların yasaklanması ve eylemlere saldırılar, Batı’nın sözde ifade özgürlüğünün ancak emperyalist çıkarları tehdit etmediği sürece geçerli olduğunun bir başka örneğidir.

Tüm akademisyen ve gazetecileri yerleşimci-kolonizasyona karşı direnmeye çağırdığımız gibi herkesi kendi coğrafyalarında Filistin’e destek için sokaklara çıkmaya çağırıyoruz. Filistin davası tüm ezilen halkların davasıdır. Bu, sol için tüm coğrafyalarda uluslararası niteliğini tam olarak kazanması gereken uluslararası bir davadır.

ABD’de polis tarafından vurularak öldürülen 17 yaşındaki siyahi genç Antwon Rose bize bu şiiri bırakarak ölümsüzleşmişti:

“SENİN DÜŞÜNDÜĞÜN KİŞİ DEĞİLİM…

İnsanların benim bir istatistik[22] olduğuma inandığını anlıyorum

Onlara benim farklı olduğumu söylüyorum

Hayatın daha kolay olmasını hayal ediyorum

Hayalimin gerçek olması için elimden geleni yapıyorum

Daha iyi olmasını umuyorum

Kafam karışık ve korkuyorum”[23]

Porto Rikolu şair Pedro Pietri de “Porto Rikolu Ölüm Yazısı”nda bize bu şekilde sesleniyor:

“Hepsi ölü doğmuştu

de hepsi ölü öldü…

Hepsi dün bugün öldü

ve yarın bir daha ölecekler”[24]

Filistinli Jehan Bseiso da şiirini bu şekilde bitirmektedir:

“Uluslararası yasa, açıkça sadece uluslararası olanlar için

“Şu ana kadar, Gazze’deki 7 yaşında bir çocuk şimdiden 3 savaştan sağ çıktı ve siz hâlâ konuşmalardan konuşuyorsunuz, John Kerry’i Ortadoğu’ya göndermekten ve Mısır’a hiçbir şeyi kolaylaştırmadığı için teşekkür etmekten.

“Bugün Gazze’de sudan çok kan var.”

Sessizliğinizi bozmanız için ne gerekecek? İsrail işgalini kınama ve zamanınızın son apartheid, yerleşimci devletinin sonunu destekleme görevini üstlenecek misiniz? Anın fikirlerine kapılmayın, göreviniz tarihî bir görev ve tarih tarafından değerlendirilecek. Şu anda sessizliğinizi nasıl haklı çıkaracaksınız? Ortalıkta dolaşan kolonici ve emperyalist yalanlara itibar etmeyin, bunların pek çok farklı biçimini tüm kurtuluş anlarında gördük.

Bu işgalin sonunda popüler tarih ve kamuoyu öyle ya da böyle çok hızlı bir şekilde yeniden yazılacaktır.

Filistin artık size bağlı.

Herkesi Filistin’i terk etmemeye çağırıyoruz.


[*]    Bu yazı, Batı medyasına yönelik geliştirilen bir yazıdan oluşturulmuştur.

[2]    “I lived once in a grave”: Palestinian writers respond to the attack on Gaza. King’s Review. (n.d.). https://www.kingsreview.co.uk/essays/i-lived-once-in-a-grave-palestinian-writers-respond-to-the-attack-on-gaza

[3]    The incendiary rhetoric deployed by Israeli leaders. Middle East Eye. (n.d.). https://www.middleeasteye.net/news/israel-palestine-war-extremist-incendiary-language-rhetoric

[4]    Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı.

[5]    Emergency legal briefing paper – ccrjustice.org. (n.d.). https://ccrjustice.org/sites/default/files/attach/2023/10/Israels-Unfolding-Crime_ww.pdf

[6]    Murphy, M. C. (2017, February 12). Gaza, from the Diaspora. The Electronic Intifada. https://electronicintifada.net/content/gaza-diaspora/13650

[7]    Hass, A. (2019, February 3). Gantz, son of holocaust survivor, mentions Bergen-Belsen but ignores the camp that is gaza: Opinion: Opinion. Haaretz.com. https://www.haaretz.com/opinion/2019-02-03/ty-article-opinion/.premium/gantz-son-of-holocaust-survivor-mentions-bergen-belsen-but-ignores-gaza/0000017f-db5a-df62-a9ff-dfdf87890000

Thomson Reuters. (2023, October 12). US slams Colombia president’s remarks on Gaza. Reuters. https://www.reuters.com/world/us-slams-colombia-presidents-remarks-gaza-2023-10-12/

[8]    Digital, S. (n.d.). Trapped: The impact of 15 years of blockade on the mental health of Gaza’s children. Save the Children’s Resource Centre. https://resourcecentre.savethechildren.net/pdf/gaza_blockade_mental_health_palestinian_children_2022.pdf/

[9]    Google. (n.d.). JLSA statement on events in occupied Palestine 10/10. Google. https://docs.google.com/document/u/1/d/e/2PACX-1vSORL3FuDTW_AmUYK3N6AgK4lmwk9M9-cHfL-TqKKg7YBzIJa1VoJ8RBIzErRPBTcShI70UsJN5vulc/pub

[10]  Fanon, F. (2022). The wretched of the Earth. Grove Press.

[11]  Weiss, P. (2014, March 15). Shira Robinson explains the DNA of Israel. Mondoweiss. https://mondoweiss.net/2014/03/robinson-explains-israel/

[12]  Drake, David. “Sartre, Camus and the Algerian War.” Sartre Studies International 5, no. 1 (1999): 16–32. http://www.jstor.org/stable/23512792.

[13]  Massad , J. (n.d.). Algeria, Israel and the last European settler colony in the Arab World. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/france-algeria-israel-settler-colonies-arab-world

[14]  Khadder, K., Gold, H., & Haq, S. N. (2023, June 25). Netanyahu urges Israeli settlers not to “grab land illegally,” following west bank violence. CNN. https://www.cnn.com/2023/06/25/middleeast/west-bank-israeli-settler-violent-terrorism-intl/index.html

[15]  Levy, G. (2023, October 9). Israel can’t imprison two million Gazans without paying a cruel price: Opinion. Haaretz.com. https://www.haaretz.com/opinion/2023-10-09/ty-article-opinion/.premium/israel-cant-imprison-2-million-gazans-without-paying-a-cruel-price/0000018b-1476-d465-abbb-14f6262a0000

[16]  Editorial, H. (2023, October 7). Netanyahu bears responsibility: Editorial. Haaretz.com. https://www.haaretz.com/opinion/editorial/2023-10-08/ty-article-opinion/netanyahu-bears-responsibility/0000018b-0b9d-d8fc-adff-6bfd1c880000

[17]  Varoufakis, Y. (2023, October 15). Why I refuse to condemn Hamas or the Israeli settlers but insist that we, Europeans & Americans, are the culprits for the atrocities in Israel-palestine. Yanis Varoufakis. https://www.yanisvaroufakis.eu/2023/10/15/why-i-refuse-to-condemn-hamas-or-the-israeli-settlers-but-instead-insist-that-the-culprits-for-the-atrocities-in-israel-palestine-are-us-europeans-and-americans/

[18]  United Nations. (n.d.). Importance of the universal realization of the right of peoples to self-determination and of the speedy granting of independence to colonial countries and peoples for the effective guarantee and observance of human rights. United Nations. https://digitallibrary.un.org/record/40572

[19]  Prashad, V. (2023, October 10). The savagery of the war against the Palestinian people. Peoples Dispatch. https://peoplesdispatch.org/2023/10/10/the-savagery-of-the-war-against-the-palestinian-people/

[20]  Mordowanec, N. (2023, October 11). Israeli official calls for “Doomsday” nuclear missile option. Newsweek. https://www.newsweek.com/israeli-official-calls-doomsday-nuclear-missile-option-1833585

[21]  Sara Netanyahu’s adviser calls for torture of Gaza residents involved in killing Israelis. Middle East Eye. (n.d.-a). https://www.middleeasteye.net/news/israel-palestine-war-sara-netanyahu-advisor-torture-gazans-rant

[22]  Ghada Ageel’in “Kızım Telefonda, Anne Rakamlara Dönüyoruz Diye Ağlıyor” adlı makalesine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-palestine-war-gaza-dead-numbers-nothing-more

[23]  Barajas, J. (2018, July 2). Antwon Rose’s mother wants everybody to hear this poem. PBS. https://www.pbs.org/newshour/arts/poetry/antwon-roses-mother-wants-everybody-to-hear-this-poem

[24]  Pietri, P. (n.d.). Puerto Rican obituary by Pedro Pietri. Poetry Foundation. https://www.poetryfoundation.org/poems/58396/puerto-rican-obituary

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol