Gazete Duvar’dan Aynur Tekin’in haberi
Selin felakete dönüştüğü Kastamonu Bozkurt’ta, afetin nedenleri tartışılıyor. Uzmanlar ve Bozkurtlulara göre dere yatağında yapılaşma ve tomruk depoları, bozuk kanal duvarları afete neden oldu.
Sinop, Bartın ve Kastamonu’da sel felaketinde resmi rakamlara göre 78 kişi öldü 34 kişi ise hala kayıp. En çok can kaybının ve hasarın yaşandığı Kastamonu Bozkurt’ta 62 kişi vefat etti, kayıp 26 kişiyi arama çalışmaları ise sürüyor.
Balçıkla kaplı bir felaket bölgesine dönüşen Bozkur’ta, temizlik ve enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Bölge sakinleri, dere yatağına kurulan depodaki tomrukların kurşun gibi süratle gelip köprüleri tıkadığını, evlerin ve işyerlerinin yıkılmasına sebep olduğunu söylüyor. Ezine Çayı etrafındaki yapılaşmanın son 20 yılda arttığına dikkat çeken bölge sakinleri, dere yatağına yapılaşma izni veren görevlilere soruşturma açılmasını istiyor.
Bozkurt’a 2 kilometre uzaklıkta bulunan Abana, Kastamonu’nun selden etkilenen ilçeleri arasında. Ezine Çayı’nın denize döküldüğü Abana sahilinde biriken binlerce tomruk ve sürüklenen otomobil enkazları görülüyor. Köprüler ise hasarlı.
1942 seli: Ceviz ağaçlarını söktü, köprüleri yıktı, 7-8 kişi öldü
Abanalı gazeteci Hayati Tahsin Yücel’in 2005 yılında çıkardığı Abana Belgeseli isimli kitaba göre büyük çaplı sellerin bu bölgedeki tarihi eski yıllara uzanıyor. Kitaba göre özellikle 1942 ve 1965 yıllarında büyük sellerin meydana geldiği ancak can kaybının ve hasarın bugüne kıyasla oldukça az olduğu dikkat çekiyor. 7-8 kişinin öldüğü tahmin edilen 1942 seline dair şu ifadeler kullanılıyor: “Ezine Çayı’nın bilinen en büyük seli 1942’de oldu. Sel, Abana’daki koca ceviz ağaçlarını bile söküp götürdü. Sel, o zaman tahta olan Harmason Köprüsünü almıştı. 1942 selinde Sınarcık Caddesi ve Bozkurt düzlüğünü tümüyle sel aldı. Tarlalar hep çakılla doldu. Sınarcık’ta ahşap bir mescit ve birkaç kahve vardı, hepsi selle gitti. Görkemli Yılmaz Köprüsü devrilerek gitti.”
Kitap yakın tarihin en büyük afetlerinden biri olan 1998 seliyle ilgili değerlendirmeler de içeriyor: “Abana içindeki Dereyüzü Deresi’nin taşması sonucu tüm çarşıyı sel aldı. 15 dakika içinde Abana çarşısı göle döndü. Kimi yerlerde su yüksekliği 50 santimetreyi buldu. Kepçeyle üç yerden hendek açılarak suyun denize akıtılmasıyla felâketin büyümesi önlendi.” Can kaybının yaşanmadığı 1998 selinde erken önlem alınıp vadiden gelen suyun denize akması sağlanarak büyük bir felaketin atlatıldığına inanılıyor.
Kitabın yazarı Hayati Tahsin Yücel, bölgede geçmişten günümüze çok şiddetli sellerin meydana geldiğine dikkat çekiyor. 11 Ağustos’taki selin felakete dönüşmesinin nedenini ise şöyle açıklıyor:
“Temel neden çay yatağındaki yapılaşma. Yavaş yavaş çayı daralttılar. Köprüler zaten daraltılmış 400 metreden 15 metreye inmiş. Sel her yerde oldu ama Bozkurt’ta çok ölüm oldu. Mesela bizim Abana Sanayi Bölgesi’nde önceden hiç yapı yoktu. 90’larda başladı sanırım. Sanayi dere yatağında olduğu için çok etkilendi selden.”
‘Selden sonra gider kışlık odun toplardık’
Bozkurt İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün karşısındaki evlerden birinde yaşayan Gönül Halis, sel sularının ikinci kata kadar çıktığını söylüyor. Çocukluğundaki selleri bir felaket değil, kışlık yakacak ihtiyacının karşılanmasını sağlayan doğal bir olay olarak gördüğünü anlatıyor: “Çoluk çocuk selden sonra gider odunumuzu toplardık, odun çekerdik biz.” Halis, 2003 yılında Merkez’e taşındığında Ezine Çayı’nın kenarında bulunan yapı sayısının oldukça az olduğunu söylüyor: “Bir tek Emniyet vardı karşımızda. Sonra yıldan yıla arttı, gelişim diye gördüler. Dışarıya giden nüfus aldı daha çok o evleri. Almancılar, başka şehirden gelenler…”
‘Tomrukları birkaç yerde bariyerler tutmalıydı’
Devlet Şu İşleri’nde Samsun Şube Müdürü olarak görev yapan ve daha sonra özel sektöre geçen inşaat mühendisi Murat Şenel, bölgeyi iyi bilenlerden. Karadeniz’deki taşkınlar üzerine yayınlar hazırlayan Şenel, Bozkurt’u ve Ayancık’a tanınmaz hale getiren felakette en büyük etkinin dere yataklarına kurulan tomruk depoları olduğunu söylüyor: “Karadeniz bölgesi yoğun orman arazisi içeriyor. Çok ciddi orman kesimleri yapıldı burada. Dikkat edin bu orman kesimleri, yığınlar halinde orman içinde bekletilir. Gerek Ayancık’ta gerek Bozkurt’ta yukarı havzalarda bu ağaçların kütüklerini tutacak bir önlem yok. Sürüklenmeyi önleyecek tedbirler almadan depolarsanız sonuç bu olacaktır. Sürüntü maddelerini, ağaç ve dalları tutacak şekilde yukarı havza önlemlerinin alınmadığını görüyoruz. Yani bunlar aşağıya gelene kadar birkaç yerde bariyerlerle tutulmalıydı.”
Şenel, sel sularının çok dik bir vadiden geldiğini ve Bozkurt’a yaklaştıkça eğimin azalması sebebiyle daha geniş bir alana yayıldığını belirtiyor: “Bu çay ve yan kolları milyon senedir böyle bir denge ile akıyor. Türkiye’deki meteorolojik ölçümler yaklaşık 100 yıl geriye gidiyor. Ama dere milyon senedir akıyor. Biz eskiden ne kadar debiyle, nereden ve ne şekilde aktığını bilmiyoruz. Sadece izlerini görebiliyoruz.”
‘Tabiat unutmaz, binlerce yıl öncekiyıl önceki yatağına geri dönmek isteyebilir’
Türkiye’de yaygın bir eğilim olan dere yatağında yapılaşma neden tercih ediliyor? Murat Şenel, bu soruya şöyle yanıt veriyor: “Altyapının kolay ve düşük maliyetle yapılmasına bağlı olarak, idareciler ve insanlarımız atalarından ders almayıp, ovalara, akarsu kenarlarına inmeye başlamışlar. İçme suyu iletim hatlarının imalat kolaylığı açısından nehir yataklarına yakın bir yere ve hatta nehir yatağı içine döşenmesi durumuyla karşılaşıyoruz. Bunların taşkınlardan zarar gördüğü bilinir. Meşhur atasözünü hatırlayın, ‘Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür’ yani insan unutur. Ama tabiat asla unutmaz. Tıpkı Bozkurt ve Ayancık’ta olduğu gibi yıllar sonra binlerce yıl önceki yatağına geri dönmek isteyebilir.”
‘
Bozkurt’a 30 milyon metreküp su inmiş, HES 45 bin metreküp’
Üzerinden 10 gün geçen felaketle ilgili en çok sorulan sorulardan biri de Ezine Çayı üzerine kurulu iki HES’in sele neden olup olmadığı. Eski DSİ çalışanı inşaat mühendisi Murat Şenel, teknik ölçütlere göre Ezine Çayı’ndaki HES’lerin böyle bir sele neden olamayacak kadar küçük ölçekli olduğunu söylüyor.
Şenel bunu şöyle açıklıyor: “Burada aynı şirkete ait iki küçük hidroelektrik santrali var. Şimdi firmanın yapmış olduğu projeye baktığımızda 45 bin metreküplük yani çok küçük bir su depolama alanı ve hacmi var. Regülatör yapısı dediğimiz çevirme yapısı taşkında zarar görmüş, bir hasar var biliyorsunuz. Ama buradan gelecek olan su çok küçük debiler içeriyor. İlk tahminime göre Bozkurt ilçesinden 30 milyon metreküp su geçmiş olmalı. HES için verilen rakamsa yalnızca 45 bin metreküp. DSİ henüz net bir veri açıklamadı ama benim tahminim bu. HES’in sele abartıldığı kadar etkisi olmamış, bu mümkün değil”
‘Dere duvarının bütünlüğü bozuldu, sular içeri girdi’
Bozkurt Belediyesi’nin yaptığı temizlik sırasında sel duvarlarının bütünlüğünün bozulduğu ve böylece suyun ilçeye girdiğini belirten İnşaat Mühendisi Şenel, şöyle devam ediyor: “Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından 2019’da yayımlanan Doğu Karadeniz için taşkın raporlarında Bozkurt ilçesi için çok önemli bir tespit vardır. 69 nolu maddede geçer yapılan tespitler. O raporda, ‘Kendi içinden geçen taşkın koruma yapısının bir tanesinin üst kotu diğerinden 1 metre aşağıdadır’ diyor. Belediye zaman zaman dere yatağına girip temizlik yapmak adına bu sağ taraftaki duvarlardan belli bölümleri ayırmış, koparmış. Bu şekilde bir su bıraktığınızı varsayalım yatağa, su yükseldiğinde bu sular duvardaki yırtıklardan içeriye giriş yapacaktır. Duvarınızda bir bütünlük yok, duvarınızın içinden belli parçalar kopartılmış. Su ne yapacak? Tabii ki şehir içine akacak. Zaten videolardan sağ sahile suyun yayılışı çok net görülüyor.”
DSİ raporu neden dikkate alınmadı?
Net bir şekilde Bozkurt’taki durumu ortaya koyan DSİ raporu neden dikkate alınmadı? Yerel yönetimler ve merkezi idare niçin bu raporu görmezden geldi? “Her ne kadar kuvvetli bir kurum olsa da şu anda DSİ’nin yaptırım gücü yok” diyor Şenel. Bunun nedenini ise kaymakamlık ve belediyelerin siyasi bir kurum haline gelmiş olmasıyla açıklıyor: “Kurumlar veya özel sektör bir proje geliştirmek istediğinde DSİ’den görüş alınıyor. DSİ projeleri inceliyor, eksikleri veya hataları tespit edip görüş veriyor. Aynı husus imar planları için de geçerlilik taşıyor. Gerektiğinde de proje ile ilgili ikaz ve önerilerini de resmi yazı ile iletiyor. DSİ’den izin almadan karayolu ve köprü yapılamıyor. Ama DSİ’nin yazmış olduğu yazı kaymakamlığa gidiyor, belediyeye gidiyor. Özellikle belediyelerdeki yaklaşım bir siyasi partinin devamı niteliğinde, DSİ ne kadar teknik bir kurum ve yazdığı görüşler ne kadar bilime uygun dahi olsa da belediye gelirlerini artırmak, bazen de kişisel rant sağlamak adına ikazlara kulak asmıyor.”
‘Kamu ve vatandaşa ait binalar risk alanları dışına taşınmalı’
Aynı felaketlerin bir daha yaşanmaması için taşkın planlarının yeni iklim verilerini dikkate alarak güncellemesi gerektiğini vurgulayan Şenel, kurumların birlikte çalışması gerektiğini belirtiyor: “DSİ, Su Yönetimi, Karayolları, DLH ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü başta olmak üzere tüm kurumlar birlikte oturacak, yerel yöneticiler ve kamu kurum amirleri, bu konuda ciddi bir çalışma yapıp değerlendirmelerde bulunacak. Bundan sonra riskli bölgelerde yer alan kamuya ve vatandaşa ait bina ve alanların risk alanları dışına taşınmasına başlanmalı, yeni yerleşim alanları seçiminde de yaşanan acı tecrübeler göz ardı edilmemelidir.”