Felaketler ülkesi olduk. Doğru cümle ise şudur; felaketler ülkesine döndürüldük. Daha doğru tanı ise “kapitalizm öldürmeye devam ediyor”…
Kapitalizm insan odaklı değil kazanç odaklı bir sistemdir. Kapitalist devlet ise kendisini burjuvazinin kazançlarını arttırmaya yönelik bir baskı örgütlenmesi olarak var eder.
Bunu görmek o kadar zor değil.
Hadi durumu somutlayalım. Ülkemiz deprem kuşağında yer alıyor. Neredeyse on yılda bir büyük depremler meydana geliyor. Bilim insanları ise kendini yırtarcasına nerelerde deprem olacağını anlatıp duruyor. Alınması gereken önlemleri sıralıyorlar.
Ama heyhat! Kimin umrunda.
Kapitalist sistemin kendi kuralları var ve o kurallar işlemeli.
Örneğin 17 yıllık iktidar döneminde 500 milyar dolarlık faiz ödemiş bu devlet. Evet yanlış okumadınız, sadece faiz.
Bu öyle bir para ki ülkeyi iki kere yıkar ve yeniden kurar.
Kimin alın teri bu milyar dolarlar? Elbette canı pahasına üreten emekçi kesimlerin…
Peki nereye gitti bu para?
Bütün dünyanın kanını vampir gibi emen şirketlerin kasalarına.
Bu arada hemen eklemekte fayda var. Ödenen 500 milyar dolarlık faiz ana borcumuzu düşürmedi, aksine arttırdı. Bir o kadar da ana para borcumuz var.
Peki o borcu kim ödeyecek? Hiç kuşkunuz olmasın ki biz emekçiler ödeyeceğiz.
Ne güzel bir tablo değil mi.
Ne harika bir düzen değil mi.
Birde 17 yılda emekçi halktan toplanan deprem vergileri var. Bu da yaklaşık 150 milyar lira tutuyor.
Bu para ne oldu? Böyle bir soru sormak ise külliyen yasak. Hatta vatan hainliğine eşit.
Küresel kapitalist barbarlık sistemi iktidarını sürdürebilmek için kendine uygun yöneticileri yetiştirmekten geri durmaz. Her ülkenin tarihi, kültürü, inanç sistemi gözetilerek bu işlem gerçekleştirilir.
Bizim ülkemizde din ve milliyet esas alınarak kadrolar yetiştirildi.
Bugün ülkeyi yönetenlerin tek tek geçmişine bakın bu gerçeği göreceksiniz. Neredeyse hepsi emperyalist merkezlerin ülkemizde kurduğu ve denetlediği yapılardan yetişti.
Bu kadrolar bilim aklından uzak, liyakatsız insanlar olarak biçimlendirildi.
Deprem oluyor ve evler insanların başına yıkılıyor. Oysa bilim insanları böyle yıkıcı bir depremin olacağını ve yerini neredeyse nokta atışıyla yıllar öncesinden haber veriyor.
Ülkeyi yönetenler ise bilimin uyarılarına karşı kör ve sağırı oynuyor. Halbuki zamanında gerekli yatırımlar yapılsa deprem yıkıma dönüşmeyecek. Feryatlar göğe yükselmeyecek. İşin acı tarafı ise yapılacak yatırım öyle ahım şahım paralar da istemiyor.
Bilimi ötelemiş ve hurafeye teslim olmuşuz ya, toplumun genelini de bu anlayışa uydurmuşuz.
Durum bu olunca işin içinden de sıyrılmak kolay. Depremi allah verdi, ölenlerin günü o kadardı, fazla azdığımız için allah bizi cezalandırdı.
İşte sorumluluktan sıyrılacak sihirli cümleler bunlar.
Bu tabloyu her olaya uygulamak mümkün.
Göz göre göre çığ düşmesi sonucu onlarca insan ölür, ya da ihmaller sonucu ve sadece kazanca odaklı faaliyet gösteren bir firmanın uçakları düzenli kazalar yaparak ölüme sebebiyet verir açıklamalar hiç değişmez.
Allah verdi, kaza ve kadere iman ettik.
Sonra da hepimiz koro halinde feryat figan ağlaşırız. “Felaketler ülkesi olduk…”
Ne alakası var.
Felaketin kendisi kapitalist sistemin kazanca odaklı yapısıdır. Başka da bir şey değil.