4.7 C
İstanbul
24 Kasım Pazar, 2024
spot_img

Endişeli muktedirler – Berkant Gültekin

"En büyük endişeleri ise ülkedeki krize karşı aşağıdan bir basıncın oluşması. Ücretli emeğin, emeklilerin, gençlerin, kadınların, yani toplumun geniş kesimlerinin, sistematik yoksullaşmaya, politik baskı ve sindirmeye örgütlü şekilde tepki göstermesinden çekiniyorlar. Çünkü ittifak içi dengeler anca böyle bir etkenle sarsılabilir. Muhalefeti “yumuşama” ile çevreleyerek, en azından süreci tartıştırıp zaman kazanarak ve böylece Meclis muhalefeti ile toplumsal memnuniyetsizlik arasındaki kontağı keserek bu dinamiği bertaraf etmeye çalışıyorlar. Aslında iktidarın korkusu, muhalefete de ne yapması gerektiğinin ipuçlarını veriyor."

Günler geçtikte Erdoğan’ın ortaya attığı “yumuşama süreci”nin sınırları, neyi içerip neyi dışladığı yavaş yavaş netleşiyor. İktidar blokunun yumuşamayı, demokrasiye nefes aldırıp hak ve özgürlükleri genişletmeye dönük bir vaat olarak değil, ülkede sosyal ve ekonomik sorunların yoğunlaştığı bir konjonktürde muhalefeti ehlileştirmeye dönük bir gündem olarak kurgulamaya çalıştığı yapılan her açıklama, atılan her adım sonrası daha iyi anlaşılıyor.

Öncelikle, siyasi iradenin “yumuşama” söyleminin, paradoksal olarak yargının vereceği kararlarla anlam kazanabileceğini ümit edenlerin hayal kırıklığına uğradığını belirtmek gerek. Gezi Davası’nda müebbet hapse mahkûm edilen ve 6 yılı aşkın süredir cezaevinde tutulan Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebi geçen hafta üçüncü kez, üstelik oybirliğiyle ilgili mahkemece reddedildi. Rejimin siyasi ajandasına uygun olarak yürütülen Kobani Davası’nda da sürpriz yaşanmadı.

Dün, 1 Mayıs operasyonlarının üçüncü dalgası gerçekleştirildi ve Anayasal haklarını kullanarak 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak isteyen yurttaşlardan yaklaşık 30’u daha gözaltına alındı. Öncesinde 49 kişi tutuklanmıştı. “Yumuşayalım” diyen iktidar hem Taksim’i hukuksuz bir şekilde kapattı hem de bu haksızlığa itiraz edenlerin özgürlüklerini elinden aldı.

Erdoğan ise önceki günkü grup konuşmasında Kobani Davası’nda yargının verdiği ağır mahkûmiyet kararlarını sahiplendi. 6-8 Ekim eylemleri için “bölücü terör örgütü unsurlarının doğrudan devleti hedef alan isyan girişimi” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı, HDP’li siyasetçilere tamamen siyasi açıklamalarından dolayı verilen cezaları “hakkın yerini bulması” olarak nitelendirdi ve mahkemenin hükmünden “memnuniyet duyduklarını” söyledi.

Bahçeli’nin dünkü açıklamalarının da Erdoğan’ın sözlerinden aşağı kalır yanı yoktu. Sanıklar hakkında verilen onlarca yıllık hapis cezalarını yetersiz bulan Bahçeli, “Bu iş bitmelidir; HDP ve devamı sözde parti kapatılmalıdır” diyerek büyük arzusunu tekrarladı. MHP lideri, eski AYM Başkanı Zühtü Arslan üzerinden Yüksek Mahkeme’ye seslenerek, “Bay Zühtü’nün gitmesinden sonra AYM’nin elini tutan, önüne geçen, karar süreçlerine tıkaç olan sanıyorum kalmamıştır” mesajını verdi.

Bu arada “yumuşama” ile eş zamanlı olarak gündeme bir de 9. Yargı Paketi kapsamındaki “etki ajanlığı” konusu girdi. Yeni yargı paketinin en geç Haziran başında Meclis’e gelmesi bekleniyor ve anlaşıldığı kadarıyla hükümet, bir yandan “yumuşama süreci başlatalım” derken diğer yandan medya üzerindeki baskıyı daha katmerli hale getirmenin yollarını arıyor.

Rejim beklenti yaratmıyor

“Eskiye göre ne değişti” diye bakılırsa, Erdoğan’ın 28 Şubat generallerinin cezalarını kaldırması ve anamuhalefet liderine “Bey” diye hitap etmesi dışında pek bir gelişmenin olduğunu söylemek güç. İşte “yumuşama”nın maksimum çapı da bu kadar. Çünkü rejim, baskıya ve zorbalığa, yumuşamanın müsameresini bile oynamayacak kadar ihtiyaç duyuyor. Beklenti yaratacak bir kapasite bile kalmamış.

AKP, iktidarının ilk yıllarında siyasi ve ekonomik ajandasını, başka ambalajlara gizleyerek pazarlayabiliyordu. Mili Görüş gömleğini çıkaran yeni nesil siyasal İslamcılar 2002’de zaten toplumun merkez siyasi partilere tepkisi nedeniyle iktidara gelmişlerdi ve gerek küresel gerekse de yerel dinamikler, onlara ideolojik ve ekonomik avantajlar sağlıyordu. Liberal bir rüzgârdan da faydalanıyorlardı. “Demokratikleşme”, “sivilleşme” “askeri vesayetle hesaplaşma”, “yargı bağımsızlığı” gibi argümanlarla eski yapıyı tasfiye ederek rejimi dönüştürme yolundaki keskin virajları alabildiler.

15 Temmuz’dan sonra Erdoğan son kozunu oynadı. Fetullahçı çeteyle bozulan ittifak, liberal desteğin yitirilmesi, Batı’yla ilişkilerin gerilimli bir hal alması ve kırılganlaşan toplumsal hegemonya, Erdoğan’ı bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Ya esneyip gücünü paylaşacaktı ya da güvenlikçi, militarist bir kulvara girecekti. İkincisinde karar kıldı ve MHP ile ittifak yaparak iktidarını başkanlık sistemiyle muhafazaya aldı. Propagandasının ana eksenine İslamcılığı ve milliyetçiliği oturttu. Böylece partisinin tükenen tarihsel ömrünü, liderlik becerileri ve muhalefetin bir dizi hatasıyla uzatabildi.

Kimilerine göre Erdoğan, Bahçeli ile ters düşmemek için sertlikten vazgeçemiyor. “AKP, MHP’yi sırtından atsa neler yapar neler” deniyor. Elbette ittifakın ideolojik ihtiyaçlarının da bu yıkıcı siyasetin izlenmesinde ciddi payı var ancak unutulmamalı ki devleti bu hatta çeken Bahçeli değil, Erdoğan’dı. Baskıya ve şiddete, iktidarını kaybetmemek için başvurdu. Yani Erdoğan, Bahçeli’den kurtulamadığı için böyle davranıyor değil, böyle davranmaya mecbur kaldığı için Bahçeli’yle beraber yürüyor.

İktidarı süresince görüldü ki Erdoğan’ın pragmatizmini ve esneme kabiliyetini hafife almamak gerek. Bu yönde yapılan değerlendirmelerin de doğruluk payı var. İktidarını korumanın yolu, bugün “düşman” dediklerine tolerans geliştirmekten geçiyorsa, Erdoğan bir saniye bile tereddüt etmez. Ancak Saray’ın böyle bir imkânı var mı? Topluma ne sunabilir, ne vadedebilir? Artık Erdoğan’ın, ülkeyi demokratikleştirme, özgürleştirme konusunda alabileceği bir kredi kaldı mı? Onca olan bitenden sonra imajını tazeleyebilmesinin yeni bir yolunu bulabilir mi? Toplumsal ve siyasal zeminde buna inanacak, Erdoğan’la iş tutacak aktörler var mı?

Muhalefete ipucu

Şimdilik böyle bir niyetin ve ihtimalin olmadığı apaçık ortada. Sinan Ateş iddianamesinin ve Ayhan Bora Kaplan dosyasına çekilen ayarın gösterdiği gerçek bu. Erdoğan da Bahçeli de halinden gayet memnun. Sahip oldukları gücü, aralarındaki küçük anlaşmazlıklara kurban etmiyorlar.

En büyük endişeleri ise ülkedeki krize karşı aşağıdan bir basıncın oluşması. Ücretli emeğin, emeklilerin, gençlerin, kadınların, yani toplumun geniş kesimlerinin, sistematik yoksullaşmaya, politik baskı ve sindirmeye örgütlü şekilde tepki göstermesinden çekiniyorlar. Çünkü ittifak içi dengeler anca böyle bir etkenle sarsılabilir. Muhalefeti “yumuşama” ile çevreleyerek, en azından süreci tartıştırıp zaman kazanarak ve böylece Meclis muhalefeti ile toplumsal memnuniyetsizlik arasındaki kontağı keserek bu dinamiği bertaraf etmeye çalışıyorlar.

Aslında iktidarın korkusu, muhalefete de ne yapması gerektiğinin ipuçlarını veriyor.

KaynakBirGün

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol