Pandemiyle beraber kapitalizmin çarklarının dönmesi, üretimin sürmesi için fiziksel mesafe kuralının hiçe sayıldığı, işçilerin çalışmak zorunda bırakıldığı, kendilerinin ve toplum sağlığının riske atıldığı hepimizin malûmu. Hizmet sektörünün yüz yüze yapılması gereken birtakım işlerinde de fiziksel mesafe göz ardı edilirken, kimi işlerin çalışanların evlerinden yapabileceği düşünülerek evden, uzaktan çalışmanın öne çıkarıldığına tanık oluyoruz.
Evden, uzaktan çalışma pandemiyle icat edilmiş bir çalışma biçimi değil elbette. İşçinin kendi evinin -patron için- üretim yapılan mekân olarak kullanılmasının geçmişi kapitalizmin ortaya çıktığı 17., 18. yüzyıla kadar uzanır hatta eve iş verme kapitalist üretim sisteminin en ilkel biçimlerinden biri olarak kabul edilir. İşçinin evinde üretim yaparken yeterince denetlenemediği ve verimliliğin düşük olduğu düşüncesi, atölyeleri ve fabrikaları üretimin yeni mekânları haline getirir. Üretimin evden ayrışması, işçinin yaşam alanı olan evin kapitalist üretim sürecindeki yerini de emeğin yeniden üretildiği ve tüketimin gerçekleştiği mekân olarak sınırlar.
1970’lerin başında kapitalizmin içine girdiği krize emek maliyetini düşürecek esnek üretim yöntemlerinin çözüm olacağı görüşü benimsendi. Esnekleşme ile üretim, üretim sürecinin tümünün gerçekleştiği fabrikalardan ve büyük işletmelerden çıkarak kuralsız çalışmanın ve örgütsüzlüğün hâkim olduğu ucuz emek alanlarına kaydırıldı. Başlarda emek yoğun işlerin parça başı olarak evlere verilirken, gelişen teknolojinin emek üzerindeki denetiminin artması, özellikle büro işlerinin bir kısmının da evde yapılabilmesini sağladı.
Böylece emeğin denetlenemediği ve yeterince verim alınamadığı (sömürülemediği) gerekçesiyle terk edilen evden çalışma, teknoloji sayesinde denetleyebildiği emekçilerin evlerini yüz yıllar sonra yeniden üretim ve hizmet sunum sürecinin bir parçası haline getirdi. İşin eve taşınması sadece verimliliği arttırarak emek maliyetini azaltmakla kalmadı; işletmelerin kira, elektrik, yemek, ulaşım, internet gibi giderlerinin de çalışanların üzerine yıkılmasını sağladı.
Covid-19 dünyayı sar(s)madan önce de diğer esnek çalışma biçimleri gibi evden çalışma sermaye ile kapitalizmin uluslararası örgütlerinin (OECD, DB, AB vb.) gündemindeydi ve sürekli olarak hükümetlere esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşması konusunda telkin ve uyarıda bulunuyorlardı.
ILO’nun Temmuz 2020’de yayımladığı “COVID-19 Ortamında ve Sonrasında Uzaktan Çalışma Uygulama Kılavuzu”na göre pandemi öncesinde özellikle erken sanayileşen Avrupa ülkelerinde evden çalışma toplam istihdam içinde yüzde 30, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerde yüzde 10’lar düzeyindeyken; ABD’de yüzde 20, Japonya’da ise yüzde 16 civarındadır. Sermayenin fırsat olarak gördüğü Covid-19’la birlikte hizmet sektörünün önemli bir bölümünde neredeyse zorunlu hale getirilen evden çalışma, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzde 60’lara çıkarken Avrupa ortalaması neredeyse iki katını bularak yüzde 40’lara ulaştı.
Sermaye için son derece kârlı olan evden çalışmanın Türkiye sermayesi tarafından görmezden gelinmesi elbette beklenemezdi. Pandemi gerekçesiyle Türkiye’de de yaygınlaşan bu çalışma yönteminin kalıcı olması konusunda önde gelen sermaye kuruluşlarının temsilcileri art arda açıklamalar yaptı. Örneğin, Koç Holding CEO’su, esnek çalışma modellerine yönelik çalışmalarını olgunlaştırılarak devreye sokulduğunu; evden çalışmanın 35 bin çalışan için kalıcı hale geldiğini açıkladı. Akbank Genel Müdürü de yine esnek çalışmayı ve bu arada uzaktan çalışmayı kalıcı hale getirdiklerini duyurdu. Başka pek çok işletme de benzer yönde açıklamalarda bulundu.
Özellikle hizmet sektöründe yaygınlaşan ve kalıcı hale geleceği anlaşılan evden çalışma büyük çoğunluğu beyaz yakalı olan emekçilere nasıl yansıyacağı üzerinde durmak gerekiyor.
Bu konuyla ilgili araştırmalardan çıkan sonuçlar kısaca şöyle: Emek denetiminin artmasıyla iş yoğunluğu da artıyor. İşe gitmeyip evde çalışmak birçokları için cazip gözükse de patronları tarafından bilgisayardan, akıllı telefondan her an ulaşılabilir olan emekçiler için “çalışma saati mefhumu” kalmadı. İşçiler gelirlerinin önemli bir kısmını iş yerine dönüşen evlerinin (elektrik, internet vb.) artan masraflarına ayırmak zorunda. Tüm yaşam evin içine sıkıştığı için sosyalleşme koşulları ortadan kalkmış, sınıfsal iletişimin, dayanışmanın ve örgütlenmenin olanakları zayıflıyor. Böylece hak arama ve hakları savunmaya yönelik mücadele de imkânsız hale geliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınların çalışma yaşamındaki ve evdeki yükünü evden çalışmayla birlikte daha da arttırıyor.
Özetlersek; evden, uzaktan çalışma ile yalnızlaşmış, ekonomik ve sosyal haklarını aramaktan yoksun, güvencesiz, örgütsüz; kirasını ve tüm masraflarını karşıladığı evinde 365 gün 7/24 patronun tahakkümü altında robotlaşmış bir emekçi kitle yaratılmakta. Bu sadece emekçiler için değil, özgür bir yaşamın kurulmasının önünde de bir tehdit. Zira bu tehditle karşı karşıya olan beyaz yakalılar, sayısal ve nitel olarak işçi sınıfının ve toplumun önemli bir parçası. Patronun tahakkümü altında evine hapsedilmiş bu kitlenin “daha özgür bir yaşam tahayyüllü ile işi dışında da kendini gerçekleştirmesi ve siyasal alanda irade ortaya koyarak mücadele yürütmesinin beklenemeyeceği aşikâr!
Fransız düşünür Michel Foucault’un “Kapitalizmin iktisadi işleyişinin doğrudan bir sonucudur.”dediği “büyük kapatılma”ya bir yenisinin eklendiğini söylemek gerekiyor şu halde. Bu yeni gibi görünen eski durumda niçin ve nasıl kapatıldığımızı, “uzaktan sömürü” diyebileceğimiz bu kapatılmaya karşı direnişin biçim ve içeriklerini düşünürken de sorgulamamız gerekiyor.